Mutluluğun peşinde bir sürgün

Bursalı gazetecilerle, yazarlarla yaptığı söyleşilerden birinde yakın dostu Nahit Kayabaşı ona mutluğu sorunca Aziz Nesin “Mutluluk ufuk gibidir. Görürsünüz ama siz ona gittikçe o sizden uzaklaşır. Ya da eşeğin önündeki ottur mutluluk. Eşeğin önüne bir demet otla yürürsünüz eşek arkanızdan gelir. Yakalayayım diye ağzını uzattıkça ot uzaklaşır. Bir başka deyişle kalabalıkta sıkışan insanın, sonunda tuvaleti bulup rahatlamasıdır mutluluk” demişti.

Aziz Nesin

“Mutluluk başkaları mutsuzken yalnızlıkla olmaz, toplulukla olur.” Aziz Nesin 

“Üzerinde yaşayanların hepsinin güldükleri, gülüştükleri bir dünyaya içimde sonsuz bir özlem var. Ömrümü kendi gücümle böyle bir şeye harcamaktan sevinç duyuyorum.” Böyle diyordu Bursa günlerini anlattığı kitabında Aziz Nesin. Bireysel değil toplumsal mutluluğun peşindeydi çünkü. Herkesin mutlu olduğu bir dünyanın umuduyla yaşayan ve bu umudu çevresine yaymayı kendine görev edinmiş bir aydındı o. 1948 Şubat ayında geldiği Bursa’da doldurmakla zorunlu olduğu 4 ay 10 günün sonunda şehirden ayrılmıştı. Belki bir daha hiç gelmek istemeyeceği, hatta uzun süre adımını bile atmayı düşünmediği bu sürgün yeri bir süre sonra onun en sık geldiği şehirlerden biri oldu. İstanbul doğumluydu ama bir yanı Bursalıydı artık. Bir parçası burada kalmıştı çünkü. Tophane’den Setbaşı’na, Heykel’den Altıparmak’a kadar her yere saçıldı anıları… Bursa’nın her köşesine silinmeyen izler bıraktı. Bursa da bu izleri takip etti, onun anılarına sahip çıktı ve 100. yaşında Aziz Nesin’i “Yılın Yazarı” seçti.  sürgün Mutluluğun peşinde bir sürgün

“Güzeldir bu şehr-i dilârâ-yı Bursa/ Şeftalisi var yiyemedik / İpeklisi var giyemedik / Kaplıcası var giremedik/ Lakin güzel şehirdir Bursa” (9 Temmuz 1948)

Sabahattin Ali ile birlikte çıkardığı Markopaşa adlı mizah dergisindeki yazısı yüzünden yargılanmıştı Aziz Nesin. Önce 20 yıl hapsi istenmiş daha sonra ise cezası hafifletilerek sürgüne çevrilmişti. Çarptırıldığı 10 ay hapis cezasını doldurduktan sonra 4 ay 10 günlüğüne sürgün edildi Bursa’ya. Kente ilk gelişi de burada geçirdiği günler gibi unutulmaz olmuştu. Aziz Nesin şehre elleri kelepçeli bir halde iki asker eşliğinde gelmişti. Askerlerle birlikte Atatürk Heykeli’nin önünden geçerken bir alkış tufanı kopmuş ve Nesin gösterişli bir törenle girmişti şehre. Bu durum Aziz Nesin gibi mütevazı bir adam için utanç vericiydi. Elleri kelepçeli bir sürgünün böyle karşılanması ise tamamen bir tesadüftü. Çünkü Bursalılar o gün, gelişinin iptal olduğunu henüz bilmedikleri bir devlet büyüğünü bekliyorlardı. Tüm hazırlık Ankara’dan gelecek olan o devlet büyüğü içindi ama karşılama töreni Aziz Nesin’e kısmet olmuştu.

Tanıdık yüzler, yüz çevirdiler…

Bu sürpriz karşılamanın ardından Nesin, Jandarma Karakolu’na götürüldü. Karşısına getirildiği komutanı gören Aziz Nesin rahatlamıştı. Çünkü komutan, onun okuldan sınıf arkadaşı olan “Hoh Behçet”ti. Sürgün edildiği Bursa’ya gelir gelmez tanıdık bir yüz görmek, Aziz Nesin’i çok mutlu etmişti. Ancak bu mutluluğu kursağında kalacaktı çünkü Behçet Komutan onu tanımadı daha doğrusu tanımamış gibi yaptı. O dönem Dağcılık Kulübü’nün karşısındaki karakola sevkedildi Aziz Nesin. Burada ifadesi alındıktan ve bir süre nezarethanede tutulduktan sonra kalacağı otele gitti. Tanıdık bir yüze, arkadaşlık edecek birilerine ihtiyaç duyuyordu. Tanıdık yüzler görüyordu görmesine ama sürgün oluşu, tanıyanların onu tanıdığını belli etmekten çekinmesine neden oluyor yeni tanıştığı insanlar da onun kim olduğunu öğrendikten sonra hızla yanından uzaklaşıyordu. Yine de sevdi Bursa’yı Aziz Nesin. Burada kaldığı süre boyunca “Keşke daha başka şartlar altında, mesela gezmeye gelsem” diye defalarca geçirdi aklından. O günlerde gelecekti elbet ama bunun için biraz sabretmesi gerekiyordu.

“Yatağına yatınca; yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan, anla ki yalnızsın.”

4 ay 10 gün bu parasızlıkla nasıl geçecekti? Dondurucu soğuklarla nasıl mücadele edilecekti? Otelde kalmak için ihtiyacı olan parayı bulsa bile ısınmak için odadaki sobayı yaktırması gerekiyordu. Bu da fazladan para vermek demekti. Hem daha ev tutacak, karısını ve iki çocuğunu yanına aldıracaktı. Tabi hiçbir şey planladığı gibi gitmemişti. Bir süre sonra bir ev tutmasına tutmuştu ama hayal ettiği gibi ailesiyle değil. Aynı kaderi yaşadığı arkadaşı Kerim Sadi ile. Zor adamdı Kerim Sadi. Az çektirmedi Aziz Nesin’e. Bir gün Bursa’da tanıştığı bir arkadaşıyla evinin yakındaki hamama gitmiş, hamam dönüşü sıcak yatağından kalkmaya üşenen Kerim Sadi onu içeri almamıştı. O karlı, o buz gibi Şubat akşamında kapıda bırakmıştı ev arkadaşını. Sürgün günlerini paylaştığı Kerim Sadi ile Mahkeme Hamamı’nın üst tarafında bir evi de paylaşan Aziz Nesin hayli zor günler geçirmişti Bursa’da. Karısı bu ayrılıkla zorlaşan hayat şartlarına dayanamamış ve terk etmişti onu. Birçok gece aç yatmış hatta gündüz vakti uyur uyanık rüyalar görmeye başlamıştı Aziz Nesin.  

Yer misin? Yemez misin?

Aziz Nesin yine aç gezdiği bir gün Kebapçı İskender’in önünden geçmiş ve ciğerleri kebap kokusuyla dolmuştu. Ancak cebinde sadece 50 kuruş vardı ve karnını doyurması gerekiyordu. O parayla simit alıp bir kahveye girdi. Bir bardak çay eşliğinde, çevresinden utana sıkıla başladı simidini yemeğe. O sırada yan masadaki konuşmaları duydu. Biri yüksek sesle konuşuyor ve bir kilo su böreği, yirmi yumurta, bir kilo da tahin helvasını bir oturuşta yiyeceğini iddia ediyordu. Bir süre bu iddiayı izleyen Nesin bir anda kendini iddianın içine atıverdi. Açlığının etkisiyle olacak “Bu saydıklarının iki katını yerim. Yiyemezsem size 500 lira verir, yersem de para istemeden çıkar giderim” dedi. Sonradan kendi de pişman olmuştu ama söz ağızdan çıkmıştı bir kere. Başladı önüne koyulanları yemeğe. Ağzına birkaç lokma attıktan sonra tıkandı. Devam edemeyeceğini anlayan adamlar kendilerine vaat edilen parayı istediler Nesin’den. Cebinde beş kuruşu olmayan Nesin tam sopa yiyecekken aniden uyanıverdi. Meğer simidini yiyip çayını içtiği o kahvede uyuyakalmıştı ve bir anda kendini bu kâbusun içinde bulmuştu.

Ulu Cami’nin Hafız Aziz’i

Açlık, parasızlık, yalnızlık… Bir insanın başına gelebilecek ne kadar olumsuzluk varsa hepsiyle Bursa’da buluştu Aziz Nesin. Ama hiçbir zaman kızmadı, küsmedi Bursa’ya. Şehrin ne suçu vardı ki etrafı onu anlamayan, anlamak istemeyen insanların yanında? Bu zor zamanları atlatmalı, en azından hayatta kalacak kadar para kazanmanın bir yolunu bulmalıydı. Umudu ve mücadele gücü onu hiçbir zaman terk etmedi. Bir şeyler satmayı denedi. Bir gün battaniyesini bir gün kitaplarını… Söktürüp sattığı altın kaplama iki dişi bile onu ancak iki gün idare edebildi. Ama anladı ki onun işi kitap yazmaktı, satmak değil. Satabileceği şeylerde vardı elbet. Yetenekleri, bilgisi, emeği… Kapalı Çarşı’daki bir dükkâna parça başı bir liraya yağlıboya resimler yaptı, Eski Türkçe dersleri verdi. Hatta hiç ummadığı bir anda Ulu Cami’de Kuran dersi verirken buldu kendini. Kimliği ortaya çıkana ve bu yüzden veliler çocuklarını ona göndermemeye başlayana dek bir süre böyle sürdürdü geçimini.

“Kendi kendinin hem konuğu hem ev sahibisin. Zamanın varken ağırla kendini sarılıp öperek. Biliyorsun nasıl olsa yakın o gelecek. Kimileri diyecek. Daha şimdiden sev kendini sev kendini, sev! Kimin var ki senin, seni senden başka sevecek?”

Acılı ve dertli insanlar için akşamüstlerinin çok zor geçtiğini düşünen Aziz Nesin, acıların çöktüğü akşamüstü saatlerini Bursa sokaklarında yaptığı uzun yürüyüşlerle geçirirdi. Biraz kenti keşfetmek, biraz da kendini unutmak için. Bursa’nın kuşbakışı manzarasını gözler önüne seren bir kır kahvesi keşfetmişti Temenyeri’nde. Bu büyüleyici, insanı bulunduğu andan çok ötelere götüren mekanda kendini, yalnızlığını, ailesini düşünürdü uzun uzun. Uğruna kuralları çiğnediği, sürgünlük süresini riske atıp yanına kaçtığı biricik eşi de terk etmişti onu. Sürgündü çünkü burada. Şehirden ayrılması yasaktı ve sabah akşam gidip imzalaması gereken bir defter bekliyordu onu karakolda. Bütün bunlara rağmen, karısını yalnızca birkaç saat görmek için İstanbul’a gitmişti. Gördüğü şey ise en zor anlarında bile kendinden önce düşündüğü karısının onu çoktan terk ettiğiydi. Aziz Nesin artık tamamen tek başına olduğunu kabul etmişti. Sürgün günleri boyunca her gün mektup yazdığı, İstanbul’daki her şeyini, ailesini emanet ettiği, çok güvendiği genç gazeteci Haluk Yetiş onun en büyük yardımcısı ve belki de tek gerçek dostuydu.

“İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur.”

Aziz Nesin; yaşadığı zor günler, uğradığı haksızlıklar ve her zaman başına dert olan satırları bir yana güzel insanlar ve anılar da biriktirmişti Bursa’da. Bu kentte ne yaşadıysa, ne hissettiyse, ne görüp ne duyduysa hepsini döktü Bir Sürgünün Anıları’na. İlk basımının önsözünde yaşadıklarını kabul ettiğinden hatta hatırladıkça gülümsediğinden bahsediyordu. Ancak aynı kitabın 13 basımında, aradan geçen 37 yıldan sonra aynı hislere sahip değildi. Yaşadıkları için üzgün, bunlara sebep olanlara kırgın ve kızgındı.  

“Bırak olmasın mezar taşımız, bir okul bahçesine gömsünler bizi çocuklar koşsun üzerimizde.”

Bilinen adıyla Aziz, asıl adıyla Mehmet Nusret Nesin 20 Aralık 1915’te İstanbul Heybeliada’da gelmişti dünyaya. İstanbul Süleymaniye’de, sonradan adı İstanbul 7. İlkokul olarak değiştirilen Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin 3. sınıfına girdi. 1935’de Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirip Ankara’da Harp Okulu’na geçti ve iki yıl sonra mezun oldu. Her anı mücadeleyle geçen 80 yıllık yaşamına yüzlerce eser, başarı ve ödül sığdırdı. Temelleri 1972 yılında atılan ve kurulduğu ilk günden bu yana yüzlerce çocuğun eğitimine katkı sağlayan Nesin Vakfı’nı gençlere emanet eden Aziz Nesin, 6 Temmuz 1995’te Çeşme’de kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Her zaman “Tamamlayamadığım yazıların sayısı, yayınlananlardan kat kat daha fazla” derdi. Yayınlanan 100’ün üzerinde kitaba ölümünden sonra yenileri eklendi. Nesin Vakfı, ondan kalan yazıları toplayıp yaklaşık 10-15 kitap daha yayınladı. Cesedinin Devlet Hastanesi’ne verilip, tıp fakültesi öğrencilerinin araştırmalarında kullanılmasını vasiyet etmişti Aziz Nesin. Hayattayken hep faydalı olmak için uğraştığı gibi ölüsünün de birilerine faydalı olmasını istemişti. Mutlu bir dünya, aydınlık bir gelecek için sürdürdü tüm ömrünü. İçinde taşıdığı umutları yetiştirdiği gençlere aktarmak için çalıştı. O gençlere bir de “Eğitim Vasiyeti” bıraktı.

Aziz Nesin’in “vakıf çocukları”na…

Aslında bu vasiyeti vakfın resmi kuruluşunun açıklandığı yıl yazacaktı ancak buna fırsatı olmadı ve vasiyet ancak 10 yıllık bir bekleyişin ardından yayınlanabildi. Amacı ve düşüncesi ise belliydi. Madem ülkesini ve mutlu bir geleceğe sahip olması için uğraştığı gezegenini hayalindeki eğitim ile buluşturamıyordu o halde kendi kurduğu vakıfta kendi inandığı, hayal ettiği eğitim kuralları geçerli olacaktı. Nesin’in eğitim hakkındaki görüşlerini, önerilerini barındıran “Eğitim Vasiyeti”nin bazı maddeleri şöyleydi:

  • Nesin Vakfı’nda yasak yoktur.
  • Vakıf çocuklarımın cezasız yetişmesini istiyorum.
  • Nesin Vakfı çocukları, toplumsal borçlarının ne olduğunu öğrenmeliler.
  • Nesin Vakfı çocuklarımın yaşama atılınca, sevdikleri işleri yapmalarını diliyorum.
  • Nesin Vakfı çocuklarımın özgün düşünce ve davranışlı olmaları için çalışıyorum.

Bursa’nın “ömrüne sığmayan adam”ı

Bugün onu “yılın yazarı” seçen Bursa’ya 80’li yıllardan son günlerine sıkça gelip gitti Aziz Nesin. Burada tanıştığı dostlarını ziyaret etti, imza günlerine katıldı; düzenlenen etkinliklere, söyleşilere konuk oldu. Birçok Bursalı yazarla, gazeteciyle, eğitmenle tanıştı; sürgün yıllarında tanıştıklarını ziyaret etti. Kentten her ayrılışında onu sevgi ve saygıyla anımsayan, özleyen insanlarla dolu bir şehir bıraktı. 2015’in Aziz Nesin’in 100 yaşına girdiği yıl olması nedeniyle Nilüfer Belediyesi tarafından “Aziz Nesin Yılı” ilan edildi. Bursalılar tüm bir yıl boyunca onun kentte bıraktığı izleri sürdü. Adına resim, fotoğraf, karikatür sergileri düzenlendi. Onunla tanışma, konuşma fırsatı bulan isimlerin davet edildiği sempozyumlar, söyleşiler yapıldı. Yaşı yeten yetmeyen herkesin ilgisiyle karşılaşan etkinliklerde Aziz Nesin’li anılar konuşuldu, bu anılara sahip insanlarla sohbetler edildi. Onun Bursa günlerini kitaplaştıran Fehmi Enginalp de bu insanlardan biriydi.

Kaynaklar: Aziz Nesin’in Bursa Günleri kitabı – Fehmi Enginalp, Nilüfer Belediyesi Arşivi, Bir Sürgünün Anıları kitabı – Aziz Nesin

Batmadan boğulmadan çıksak Bahri Bursa’dan İsteyip asasını ya Hazreti Musa’dan

Ya da çıksak göklere ibret alıp İsa’dan

Ya deveyi gütmeli ya Bursa’dan gitmeli

Söylesene Haşim Bey, söyle ne halt etmeli?

(Aziz Nesin’in Bursaname’si 21.12.1948)

 

“Hayalim; küçük bir çocuğa ‘Ne kadar seviyorsun?’ dendiğinde, açıp elini iki yana ‘İşte bu kadar’ derken ki o masum sevgiyi bulmaktı.” “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyerek yaşattığınız yılanların bir sonraki hedefi siz olursunuz.”

Başa dön tuşu