Sihirli diyarların sırlı kapısı
Karşılarına geçen her şeyi ve herkesi olduğu gibi yansıtırlar. Hatta bazen çok daha öteleri, başka dünyaları önümüze sererler. Kimi zaman acı gerçekleri yüzümüze vuran, sırlı, sihirli; bazen dost bazen düşman aynalar…
Şairlere, müzisyenlere, ressamlara, fotoğrafçılara ilham olan, son yılların modası “özçekim” akımının temellerini atan aynalar, masallarda hep sihirli olarak karşımıza çıkarlar. Başkahramanlarla konuşurlar, onlara geleceği gösterirler; akıl verirler, ne yapmaları gerektiğini söylerler. Gerçek dünyada ise bize tüm dürüstlükleriyle gördüklerini yansıtır, bizden de aynı dürüstlüğü beklerler. Küçük bir cam parçasının ardındaki “sır”rın elbet bilimsel bir açıklaması var. Ama aynaların masal ve hayal dünyalarındaki sihirli yerleri; merak edilen, farklı yorumlarla bambaşka anlamlar yüklenen, muhtemelen dünyanın son gününe kadar gizemini koruyacak olan büyük bir “sır”.
Boy aynaları, cep aynaları, el aynaları, dev aynaları; adını yansıtıcı yüzeylerinden alan düz aynalar, fenerlerde ve otomobillerde kullanılan, dışa doğru enerji dağıtarak çalışabilen parabolik aynalar, çukur ve tümsek olarak iki türü bulunan küresel aynalar… Lunaparklarda bizi şekilden şekile sokup eğlendiren, bize farklı yönlerimizi gösterip bazen korkutan aynaların tarihleri, insanlar kadar hatta insanlardan daha da eski. Parlak ve pürüzsüz cisimlerin ışığı yansıttığı fark edildiğinde önce Mısırlılar, Eski Yunanlılar, Romalılar ve İbraniler levhaların yüzeylerini cilalayarak madeni aynalar elde ettiler. Romalıların gümüşten, İskitlerin ve Etrüsklerin tunçtan yaptığı aynalara yenileri eklendi. Bazı kaynaklarda M.Ö. 212 yılında iç bükey aynaların ışığı bir noktaya topladığı keşfedilerek güneşle kavuşturduğu aynalar sayesinde, işgal sırasında Roma donanmasının yakıldığı yazıyor. Fenikeliler tarafından keşfedilen cam aynalar, 14. yüzyılın başlarından itibaren ilk kez Venedik’te görülmeye başladı. Bu camların arkalarındaki “sır” adı verilen madeni kaplama bir civa-kalay dolgusuydu. İlk modern aynalar ise 1903 yılında düz camı, gümüş ve altın folyo ile kaplayan Emil Bloch tarafından geliştirildi. Ayna üretiminin tüm dünyaya ulaşabilmesi, yüzyıllar önce yalnızca Venediklilerin bildiği bir sırrın, Fransızlar tarafından ortaya çıkarılması sayesinde oldu. Venedik’teki cam ustaları, ayna ve cam eşya fabrikalarının kurulduğu Murano Adası’nda tutuluyor, bu adaya başka hiç kimsenin girmesine izin verilmiyordu. Fransızların adadan 4 cam ustası kaçırmayı başarmalarıyla ayan yapımındaki sır ortaya çıkarılarak bir pazar haline geldi. Venediklilerden öğrenilen ve uzun süre devam ettirilen ayna üretimi yöntemi, 19. yüzyılda yerini, günümüzde hala kullanılan ve Alman kimyacı Justus Von Liebig tarafından geliştirilen yeni bir yönteme bıraktı.
Evrenin en değerli hediyesidir bir ayna. Kökeni Osmanlı Dönemi’nden gelen bir geleneğe göre verildiği kişiye “sana verecek, senden daha güzel bir hediye bulamadım” mesajını iletir. Ne diyordu masaldaki kötü kalpli, zalim kraliçe? “Ayna ayna, söyle bana! Var mı benden daha güzeli bu dünyada?” Oysa aynalar, türlü inanışlara göre bu basit sorudan çok daha fazlasını cevaplayabilecek güce sahip. Hatta öteki dünyadan varlıkları, bu dünyadaki varlıklarla buluşturacak güce. Örneğin bazı kültürlere göre aynaların bu dünya ile öteki dünya arasındaki sınırı simgelediğine, hatta farklı dünyalar arasında haberleşme sağladığına inanılıyor. Ruhlar âlemine açılan bir pencere olarak gördükleri aynalara bakarak gelecekten haberler alan Şamanlar gibi. Onlara göre bir ayna, karşısında duran insanın günahlarını, sevaplarını, iyilik ve kötülüklerini görüyor ve gösteriyor. Tabi bu farklı görüşler batıl inançları da beraberinde getiriyor. Gece aynaya bakmanın birçok inanışa göre uğursuzluk getireceği, kırılan bir aynanın uğursuzluğunun yedi yıl boyunca kıran kişiyi ya da kırıldığı evi terk etmeyeceği inancı gibi. Cenazenin üzerine ters ayna bırakma geleneğinin Anadolu’da bazı bölgelerde hala devam ettirildiği biliniyor.
Hayatımızın her yerindeki varlıklarını, ilk insanların suda fark ettikleri yansımalara borçlular. Daha sonra ise insanın biraz kendini görme merakı biraz da kendine olan hayranlığı sonucunda bugünkü hallerine kavuştular. Zaman içinde geliştirilerek dekorasyonun vazgeçilmez bir öğesi olup; evlerdeki, ofislerdeki, arabalardaki, hatta çantalardaki ve ceplerdeki yerlerini aldılar. Pamuk Prenses’in üvey annesinden bildiğimiz, mitolojik efsanelerde sıkça rastladığımız aynalar… Onları kandırmak mümkün değil. Ne görüyorlarsa onu yansıtıyorlar. Yüzünüzdeki çizgiler, sahip olduğunuz fazla kilolar, size yakışmayan bir saç modeli… Onlardan kaçmanız ya da bir şey saklamanız mümkün değil. Sizin göremediklerinizi görür, kendinize bile söylemeye cesaret edemediklerinizi pat diye seriverirler önünüze…
Yazı: Ferhan Petek