Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri

Hayal gücünden doğar, ağızdan ağıza şekillenir, kulaktan kulağa aktarılır efsaneler… Çok çok eski zamanlara, pek muhterem zatlara dayanır, nesilden nesile ulaşırlar. İnsanlığın ilk gününden bu yana anlatılır durur türlü hikâyeler… Bursa’nın da nasibini aldığı nice söylenceler…

Evliyalarıyla ünlü Bursa’nın, en eski zamanlarından bu yana anlatılan öyle çok efsanesi var ki… Karagöz ve Hacivat’tan tutun da dillere destan, dünyaca bilinen hamamlarına kadar ulaşır bu söylenceler. Şehrin nasıl kurulduğu, semtlerinin adının nereden geldiği, vakt-i zamanında Bursa’da yaşayan kişilerin kente kattıkları, tarihi yapılarının gizemleri gibi bilgiler hep bu söylencelerde gizlidir. Bazıları, yaşlı genç herkes tarafından anlatılır, söylenir de bazıları az bilinir, daha az dillendirilir.

Oğuz Destanı, Ergenekon Destanı gibi en bilinen Türk efsaneleri, tanrıların hikâyeleriyle dolu Yunan mitleri; günümüze belli tarihlerde kutlanan bayramlar, festivaller olarak yansımış Hint efsaneleri ve daha niceleri… Yeryüzünde var olan her milletin kendine has efsaneleriyle dolu tarihleri… Kâinatın nasıl var olduğunu da bulursunuz bu efsanelerde, insanın nasıl yaratıldığını da… Günümüze kadar ulaşan batıl inançların kaynağı da olabilirler, milli kutlamaların ya da yasların kaynağı da… Belki ülkelerindeki egemenliklerini korumak isteyen kralların, sultanların, halklarını korkutmak için anlattıkları belki de mucizelere inanmak isteyen insanların uydurdukları hikâyeler… Kim bilir, belki de tamamen gerçekler…

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri
Hz. Süleyman’ın Mührü

Süleyman’ın mührü, Belkıs’ın cenneti  

Derler ki; vaktiyle her Süleyman’dan içeri bir “Hazreti Süleyman” varmış. Alnında Peygamberlik nuru, başında hükümdarlık tacı yanarmış. Allah ona “Mühr-ü Süleyman” denen, tılsımlı bir mühür ihsan etmiş. Bu sayede dağa taşa hükmeder olmuş. Oturduğu taht ne altın ne fildişi; ya cin ya peri işi tahtırevanmış. Böylece dünyanın dört bir yanını dolaşarak ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş. Günlerden bir gün tahtına kurulmuş; sağ vezirini sağ tarafına, sol vezirini sol tarafına alarak havalanmış. Gökler, dağlar eğim eğim eğilmiş, yollar erim erim erimiş. Göz açıp kapayıncaya kadar varmış dağların dağı Uludağ’ın tepeciğine. Bir bakmış ki bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk, bir kanadı su, bir kanadı ışık… “Yaratan neler yaratıyor” demiş. Sağına dönmüş sağ vezirine “A vezirim sen çok gezdin, çok gördün. Bakınca, bu yerleri nasıl buluyorsun?” diye sormuş. Sağ vezir “Ey benim sultanım efendim, Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar?” deyince, Hazreti Süleyman bu söze mührünü basmış. Sol vezirine dönüp “A benim vezirim, sen çok gördün çok yaşadın. Dünyada bu güzellikten üstün bir güzellik var mı?” diye sormuş. Sol vezir de “Var sultanım var. Öyle dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir. Su pırıl pırıl, gökyüzü güzeldir ama hiçbiri ayın on dördü sultan gibi ay ile bahsedip gün ile doğamaz” demiş.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri
Hz. Süleyman’ın Krallığı filminden

Hazreti Süleyman, bu söze de mührünü basmış. Son sözü kendi alıp “Ey benim vezirlerim bu yerlerin bir insan eksiği var dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı böyle kaybolup gitmezdi, bu bir. Üstelik bunlara her güzellikten üstün insan güzelliği katılırdı, bu iki. Şimdi siz de benim bu sözüme bir mim koyarsınız; şu yaylaları yurt edinelim, saray yaptıralım, köşkü beraber içinde bahçesi, suyu beraber… Bu saraya güzeller güzeli Belkıs’ın tahtını kuralım, bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım” demiş. Vezirler mim koymaya kalmadan bir taş, dile gelip “Belkıs, Belkıs” diye inim inim inlemiş. Hazreti Süleyman o saatten tezi yok perilerini başına toplayarak konuşacakken perilerden biri niyetini anlamış. Başlamış anlatmaya: “Ya Süleyman; ‘Can Kavmi’ denilen bir kavim buralara bir şehir kurmuş ama “Cin” kavmi denen bir kavim de bu şehre göz koymuş. Bin yıl dövüştüler, sonu ne onlara kaldı ne bunlara. Tufan gelip sular altında bıraktı şehri. İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller göl değil, tufanda göllenip kalmış sudur. O şehir de sözüm ona bu göllerden birinin altında yatıp duruyor”. Hazreti Süleyman bunları duyunca Mühr-ü Süleyman’ı basmış. Vezirler de birer mim koymuşlar söze. Bunun üzerine su perileri sulara dalmış, suları boşaltıp can şehrini çıkartmışlar. Dağ perileri dağlara tırmanıp getirecekleri kadar mermer taş, mermer direk, bir saray kurmuşlar. Onlar köşkü ile, bahçesi ile, suyu ile periler uğraşırken; Hazreti Süleyman, kuşun kanadında dört bir yana haber gönderip cümle ela gözlülere “buyur” etmiş. Nerede var, nerede yok ela gözlüler de gelmiş bu şehre yerleşmiş. Belkıs Sultan da varmış sarayına, tahtına kurulmuş. Şehir de şehir olmuş. Sağ vezir sağ gözüyle görmüş. “Cennet burası” demiş. Meğer sol vezirin kulağı biraz ağır işitirmiş. Sağ vezirin sözünü “Cennet Bursa” anlamasın mı? O gün bugün bu şehrin adı “Bursa” kalmış.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri
1. Murad Han

Birinci Murat’ın sırrı

Söylenceye göre Murat Hüdavendigar, yaptırdığı caminin inşaatında işçi olarak çalışmış. O tarihlerde de Sırp kralı elçisini Bursa’ya göndermiş. Elçi, Murat Hüdavendigar’ı, inşaatta çalışırken bulmuş ve ona Sırp Kralı tarafından gönderildiğini, kralının savaş istediğini söylemiş. Padişah sinirlenerek “Bana bakın, ben burada Allah’ın evini yaptırıyorum, bu inşaat bitmeden beni harbe mecbur kılmayın, aksi halde kralının iki gözünü çıkartırım” demiş. Bunları söylerken iki parmağını da havada sallamış. Ülkesine dönen elçi, kralına bu haberi vermek için saraya dönünce, kralın iki gözünün de çıkartıldığını ve yüzünde harç izleri olduğunu görmüş.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri
Yıldırım Bayezid Han

 Beyaz atlı savaşçı

Anlatılan o ki; zamanın birinde Yıldırım Beyazıd savaşa gitmiş. Yıldırım Beyazıd’ın damadı olan Emir Sultan ise Bursa’dan ayrılmamış. Bu duruma Yıldırım Beyazıt’ın karısı ve Emir Sultan’ın kızı çok içerlenmiş. Hatta karısı, Emir Sultan’a “Sana yakışıyor mu? Babam harp meydanında savaşıyor, sen buradasın” diye isyan etmiş. Emir Sultan da “Hanım bizim harbe gidecek zamanımız henüz gelmedi. Allah kısmet eder, izin verirse, o zaman da gelecek.” diye karşılık vermiş. Birkaç gün sonra çadırında otururken çadırın bir ucunu kaldıran Emir Sultan, karısına savaş meydanını göstermiş. Bakmışlar ki Yıldırım Beyazıd ayağından yaralanmış. Ordusu da yenilmek üzere, Emir Sultan karısına “Şimdi Allah’ın izniyle babana yardıma gidiyorum” diyerek hanımının başörtüsünü almış ve ortadan kaybolmuş. Bu sırada savaş meydanın da beyaz bir atlı belirmiş. Beyaz atlı savaşçı, önüne çıkan düşmanı perişan etmiş. Kaybedilmek üzere olan savaş zaferle sonuçlanmış. Emir Sultan, evden çıkarken karısının başından aldığı çevreyi de Yıldırım Beyazıd’ın ayağına sarmış ve ortadan kaybolmuş. Zafer dönüşü Bursa’ya gelen Yıldırım Beyazıd, ilk iş olarak damadı Emir Sultan’ı huzuruna çağırmış. Hiddetle “Ben senin gibi karısının koynundan çıkmayan zavallı bir damat istemiyorum. Benim damadım halk meydanında düşmanı perişan eden o beyaz atlı gibi bir yiğit olmalıydı.” demiş. Emir Sultan, af dilemekle yetinip, beyaz atlının kendisi olduğunu açıklamamış. Orada bulunan Hundi Hatun, babasının bacağına sarılı olan örtüyü hemen tanımış. “Hayır baba! Bacağınızdaki çevreye bakın, o benim çevrem” demiş. Padişah bacağındaki çevrenin kızına ait olduğunu öğrenince kendisine yardım edenin Emir Sultan olduğunu anlamış.

Bir atlarsın Çekirge, iki atlarsın Çekirge…

Efsane bu ya; bir zamanlar Bursa’da “Çekirge” adında fakir bir adam yaşarmış. Bu adamcağız, sabahtan akşama kadar hamam kapısının önünde bekler, sadaka dilenirmiş. Günün birinde hamamda kadınlardan biri küpelerini kaybetmiş. Bütün hamam telaşla kadının küpelerini aramaya başlamış. Çekirge, kadına “Yıkandığın kurnanın yanında ufak bir delik var, dökülen saçlarına sarılı olarak küpelerin orada durmaktadır” demiş. Hamamdaki bütün kadınlar büyük bir heyecanla koşmuşlar, Çekirge’nin dediği yerde küpeleri bulmuşlar. Bu olaydan sonra herkes ona gelecekle ilgili sorular sormaya başlamış. Zamanla ünü o kadar yayılmış ki bu ün Sultan Murad’ın kulağına gitmiş. Padişahın huzuruna getirilen Çekirge, kendisine sorulan iki soruya mükemmelen cevap vermiş. Sıra üçüncü soruya gelince Sultan Murad, kapalı olan elini ona doğru uzatıp “Söyle bakalım elimde ne var?” diye sormuş. Böyle bir soru beklemeyen adam bir süre düşünmüş ve çaresizliğe düşerek “Bir atlarsın Çekirge, iki atlarsın Çekirge…” derken padişah elini açmış ve elinden bir çekirge atlamış. Bu olaydan sonra kendisine Çekirge Sultan lakabı verilmiş ve padişahın baş müneccimi tayin edilmiş.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri
Yeni Kaplıca, Kükürtlü, 1890

Bursalıların “iyi” bildiği…

Bir söylenceye göre; günümüzde kullanılan kaplıcalardan olan Karamustafa Kaplıcası’nın adı, Bursa’da yaşayan, çok sevilen, iyi tanınan ve iyi bilinen yaşlı bir zattan emanetmiş. Adı “Kara Mustafa Sultan”ın olan bu zat; aksakallı, evliya kişilikli bir adamcağızmış. Son derece iyi bir insan olarak bilinen ve anlatılan bu kişiden hiç kimseye kötülük gelmezmiş. Hatta söylenen o ki; ondan bir ricası olan insanlara da elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışırmış. Kaplıcada adak adayanlar ve dileği gerçekleşenler daha sonra hamamı kapatır, kendi komşu akraba ve tanıdıklarını hamama götürürmüş.

Gönül alan hatıra

Rivayet odur ki; 6 Nisan 1326 yılında Bursa’nın fethinden sonra devletin ileri gelenleri Orhan Gazi’nin huzuruna varıp, başarısından dolayı kendisini tebrik ederlermiş. Onu kutlayanlar arasında Baba Sultan’ın (Geyikli Baba) olmayışını fark eden Orhan Gazi bu duruma çok üzülmüş. Orhan Gazi’nin üzüldüğünün haberini alan Baba Sultan da zaferi kutlamak için sırtına bir kavak fidanı alıp çıkmış yola. Gitmiş, o fidanı, Osmanlı ordularının şehre girdikleri yere dikmiş. Derler ki o fidan; bugün Bursa Hisar içi olarak bilinen bölgedeki Kavaklı Caddesi üzerinde, Kavaklı Cami’sinin hemen önünde bulunan ağaçmış.

Rivayet odur ki…/Bursa efsaneleri

Kaynak: Bursa İl ve Kültür Turizm Müdürlüğü

Legend has it…

Myths are born out of imagination, shaped by going the rounds, and spread like Chinese whispers… They ground on ancient times, most esteemed personalities and pass down to generations. Various tales have been told since dawn of humanity… Legends from which Bursa has its share…

Famous for its awliya, the city of Bursa hosts countless myths… These legends include a huge canon with diversified content from Karagöz and Hacivat to world-famous bathhouses. Such myths conceal information with regard to foundation of the city, origin of names of quarters, contributions by local personalities or mysteries of historical buildings. Some myths are told by young and old alike, whereas some others are less widespread.

Most popular Turkish legends such as epic of Oghuz, myth of Ergenekon, Greek myths with abundance of gods, Indian legends still cherished as feasts and festivals, and many more… The history of each nation is full of its genuine epics… They tell how universe came into existence, as well as creation of man… They may serve as a basis for both still-extant superstitions, or even national celebrations or mourning… They are either tales fabricated by kings, sultans or rulers so as to frighten their subjects for absolute dominance, or even by people who want to believe in miracles… Or maybe, who knows, they are completely true…

Seal of Solomon, Heaven of Balkis

Once upon a time, there was a “Holy Solomon” within each Solomon. He had the light of prophethood on his front, and crown of sovereignty on his head. Allah bestowed him a talismanic seal, hitherto known as “Seal of Solomon.” Thus, he could reign over nature. His throne was neither golden nor ivory; it was a palanquin made by jinn or nymphs. Thus, he wandered all around the world, shared joy and grief of anyone. Someday, he sat on his throne; he took a vizier on his right and another on his left and took off. Heavens and mountains bent down, the roads melted away. In the blink of an eye, he reached at the summit of Uludağ, the mountain of mountains. There he saw that the mountain had one piedmont of sound, one of colour, one of water and one of light… “Behold what the Lord creates,” he said… He turned to vizier on his right and asked: “Oh my vizier! You travelled and saw a lot. How do you think these places are?” The right vizier answered: “O my Sultan; Allah bestowed all beauties for here, but what’s good of it if there is nobody to see, hear, visit and smell them?” Thereupon, Solomon impressed his seal on these words. Then, he returned to his left vizier and asked: “O my vizier! You travelled a saw a lot. Is there any beauty superior to this all around the world?” “There is, my sultan,” responded the left vizier. “The voice of singing birds is beautiful; nevertheless, human voice that embraces the plateaus of heart is more beautiful. Sparkling water and bright skies are beautiful; none of them however, can talk about moon and appear with the day, as the sublime Sultan.” Solomon impressed his seal on these words, too, before taking the floor: “Oh my viziers! Man is lacking in these places; first of all, their beauty would not fade away if there were somebody to see and hear it. Secondly, human beauty, which is superior to any other beauty, would thus have joined them. Now, you make a point on these words of mine: Let’s make these plateaus our land, build palaces with mansions, gardens and streams… Let’s set here the throne of most beautiful Balkis and place any rose and nightingale she likes.” Before viziers could say a word, a stone find its tongue and began to groan: “Balkis, Balkis.” Thereupon, Solomon immediately gathered his fairies for a talk, but one nymph understood his intention. Thereupon, she began to speak: “Oh Solomon! Once upon a time, a tribe known as ‘Tribe of Soul’ settled hereabouts, but another tribe, called ‘Tribe of Jinn’, set sight on these lands. They fought for a thousand years; in the end, neither could seize the city. A flood arrived and submerged it. Lakes on piedmonts are actually ponding waters following the flood. That city is now beneath one of these ponds.” Hearing these words, Solomon marked his seal. Viziers also underlined it. Thereupon, nymphs dived into water, discharged all water and revealed the city of souls. Mountain nymphs climbed up the hills and brought marble stones, posts in order to build a palace. They were preoccupied with the mansion, garden and streams, while Solomon sent word to four corners of the world on the wings of birds and called over anyone with hazel eyes. Whoever has hazel eyes came and settled in the city. Sultan Balkis also arrived in her palace and snug down her throne. The city became a true city. Right vizier saw through his right eye: “Thus is the heaven,” he said. The left vizier was a bit hard of hearing. Therefore, he mistook the words as “Bursa is the heaven.” Since then, the name “Bursa” stuck with the city.

Secret of Murad I

According to the myth, Sultan Murad I worked as a labourer in the construction of the mosque he had built. In those days, King of Serbs sent his envoy for Bursa. The envoy found Murad I working at building site, before telling he was sent by Serbian King who called Ottomans for battle. Sultan got angry: “Look here! I am building the house of Allah here; do not force me for battle before the construction is over; otherwise, I put out the eyes of your King.” He wagged his finger at envoy during the speech. Having returned his homeland, the envoy arrived at palace to inform his King; whereupon he found out that both eyes of the king were put out, with stains of mortar around.

Cavalry on white horse

Once upon a time, Sultan Bayezid I went for a war. His son-in-law Emir Sultan, however, remained in Bursa. His wife, who is also daughter of Bayezid I, was resented such attitude of her husband: “Are you such a person? My father fights on battlefield and you are here.” Emir Sultan answered: “My dear, time is yet to come for me to go to war. Once Allah allows and ordains, that day will come.” A few days later, Emir Sultan, sitting in his tent, raised the an edge slowly and showed the battlefield to his wife. They saw Bayezid I injured on his foot. Ottoman Army was on the verge of defeat, whereupon Emir Sultan stoop up and said his wife: “Now, by Allah, I am going to help your father.” He took the headscarf of his wife and disappeared. At that moment, a cavalry on a white horse appeared on battlefield. The champion defeated whoever faced him. The battle, once on the verge of a defeat, turned into a victory. Emir Sultan wrapped the headscarf of his wife on the injured foot of Bayezid I and disappeared. On his return from victory to Bursa, Bayezid I immediately called for his son-in-law Emir Sultan and yelled: “I don’t want a poor son-in-law like you, who cannot leave the bosom of his wife. My son-in-law must have been like that valiant cavalry who devastated our foes on the field.” Emir Sultan simply apologised and did not reveal that the valiant cavalry was himself. Hundi Hatun, present in the scene, recognised the scarf around the foot of her father: “No, dad! Look at the scarf on your leg; it is mine!” Finding out that the scarf really belongs to his daughter, Bayezid I understood that it was Emir Sultan who helped him.

Grasshopper hops once, twice…

Legend has it that once upon a time, a poor man called “Grasshopper” (Çekirge) lived in Bursa. This poor guy used to wait at the door of bathhouse, asking for alms the whole day. Someday, a woman lost her earrings at bathhouse. Everybody began to look for her rings in haste. Grasshopper turned to woman and said: “There is a tiny hole next to the basin where you bath; your earrings are there, wrapped by your lost hair.” All women around rushed to the place and found earrings on the exact spot informed by Grasshopper. Thereupon, everyone began to ask questions to him about future. In the course of time, his fame even attained Sultan Murad. Grasshopper, brought before the Sultan, gave perfect answers to two questions. As for third question, Sultan Murad extended his fist towards Grasshopper and asked: “Tell what we have here!” Not expecting such a question, Grasshopper felt helpless and responded: “Grasshopper hops once, twice, but…” At that moment, Sultan opened his fist and a grasshopper jumped out. Thereupon, the man was nicknamed as Sultan Grasshopper and appointed as the chief soothsayer of Murad.

“Well-known” by locals of Bursa…

According to a myth, Karamustafa Thermal Springs, one of present spas in Bursa, is named after an elderly, well-known man who lived in Bursa, and cherished by locals. This “Kara Mustafa Sultan” had whitebeard and character of a wali. Known for his good manners, he never harmed anyone. So much so that he tried to help everyone whoever asked something. Those who made sacrifices and had their wish fulfilled eventually came to bathhouse with their own relatives and acquaintances.

Pleasing souvenir

According to legend, following the conquest of Bursa on 6 April 1326, Ottoman notables came into presence of Orhan Ghazi in order to congratulate him for his achievement. Finding out that Baba Sultan (Geyikli Baba) was not among attendants, Orhan Ghazi felt very sad. Learning about the grief of Orhan Ghazi, Baba Sultan hit the road with a seedling of poplar on his back. He proceeded and planted the seedling at where Ottoman armies entered the city. Legend has it that the seedling is today the poplar tree just in front of Kavaklı (Poplar) Mosque on Kavaklı (Poplar) Avenue in so-called Hisariçi district.

Reference: Provincial Directorate of Culture and Tourism, Bursa

Başa dön tuşu