Nehir kıyısında

Varanasi Uttar Pradesh Hindistan

Uçan bir kuş, sabah ayazı, dağılan sis bulutu, ağırlaşmış kirpiklerde çiğ damlaları. Kuruyan boğazıma belki bir yudum çay. Günün getirdikleri her neyse olduğu gibi karşılamak için uyanıyorum. Çok uzakta, Doğu’da…

Gün ışığına dönmüş yüzünü, elindeki bir avuç suyu serpiştirdi önce, dakikalarca mırıldandı sonra. Ne benim, ne objektifimin farkındaydı. Kocaman gözlerini sabah güneşine dikmiş minnetini sunuyordu. Hindistan’ın Varanasi şehrinde bana yeniden yaşamı düşündürdü bu ufak tefek kadın. Fotoğraf çekecek, belki biraz da öykü toplayacaktım.

Hızlıca tüketmeye alışmışken zamanı; akşam olsun, sabah olsun, bir an önce hafta sonu gelsin derken, ya da aylarca yaz tatili planı ile uğraşıp belki ilkbaharı kaçırırken sırası mı  şimdi bu sorgulamanın? Anlamını düşünmeden yaşamak, alamadığımız kararların bahanesini yaratmak, sonra buna inanmak ne kadar kolay oysa.

Kuralı olmaz yaşamanın, olmamalı. Çok basit sadece yaşamak için var olduk, hayata nedenler aramak için değil. Dilimizde hep aynı şeyler, ailem için yaşıyorum, çocuklarım için ya da mesleğim… Kendimiz için bile yaşamayı becerebildik mi acaba? Bedensel olarak belki bu soruya “evet” diyebiliriz. Ama kaç kez bu maddeden soyutlanmış Hintli  kadın gibi gün doğumunu karşılayarak, sadece yaşıyor olmanın verdiği mutluluğa “teşekkür” edebildik. Tüm çabası “güvenli” bir yaşam için. Oysa yaşam güvenli değil; belirsiz ama özgür. Bir yolda olduğumuzu düşünüyorum. Kişilere göre değişen doğrular, kişilere göre değişen hayaller, bu hayaller uğruna yaşanan yorgunluklar ve kırgınlıklar barındıran ruhlar… İşte bu noktada güzel olan suyun akışına göre bırakmak lazım yaşamı. Direnip kürek çekmeye çalışmak ya da taşlarla yönünü değiştirmeye çalışmak faydasız. Sürprizlerle dolu bir yol. Bu yolda gelecek olanları olduğu gibi almak gerektiğine inanıyorum. Yaşam bize ne sunarsa sunsun, cesurca kabullenmek mutlu olmak için önemli bir adım.

Aşktan örnek vereyim. Milyonlarca şiir, hikaye, kitap var; herkes aşk hakkında konuşuyor, tartışıyor. Peki kaçımız gerçekten aşık olmayı tanıyor? Yaşam için de aynı şey geçerli. Onun hakkında uzun uzun tartışarak, konuşarak, sebepler ya da sonuçlar çıkararak onu yaşamayı unutuyoruz.

Nereden geldiği belli olmayan standartlara sahibiz. Bir ev, bir araba, belki  yazlık bir ev daha. Liste uzar gider. Bunlara ulaşmak için harcanan enerji ile büyük, güzel ama ruhsuz evlere sahip olup bir taraftan yaşamı kaçırdığımıza üzülüyoruz. İzlediğim Hintli kadına bakıyorum. Güneşle buluşan yüzünde endişe yok, acele yok, sorgulamalar yok, tanıdık gelen bir ölü balık bakışı yok. Sadece o “an”ı yaşadığını hissediyorum. Belki Batı’daki sorunumuz, neye hizmet ettiğimizin farkında olmamak. Aslında sahip olduğumuz en değerli hazine koruyamadığımız yaşam enerjimiz. Madde elbette önemli ama inandığım şey olabildiğince sadeleşmek, sindirerek, farkında olarak, teşekkür ederek yaşamak gerektiği…

Sonsuza dek olmayan bir nefes, bilinmeyen zaman dilimi, sevgi, özgürlük, enerji. Sahip olunan malzeme bu. Ciddiyeti, sorunlarla beslenmeyi, kararları nehir kıyısında suya bırakmalı. Müzik duyunca içinden tempo tutmak değil dansa kalkmalı, en berbat sesle bile nakaratı haykırmalı. Sevmekten, aşktan, ağlamaktan, zamanı geldiğinde gitmekten  korkmamalı, her gündoğumunu ve günbatımını coşkuyla kutlamalı, inançlı olmalı, hesapçı değil.

Yaşam, onun kucağında huzurla gülümseyelim diye geldi. Nehir sularında güneşe kollarını açıp mırıldanan kadına teşekkürler.

Başa dön tuşu