Müzikte felsefenin izdüşümü: Pink Floyd
Birçok kişi onları “tüm zamanların en iyi grubu” diye niteledi. Konserleri dünyanın iki ucundaki insanları bir araya getirdi. 70’lerde yaşanılan Rock müzik patlamasının en büyük halkalarından birisiydiler. Pink Floyd, müziğe iz bırakmış felsefi bir dinamo gibiydi…
Her albümünde ayrı bir tat alırsınız Pink Floyd’u dinlerken. Çoğu kişi gibi gözlerinizi kapatarak dinlersiniz. Sadece müzik altyapılarına saygı duymaz, şarkı sözlerine eğildiğinizde hayran olmadan duramazsınız. 18 albümünün neden dünya çapında yaklaşık 150 milyon sattığını kolayca anlayabilirsiniz. Pink Floyd sadece şarkı sözleri ve müzikalitesi ile değil klipleri, sahne performansları ve fan kulüpleri ile birçok kişinin hayatında izler bırakmış felsefik bakış açılarıyla müzik dünyasının bambaşka bir yerine konumlanmıştır. Belgeseli çekilmiş tabir yerindeyse (ki yerinde) müzik dünyasına damgasını vurmuş bir müzik ekolüdür. Konserini izledikten sonra müzikle uğraşan diğer tüm insanların başka bir klasmanda olduğunu düşündürten kısaca farklı bir kulvarda müzik yapan bir gruptur. Hatta sevenleri arasında Pink Floyd edebiyatı dahi oluşmuştur.
Progressive Rock’ın öncüsü olarak bilinen Pink Floyd, 1964 yılında Syd Barrett (gitar), Roger Waters (bas gitar), Nick Mason (Davul) ve Rick Wright (Keyboard) tarafından kuruldu. 1965’lerde ise ismini o dönemin iki Blues ustası olan Pink Anderson ve Floyd Council’den alarak vücuda geldi. Kısa sürede müzisyenlerinin çalgılarla olan diyaloğu ve özel becerileri ile müzikte, şarkı sözleri ile felsefede öne çıkan grup giderek popülerleşti. Bu ilginin nedeni ise Pink Floyd üyelerinin hiçbiri diğerlerinin gerisinde kalmaması ya da onları gerisinde bırakmamış olmasıydı. İlk dönemlerinde daha küçük bir kitleye seslenen grup kullandıkları görsel efektler ve sahne performansları ile kısa denilebilecek bir sürede ulusal kitleye sahip oldu. Psychedelic Rock ve Caz müziğin altyapısını değerlendiren Pink Floyd, belli bir süre sonra kendi tarzını iyice oturtmayı başardı. Ekol denmesinin sebebi de bu sebepten ötürü oldu Pink Floyd’a… Pink Floyd kendi müzik tarzını efsaneleşerek yaşıyordu zaten…
1966’da ilk kez bir müzik şirketiyle anlaşan Pink Floyd, 1967’de Arnold Layne single’ı ile albüm dünyasına ilk adımı attı. İlk albümleri The Piper at the Gates of Dawn, İngiltere’de büyük bir başarı sağladı fakat aynı başarı Amerika’da gelmedi. Fakat o dönemde Jimi Hendrix ile turne yapıp kendisini tanıttı. Değişime ulaşmak için müziği kullanan Pink Floyd, durağanlığı ortadan kaldırmak için müzik yapıyordu. İlk bakışta anlamsız, garip gelen, dinledikçe haz veren besteleriyle müziğin bugünlere gelmesinde tam bir öncülük yaptı. Kısaca Rock müziğe cesaret ve hız kazandırdı. Müzikteki en son devrimlerden birini yaşatmakla kalmadı, bilinen değerleri farklı bakışıyla bütünleştirerek sanatta erişilemez yerlerden birine kendi ismini koydu.
Syd Barrett gruptan ayrıldıktan sonra birçok uzun deneysel şarkı, film müziği ve stüdyo çalışmaları yaptılar. Vokallık ise grup üyeleri arasında değişiyordu. Waters, Gilmour ve Wright üçlüsü bu görevi üstlenenlerdi. 69’da çıkan Ummagummay hem dinleyiciler hem de eleştirmenler tarafından çok beğenilmişti. 70’de o dönemin en çok satan albümü Atom Heart Mother yayınlandı. Grup albümün ilk şarkısını 23 dakikalık bir beste olan “Atom Heart Mother”ı orkestra ile birlikte kaydetmişti. Albümü beğenmemiş olsalar bile deneyselliği ve farklı ses efektleriyle Pink Floyd ile bütünleşecek elementlerin bulunduğu ilk albüm olmuştu. Floyd albümün başarısıyla ilk Amerika turnelerine çıkmıştı. 71’de Relics ve içinde “Echoes” parçasıyla dikkat çeken Meddle yayınlandı.
72’de Obscured By Clouds ile “La Vallee” adlı filmin müziği çıktı ortaya… Free Four şarkısı Amerika’da hit oldu. Meddle’a göre daha sadeydi. 73’te hem albüm kapağıyla hem de yarattığı etkiyle efsaneleşen Dark Side Of The Moon adlı albüm çıktı. 40 milyondan fazla satan albüm, dünyanın en çok satan Rock albümü oldu… Aynı yıl Money şarkısına yapılan single bir numaraya yerleşti. İlk albümlerden toplama olan A Nice Pair, Pompeii Konseri gibi materyallerin yayınlanmasına neden oldu. Bu toplamalar Pink Floyd‘un ilk dönemlerini yeni dinleyicilere aktardı. 75’te Wish You Were Here piyasaya sürüldü. Albümde yer alan Shine On You Crazy Diamond ve Wish You Were Here Barrett’ın anısına yapılıyordu. Kalan şarkılar ise müzik endüstrisine karşı bir tutum içeriyordu.
77’de yine bir Harvest yapımı olan Animals piyasadaydı. Çeşitli kişilik yapılarının birer hayvan olarak sembolize edildiği albüm büyük ilgi gördü. Albüm turnesinde albüm kapağında da kullandıkları domuz da konserlere çıkıyordu. 79 yılında piyasaya çıkan The Wall Pink Floyd’un bir diğer önemli albümü oldu. “Pink” adındaki karakterin doğumundan itibaren olan süreç, savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konular işlenen albümün aynı ismi taşıyan filmi de yapıldı. 83’te, The Wall’dan artan parçalar ile yapılan The Final Cut, aynı zamanda grubun içerisinde olduğu krizi de gözler önüne serdi. Grup içerisinde bazı tartışmalar kendisini göstermişti. Bir süre sonra Roger Waters ile David Gilmour arasındaki anlaşmazlık sonucu Roger Waters grubu dağıttığını açıkladı. Fakat David Gilmour Pink Floyd ismiyle devam etmek istedi ve davayı kazandı. 83’ten sonra 94’e kadar grup elemanlarının solo albümleri yayınlandı. 87 yılında Roger Waters olmadan yapılan A Momentary Lapse of Reason piyasaya çıktı. Pink Floyd adı altında sadece David Gilmour ve Nick Mason çalmış, Rick Wright ise albümde çalan diğer sanatçılar arasında gösterilmişti.
Grup 92’deki La Carrera Panamericana filmi için Dark Side of the Moon’dan bu yana ilk kez beraber beste yaptı. 94’te David Gilmour, Wright ve Mason The Division Bell albümünü yayınladı. Aynı yıl içinde Pulse adlı konser albümü çıktı. 95’te ise “Marooned” ile tek Grammy ödüllerini kazandılar. 2000’de “Is There Anybody Out There? The Wall Live 1980-81” konser albümü ve 2001’de Best of Echoes yayınlandı. 2003’te Dark Side of the Moon yeniden piyasadaydı. 2004’te ise Nick Mason “Inside Out” isimli Pink Floyd kitabını kaleme aldı. 2005’te “İngiltere Hall of Fame”e girmeye hak kazanan Pink Floyd, tekrar tekrar dinlenebilen yapısıyla, anlatım zenginliği ve derin anlamları ile aşılamayacak birçok başarının altına imza attı.
Pink Floyd Roger Waters ile “The Wall” turnesi kapsamında 7 yıl aradan sonra 3 Ağustos 2013’te İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Kampüsü’ndeki stadyumda konser veriyor olacak. Sosyal, politik ve bireysel anlamda kitleleri etki altında bırakan ve aylarca liste başı olan The Wall albümünün müzik tarihinin en önemli albümlerinden biri olarak kabul edilmesinin sebebini dileyen herkes canlı izleyebilir. Avrupalı organizatörler tarafından uluslararası müzik konferansınca 2012 yılının en iyi turu seçilen The Wall bugüne kadar Güney Amerika’da 15 açık stat konseri ile Şili, Brezilya ve Arjantin’de 750 bin kişiye ulaştı. Roger Waters’ın Buenos Aires River Plate Stadı’ndaki 9 konserinin biletleri de günler öncesinden tükendi. Amerika, Kanada ve Meksika’da gerçekleşen 42 konseri ile turnenin ikinci ayağında da başarı devam etti. Waters, ”The Wall” turnesi kapsamında şimdiye kadar 192 konser verdi, bilet satışından 380 milyon dolar elde etti ve 28 ülkede 3,3 milyon kişiye ulaştı. Turnenin Avrupa konserleri temmuz ayında Belçika’da başlayacak. ”The Wall” turnesi, gelecek yıl eylül ayında Fransa’da sona erecek. Pink Floyd ismi tıpkı geçmişteki gibi tüm dünyayı peşinden sürüklüyor. Anlaşılan o ki Pink Floyd, tanıştığı daha birçok kişinin müzik dünyasını “derinden” değiştirecek…
Yazı: Engin Çakır