“Seyahatname’deki Bursa…”
İpek yurdu, büyük şehir, diri ve kadir olan tanrının nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti, Bursa…
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi bu aralar elimden düşmüyor. En çok da nelerin değiştiğini merakla okuyorum. Özellikle Bursa’yla alakalı kısmını da sizlerle paylaşmak istedim. Yazımda Seyahatname’nin Bursa ve çevresindeki yemekle alakalı bölümlerine değineceğim.
Evliya Çelebi’nin seyahatlerine ilk başladığı şehir Bursa’dır. 1050 senesi Muharrem ayının ilk Cuma günü (23.04.1640) kuşluk vakti İstanbul Sarayburnu’ndan bindiği bir yelkenliyle başlar tüm hikâye… Bindiği yelkenlide o devrin meşhur simaları da vardır; Sultan İbrahim Hanı’ın Karcıbaşısı Sefer ağanın tamburcusu, santurcusu(santur çalan kişi), neyzen ve kemençecisi yanı sıra da Sadrazam Kara Mustafa Paşa’nın Ulak Kara Recep Ağası’nın bir cöğürcüsü (çalgıcı) ve iki hanendesi yolculuğuna eşlik eder. Yolcular Çelebi’ye gelip “Gelin sizinle bu gam girdabında üzüntünün verdiği karşıtlığı yok etmek için bir segâh faslı eyleyelim” diye hakir tahrik edince fasıl ve yolculuk başlar…
Çelebi’nin çıktığı bu ilk seyahatte ilk durak Mudanya’dır. Ve gurbet ellerinde ilk cuma namazını kılmak onun deyişiyle bu şehre nasip olur. Mudanya’nın bağının bahçesinin çokluğundan yanı sıra da incirinden, üzümünden, üzüm şırasından ve sirkesinden bahseder. Sirkesinden bahsederken “sirkesi meşhur olup dünyaya sirkesi yayıldığından belde isimleri içinde bu şehre “Dârıhal” derler.” diye yazar Evliya Çelebi.
Mudanya’dan etrafı gezerek altı saatlik bir yolculukla ipek yurdu, büyük şehir, diri ve kadir olan tanrının nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti diye adlandırdığı Bursa’ya varır. Öncelikle Bursa’nın kalesine ve Keşiş Dağı’nın efsanesini anlatır. Sonra Bursa’nın imaretlerinden, hâkimlerinden, aşağı kalesinden, camilerinden, hanlarından, medreselerinden, tekkelerinden, tüccar hanlarından, kervansaraylarından, bekar hanlarından, çeşmelerinden, değirmenlerinden, hamamlarından, çarşı ve pazarlarından, kahvelerinden, köprülerinden, mesirelerinden, yaylalarından, tatlı havası ve suyundan, yiyeceklerinden, sanayisinden, geçmiş padişah ziyaretlerinden, alimlerinden ve seçkin maarif sahiplerinden bahseder… Bunların çoğunun şimdilerde günlük yaşam koşuşturmamız ve değişen yaşam koşullarımız içinde yok olduğunu görmek kentimiz tarihi açısından ne kadar da üzücü…
Çelebi’nin notlarında Bursa’da 23.000 hanenin içerisindekinin yanı sıra 2060 adet çeşme bulunmaktadır. Keşiş Dağı’ndan gelen suların kaynağı 17 adettir. Bunların en önemlisi Pınarbaşı’dır. Pınarbaşı’dan başka Şeker Kaynağı, Selam Kayası Kaynağı, Kral Kaynağı, Murad Dede Kaynağı gibi meşhur kaynakları vardır. Ağız tadı olanlar bu 17 kaynaktan ve nice yüz çeşmeden su getirip içip safa ederler. “Kısaca Bursa demek, sudan ibaret bir sözdür” diyerek su bölümünü noktalar.
Çarşılarının hepsinin 9000 dükkân olduğunu, kuyumcular çarşısı haricinde Gazazlar (iplikçiler), Kavukçular, Takyeciler, İpekçiler, Bezazlar(manifaturacılar), Terziler, Hallaçlar (pamukçular) Çarşısı’ndan, Hamhalet Çarşısı’ndan, Gelincik Çarsısı’ndan, Uzun Çarşı’dan, Kebapçılar Çarsısı’ndan, Bakkalar Çarşısı’ndan ve Yemiş Pazarcıları Çarşısı’ndan bahsederek hem ticaretin ne kadar gelişmiş olduğunu hem de ürün çeşitliliğinin çokluğunu gözler önüne serer.
Evliya Çelebi’nin övgüyle bahsettiği bir diğer husus da Bursa kahveleridir. Bu kahvelerin aynı zamanda birer irfan yuvası olduğundan bahseder. Kahvehanelerin yanı sıra herkesçe meşhur olan 97 adet bozahanelerinden bahseder ve “hiçbir diyara mahsus değildir ” diyerek de yere göğe sığdıramaz. Şimdilerde şehrimizde hiç bozahanenin olmayışı da ayrı bir üzüntü verici husustur. “Pak çinili, nakışlı tavanlı ve kargir sofalı biner adam alır bozahane ve buzhaneler vardır ki temmuzda bodrum katlarında bozalarını buzlar üzerine koyup bozaları göğreyip (mavileşip) bozarıp soğuk olur, cüllap gibi pak bozası olur.” Diyerek anlattığı bozahanelerde çalgıcıların yanı sıra hoş ve tatlı boza sakileri de vardır. Bu sakilerin güzelliğinden ve bellerindeki Bursa’nın kırk kalem işlemeli peştamallarından da övgüyle söz eder. Seyahatname’deki Bursa yiyeceklerine övgüleri olduğu gibi aktarıyorum;
Bursa yiyeceklerine övgüler
Evvela has ve beyaz somunu İstanbul’un Tophane somunu lezzetinde ve beyaz çakıl ekmeği bir diyara mahsus değildir, beyaz katmer gül gibidir. Katmerişi, kâhisi, gözlemesi ve beyaz tandır kirdesi* de bu şehre mahsustur. Kirde kebabı** da gayet tazedir. Zira koyunları Keşiş Dağı’nda otlayıp yol zorlukları çekip zayıflamadan boğazlanırlar. Gayet semiz etleri olduğundan Kirde kebapları meşhurdur. Ve tahinlisi ve beyaz misk kokulu helvası…
İçeceklerinden Pınarbaşı’nın hayat suyu, 17 adet pınarlarının hayat veren suları, çeşit çeşit hoşaflar, renk renk şerbetleri, tantanalı ve mücevher Yemen kahveleri, ilik gibi süzme bozaları, Handan bey şerbeti, Tirelioğlu şerbeti, Karanfilli şerbeti ve Sücahoğlu şerbeti…
* Bursa ekmeği
** Kirde ekmeği ile yapılan bir nevi pideli kebap
Bursa’nın yiyecekleri hususunda bunları belirten Evliya Çelebi meyvelerini ve sebzelerine de ayrıca değinmiştir. Bursa’nın armudunun, çeşit çeşit sulu üzümünün, kaysısının, sulu kirazının, dutunun çok meşhur olduğunu ve kestanesinin yeryüzünde eşi olmadığını da notlarına ekler…
Geçtiğimiz yıl Evliya Çelebi yılı idi ve bu yıl Çelebi’nin Bursa seyahatinin 371. senesi oluyor. Yani 371 senede bir kısmını ele aldığımız seyahatnamedeki Bursa’dan bambaşka bir Bursa’da yaşadığımız aşikâr, kentimiz geleceğimiz, geleceğimizi kurarken geçmişimizi unutmayalım…