Sahi ne oldu o esas kıza?
Yeşilçam’ın ardında bıraktığı 100 yılı nice hatıralarla dolu… Şuh kadınların, kötü kalpli adamların zalim kahkahaları ya da duyduğu anda insanın boğazını düğümleyen, gözlerini nemlendiren melodiler… Kabarık saçlı güzeller güzeli artistler, kaytan bıyıklı jönler, tatlı-sert babalar, çilekeş anneler, zengin kızlar, fakir oğlanlar…
Hatırlar mısınız? Bir zamanlar “fakir ama gururlu gençler” vardı. O zamanlar saadet parayla olmazdı. Büyük acılar yüzünden saçlar bir gecede beyaza döner, esas oğlanın karşısına çıkan kötü adamlar bir yumrukta yerlere serilirdi. Âşıklar senede bir gün “o ağacın altında” buluşur, aşklarını itiraf ederlerken birbirlerine değil bize doğru bakarlardı. Yaşımızın yettiği, aklımızın erdiği kadar izleyip takip ettik onları. Birlikte ağlayıp birlikte güldük yıllarca. Bugün televizyon ya da internette bulup izlediğimiz filmleriyle hala yeri geldiğinde gözyaşlarımızı tutamıyor yeri geldiğinde kahkahalarımıza engel olamıyoruz. Onları zamana yenik düşürmüyor, popüler kültürde bile yaşatarak, hafızalara kazınan repliklere, unutulmaz sahnelere günlük hayatımızda yer veriyoruz.
Yeşilçam bu etkisini her bir film için canla başla çalışan, yönetmeninden ışıkçısına dev bir ekibe olduğu kadar, bir kısmı tiyatro kökenli, bir kısmı hayatını tamamen sinemaya adamış oyunculara da borçlu. Hulusi Kentmen, Vahi Öz, Suna Pekuysal, Nubar Terziyan, Ali Şen, Mualla Sürer, Münir Özkul, Adile Naşit, Şener Şen, Cevat Kurtuluş, Müjdat Gezen, Öztürk Serengil, Feridun Karakaya, Bediha Muvahhit, Neriman Köksal, Mürüvet Sim, Güzin Özipek, Hayati Hamzaoğlu, İhsan Yüce, Kadir Savun, Kamuran Usluer, Necdet Tosun, Necdet Yakın, Reha Yurdakul, Renan Fosforoğlu, Sami Hazinses, Toto Karaca, Yıldırım Önal, Ayşen Gruda, Perran Kutman, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Mete İnselel ve daha niceleri… Kim bilir daha önce hiç görmedikleri, tanışmadıkları kaç kişinin annesi, babası, dedesi, ablası, ağabeyi, dayısı, kardeşi oldular?
Saymakla bitecek gibi değil ki… Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Ediz Hun, Ahmet Mekin, Tarık Akan, Kadir İnanır, Ekrem Bora, Murat Soydan, Kartal Tibet, Engin Çağlar, Cüneyt Arkın, Sadri Alışık, Yılmaz Güney, Aytaç Arman, Salih Güney, Orhan Günşıray, Mesut Engin, Serdar Gökhan, Tanju Gürsu, İzzet Günay, Fikret Hakan, Kenan Kalav, Dilaver Uyanık, Tamer Yiğit, Kenan Pars, Bulut Aras, Cahide Sonku, Belgin Doruk, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Fatma Girik, Gülşen Bubikoğlu, Itır Esen, Aydan Şener, Bahar Öztan, Müjde Ar, Perihan Savaş, Hale Soygazi, Meral Zeren, Feri Cansel, Esen Püsküllü, Figen Han, Zerrin Egeliler, Zeynep Aksu, Çolpan İlhan, Pervin Par, Sezer Sezin, Arzu Okay, Necla Nazır, Selma Güneri, Fatma Karanfil, Deniz Türkali, Fatma Karanfil, Mine Mutlu, Selda Alkor, Necla Nazır, Selma Güneri, Fatma Belgen, Perihan Savaş, Nilüfer Aydan… Kimlerin hayallerini süslediler, rüyalarına girdiler, kimlere örnek oldular kim bilir? Ayşecik, Ömercik, Sezercik, Gülşah… Acı dolu hayat hikâyelerini izleyen anne-babaların hiç dokunmadıkları halde bağrına bastığı, küçüklerin kardeş saydığı, Yeşilçam’ın çocuk yıldızları…
Ya kötülük? Yeşilçam’ın pembe dünyası üzerinde az mı dolandı kara bulutlar? Erol Taş, Feridun Çölgeçen, Hüseyin Baradan, Saadettin Erbil, Önder Somer, Ahmet Tarık Tekçe, Atıf Kaptan, Senih Orkan, Necip Tekçe, Turgut Özatay, Kudret Karadağ, Süheyl Eğriboz, Macit Flordun, Coşkun Göğen, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Peyda, Danyal Topatan, Bilal İnci, Kazım Kartal, Sırrı Elitaş, Nuri Alço, İhsan Gedik, Eray Özbal, Yadigar Ejder, İbrahim Kurt, Aliye Rona, Lale Belkıs, Sevdağ Ferdağ, Diclehan Baban, Suzan Avcı… Az mı çekti esas kızlar, esas oğlanlar onlardan? Bir kısmının adı hatırlanmasa bile attıkları gaddar bakışlar, fettan kahkahalar ve yaptıkları hain planlarla beyazperdede “kötü” izler bırakanlar onlar…
Acı-tatlı hatıralarıyla rengârenk bir geçmişe sahip, uçsuz bucaksız bir rüya Türk sineması… Sihirli perdede biriken sayısız anısı, kazançları, kayıpları, unutulmayan sözleri, müzikleri, güzelleri, yakışıklıları, çocuk yıldızları, aşçı-uşak-dadı-hizmetçi ve şoförleri, kötü adamları, fettan kadınları ile ardında bıraktığı 100 yıla meydan okuyan büyük bir değer… Zaman geçiyor, teknoloji ilerliyor. Eski imkânsızlıklar yerlerini modern imkânlara, teknik gelişmelere bırakıyor ama Yeşilçam’ın biraz güldüren, biraz hüzünlendiren buruk tadının yerini hiçbir şey tutamıyor. Sevgililerin, şimdi izlerken anlam veremediğimiz fedakârlıkları, çoğu mutlu sonla biten filmlerde sevdiği adama kavuşamadan önce kötü adamların kurduğu tuzaklara düşen esas kızlar; sevdiği kız için ölümü göze almaktan çekinmeyecek kadar gözü kara, mert, yakışıklı delikanlılar… Bir araba kazasıyla hayatı değişen, bir anda kör olan ya da gözleri açılanlar… Türk sineması, zaman içinde birçok değişim geçirmiş, en modern teknolojilerle gelişmeye devam ediyor olsa da Yeşilçam’ın masum yıllarından hatıra bu detayların yeri doldurulamıyor.
Sinemanın büyülü dünyası bu sanata hayatlarını adamış, yıllarını vermiş emekçilere olduğu kadar, seyircileri de içine almaya yetecek kadar büyük. Herkesin yerinde olmak istediği esas kızların, esas oğlanların çoğu yok artık. Ama onlardan geriye kalanlar Türk sinemasının dopdolu geçmişini, nesillere aktarılacak olan tarihini oluşturuyor. Yeşilçam’ın 100 yıllık tarihine varabilmek için önce sinemanın Türkiye’ye gelişine uzanmak gerekiyor. Ülkemizde sinemanın Osmanlı Dönemi’ne dayanan tarihi 2. Abdülhamit döneminde sarayda yapılan gösterimlerle başladı. Kısa metrajlı filmlerden uzun metrajlı filmlere geçiş sürecini İstiklâl Savaşı döneminde yapılan birkaç film ve sonrasında Muhsin Ertuğrul’un imzasıyla çekilen diğer filmler takip etti.
Türk tiyatrosunun da kurucularından kabul edilen Ertuğrul bu çalışmalarıyla Türkiye’de sinema alanında da ilkleri gerçekleştirdi ve bu sayede sinema tarihinde 1922 – 1939 yılları arasında film yapan tek kişi oldu. Dünyanın en çok film çeken yönetmenlerinin bulunduğu ülkemizde tek rekor bu değildi elbette. Türk sinemasının görkemli tarihi boyunca geçen yıllar içinde Türkan Şoray, kadın oyuncular arasında en çok film çeken oyuncuyken, erkeklerde bu rekor Cüneyt Arkın’a aitti. Senaryo yazarları arasında bulunan Safa Önal ise yazdığı 395 civarı senaryo ile Guinnes Rekorlar Kitabı’na girmeyi başardı. Türk sinemasının en değerli yönetmenlerinden biri olan Osman F. Seden, Türk sinemasında bir yıl içinde 300’den fazla film çekilmiş olmasında katkısı büyüktü.
Unutulmaz film müziklerine imza atan Cahit Berkay’ın yalnızca filmler için yaptığı beste sayısı 150’yi buldu. Yeşilçam tarihinde bir ilk de Metin Erksan’ın bir film çekimi sırasında yaşanan bir olaydan sonra taktığı “Godzilla” lakabını yıllarca taşıyan Selahattin Geçgel’di. Godzilla Selahattin Yeşilçam’ın bilinen tek set amiri olma özelliği dışında bir özelliği de filmlerde kullanılan ilk sis makinesinin, fünyenin, kendi imkânları dahilinde yaptığı jimmy jip’in ve daha birçok teknik malzemenin de sektörde kullanılmasını sağlayan kişi olmasıydı. Yeşilçam’ın arka plandaki diğer kahramanları olan dublaj sanatçıları da hatırı sayılır rekorlara imza attılar. Jeyan Mahfi Ayral, Adalet Cimcoz, Nevin Akaya, Toron Karacaoğlu, Abdurrahman Palay gibi isimlerin aralarında bulunduğu değerli seslerin yanı sıra filmlerde oyuncuların söylediği şarkıları seslendiren gizli kahramanlardan biri de Belkıs Özener’di. Yıllarca Türkan Şoray’dan, Filiz Akın’dan, Hülya Koçyiğit’ten ve daha birçok sanatçıdan dinlediğimiz şarkılar hep onun sesiyle hayat buldu.
Halka açık saray gösterimlerini Şehzadebaşı’nda “Milli Sinema” adıyla açılan ilk Türk sineması takip etti. Fuat Uzkınay’ın 14 Kasım 1914’te bir belgesel çekmesiyle de bu tarih Türk sinemasının doğum tarihi olarak kabul edildi. Uzkınay’ın daha sonra çektiği ancak tamamlayamadığı filmlerin ardından Sedat Simavi’nin çalışmalarıyla tamamlanan “Pençe” ve “Casus” isimli ilk konulu filmler çekilmeye başladı. Bu dönemde Muhsin Ertuğrul’un Almanya’dan dönmesi ve ilk özel film yapım şirketi olan “Kemal Film Şirketi”ni kurması Türk sineması için yeni bir kapı açtı. Ardı arkası kesilmeden filmler çekilmeye başladı. Halide Edip Adıvar’ın kitabından uyarlanan “Ateşten Gömlek” filminin oyuncu kadrosunda Bedia Muvahhit ve Neyyire Eyyir bulunuyordu.
Film, sinema tarihine bu özelliği ile ilk kez Türk kadınlarının oynadığı film olarak geçti. Sonraki yıllarda ortak yapımlar başladı. Türk, Yunan, Mısırlı oyuncuların bulunduğu, seslendirmelerinin yurtdışında yapıldığı filmler çekildi. Muhsin Ertuğrul’un en önemli filmlerinden kabul edilen “Bir Millet Uyanıyor”, ilk kez bir oyuncunun “ünlü” olduğu filmdi. Atıf Kaptan bu filmdeki rolüyle halk tarafından beğenilmiş ve tanınmış bir yüz haline geldi. 1934 yılında yine Muhsin Ertuğrul tarafından ikinci kez uyarlaması yapılan “Leblebici Horhor” filmi Türk sinemasına yurtdışından gelen ilk ödülü kazandırarak büyük bir başarıya imza attı. Çekimleri Bursa’da gerçekleşen ve Türk sinemasının ilk köy filmi olan “Bataklı Damın Kızı Aysel” filminin başrol oyuncusu ise Türk sinemasının “ilk kadın yıldız”ı Cahide Sonku’ydu. Yurtiçinde ilk resmi yarışma Yerli Film Yapanlar Cemiyeti tarafından 1948 yılında düzenlendi. Bu yarışmanın sonucunda filmlerin yanı sıra yönetmenler, senaristler, oyuncular, bestekârlar da ödüllere layık görüldü.
Yeşilçam sinema için önemli bir ifade haline gelene kadar Türk sineması birçok evreden geçti. Türkiye’de sinemanın bir sektör haline gelişiyle açılan film şirketleri o zamanlar tek bir sokaktaydı. 1940’lı yılların ortalarında yerleşmeye başladıkları sokağın adı ise Yeşilçam Sokağı’ydı. “Meşhur” olmak isteyenlerin aşındırdığı kapılar arttıkça alan genişleyecek, zaman içinde bu küçük sokak geniş bir semte adını verecekti. 50’li yıllar Türk sinemasının “Altın Çağı”nın başlangıcı oldu. Zaman içinde hızla artan yapımlar, keşfedilen oyuncular, ve senaryolar sektörün zirvesini yaşayacağı 60’lı 70’li yılların temelini attı. “Tiyatrocular Dönemi” olarak adlandırılan süreç sona erdi ve yerini “Sinemacılar Dönemi” aldı.
Yeni dönemin başladığının işareti de 1952 yılında Ömer Lütfi Akad’ın çektiği “Kanun Namına” filmiyle geldi. Artık sinema tiyatro etkisinden tamamen çıkmıştı. Bu filmle birlikte “Yıldız Dergisi”nin yarışmasını kazanarak dikkatleri üzerine çeken Ayhan Işık Türk sinemasına kazandırılmış oldu ve Türkiye’nin ilk büyük yıldızı olarak anılmaya başladı. Aynı yarışmada benzer kaderi Ayhan Işık ile paylaşan diğer isim de Belgin Doruk oldu. Asıl adının Zeynep Değirmencioğlu olmasına rağmen sektörden ayrıldıktan sonra bile “Ayşecik” olarak anılan ilk “çocuk yıldız” da bu yıllarda doğdu. İki yaşında girdiği sektörde çığır açan Ayşecik’i başka çocuk yıldızlar takip etti. Yine bu yıllarda Muhsin Ertuğrul tarafından Türk sinemasını ilk renkli filmi “Halıcı Kız” çekildi. Bu film aynı zamanda Ertuğrul’un son filmiydi.
Türk sinemasına silinmez izler bırakan isimlerin piyasaya girişi 50’li yılların ortalarında gerçekleşti. Osman F. Seden, Memduh Ün, Abdurrahman Palay… Artık sektör hareketleniyor, Türk sinemasındaki hızlı çıkış, yurtiçi ve yurtdışından ödüllerle taçlandırılıyordu. Metin Erksan’ın Berlin Film Şenliği’nin en büyük ödülü olan Altın Ayı’yı almaya hak kazanan filmi “Susuz Yaz” Türk sinemasının ilk büyük zaferiydi. Bu zaferi dünya genelinde Türkiye dışında kırılamayan rekorlar ve ödüller takip etti. Yeni filmler yeni başarıları, yeni yüzleri, yıllarca unutulmayacak yıldızları ardında getirdi. Bir yandan Türk sineması gelişiyor, yurtdışına taşan başarılara imza atıyor diğer yandan masum yüzlü güzel artistler, yakışıklı jönler yalnızca filmlerde değil, seyircilerin hayallerinde de başroldeydi.
“N’ayır, n’olamaz…”, “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da…”, “Senin annen bir melekti yavrum…”, “Amca, size baba diyebilir miyim?”, “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla…”
Türk sinemasının zirveye oynadığı 60’lı yıllar, kalitenin her seferinde biraz daha arttığı filmlerin arka arkaya vizyona girdiği bir dönem oldu. 50’li yıllarda başlayan yükseliş 60’lı yıllarda da hız kesmeden devam etti. 1963 yılında başlayan renkli filmler, hem piyasanın hem de hayallerin renklenmesini sağladı. Bu yılların bir özelliği de Türk sinemasının Amerikan sinemasının önüne geçmeyi başarmış olmasıydı. Çekilen film sayısı kalitesiyle birlikte artarken, yeni yüzler keşfediliyor, oyuncu olarak sinemaya adım atan isimler yönetmen koltuğuna oturmaya başlıyordu. Dönemin en popüler dergilerinin açtığı yarışmaları kazanan isimler sinema sektörüne kazandırıldı. Bugün sinemanın divaları, kralları, kraliçeleri kabul edilen isimler o yıllarda yeni yeni tanınmaya, dönemin ses yıldızları da sinema sektörüne dâhil olmaya başladılar. İç içe çekilen filmlerin türleri, çekildikleri dönemin ilgi alanlarına göre değişim göstermeye başladı.
Daha çok aşk temasının hâkim olduğu beyazperde, polisiye, tarihi, dini hatta fantastik olmak üzere her türden fazlasıyla filmle doldu. Çekilen film sayısının 240’a ulaştığı 1966 yılına gelindiğinde Türk sineması dünya çapında uzun metrajlı film çekimi konusunda 4. oldu. Elbette yapılan filmlerin tamamı kaliteli ve başarılı değildi ama verilen emekler de boşa çıkmıyor, hareketlenen sektör yeni çalışma alanları yaratıyor, sinema sanatı değer kazanmaya devam ediyordu. 1964 yılında Türk Film Prodüktörleri Cemiyeti’nin Antalya Belediyesi ile ortak olarak düzenleyerek yıllar içinde geleneksel hale gelen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ilki düzenlendi. İki yıl sonra oyuncu Yılmaz Güney’in yönetmen olarak ilk kez çektiği film “At, Avrat, Silah” gösterime girdi.
Edebiyatın önemli eserleri sinemaya uyarlandı. Türk sineması kendi içinde görüş ayrılıklarına neden oldu. Özgün yapımlar, gelişen oyunculuklar, her biri kendi derdini, kendi diliyle anlatmak için kendi yöntemlerini kullanan yönetmenler sanatın yaratıcılıktaki sınırsızlığıyla harmanlandı. O yıllarda oynadıkları rollerle, kullandıkları repliklerle, yaptıkları filmlerle sinema tarihine altın harflerle kazınan isimler oldu. Turist Ömer Sadri Alışık, Altın Çocuk Göksel Arsoy, Malkoçoğlu Cüneyt Arkın, beyazperdenin sultanı Türkan Şoray bunlardan yalnızca birkaç tanesiydi. 70’li ve 80’li yıllar arasında sinema, ülkenin bulunduğu siyasi, ekonomik, sosyolojik gelişmelerden etkilenerek köklü değişiklikler yaşadı. Televizyon sinemanın yerini yavaş yavaş almaya başlamış, hızla evlere giren küçük kara kutular, beyazperdenin sihrine göz dikmişti. Ama sinema yine de var olmaya ve birçok dalda, yurtiçi ve yurtdışı ödüllere layık görülen filmlerle yaşamaya devam etti. Piyasayı hareketlendirmek adına yapılan filmleri, televizyon kanalları için çekilen filmler takip etti. Girilen krizlerden en az şekilde etkilenmek adına verilen emekler zaman zaman boşa çıkmış gibi görünse de, Türk sinemasının bugün geldiği son nokta ve vaat ettiği parlak gelecek umut verici. Özellikle son yıllarda dünya çapında başarılar kazanılıyor.
Yeşilçam sokağından o kadar çok isim geçti, Türk sinemasına o kadar çok isim emek verdi ki; tamamını sayabilmek, hepsinin ismini eksiksiz olarak anabilmek neredeyse mümkün değil. Ülkemizde sinema tüm gücü, hızı, imkânları, git gide artan başarılarıyla ve geçmişten atılan temellerin izinde devam ediyor. Bize de bu başarılarla övünmek ve emekçilerine, seyircilerine, kendinden sonraki nesillere bıraktığı tatlı hatıralarla bugünkü Türk sinemasının temelini atan Yeşilçam’ın o eski yıllarını tatlı bir tebessüm, saygı ve özlemle hatırlamak kalıyor. Biz ağlamıyoruz ki, sadece gözümüze toz kaçtı.
Mutlu Son.