Simurg ile yedi dipsiz vadi
“Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix), Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş.”
Hangimiz yanıp tükenip sonra kendi küllerimizden doğmadan büyüyebildik, hangimiz dizleri yara almadan yol alabildi hayatın içinde? İlk adımlarımızda düşerken yanı başımızda annemiz vardı belki, oysa koskoca kadınlar olduğumuzda düştüğümüzü gören kimseler kalmadı etrafımızda. Tam her şey bitti derken nasıl yeniden ayağa kalktık, kendi yaralarımızı kendimiz sardık, kendi küllerimizden aslımızı yarattık. Bu yaratılış hikayesinin özünü sizlerle paylaşmak istedim, yeniden doğuş kavramının içsel boyutumuzdaki yankılarını birlikte duyalım ve geçmişteki yangınlarımızı, bizi biz yapanları anımsayalım.
Simurg, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş… Kuşlar, Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte O’nun huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi…
İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş. “Aşk Denizi”nden geçmişler önce.” “Ayrılık Vadisi”nden uçmuşlar.” “Hırs Ovası’nı aşıp”, “Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar.” Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle. Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşamış kimisi de…
Bu efsanede önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını özlemiş, Balıkçıl Kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yokoluş” da bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; Farsça’da Si-Otuz, Murg- Kuş” demekmiş… Onların hepsi Simurg’muş… Simurg’u beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürebilmekmiş.
Kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için; kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça, bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. İşte böyle zamanlarda bizi yere düşüren, yakıp kül eden ne varsa yenilmeden yeniden doğmak için küllerimizden her biri aslında kıymetlimiz olan acılarımızdan ders almayı öğrenmekmiş bizi büyüten. Büyüdükçe daha az yara almamızın, canımızın daha az ama daha derinden yanmasının sebebi aştığımız her vadide biz olmayı öğrenebilmemizmiş.
Bize gül bahçesi vadeden nice sahte vadiden geçtik zaman içinde ve durup dinlenmek istediğimiz her vadide biraz daha yara aldık, yandık kül olduk. Zamanla öğrendik ki her yenilgi yeni bir zafer içinmiş ve her yok oluş bizi aslımıza erdirmek için tüketmiş.
Şimdi geride bıraktığımız vadilerde kalan küllerimizden doğdukça, kendimizi tanımaya başlıyoruz. Ve Kaf Dağı’nın ardında aradığımız gerçekliğin içimizde olduğunu öğrenerek kendi gerçekliğimizi doğurarak büyüyoruz. Bu sebeple bizi yakıp yok etmek isteyen her şeye teşekkürler, aslında onlarla büyüyoruz.
Yazı: Dilek Şen