Son “bahar”
Üçü gitti birisi kaldı. Şimdi sıra yine “Sonbahar”ın… Mevsimlerin en sarısı; hüznü, yalnızlığı ve sessizliği paylaşmak için yine aramızda. Ormanların sarıya boyanma vakti geldi artık. Sonbahar hepimize yeni bir ruh verecek. Hüznümüz de öykümüz de iyiden iyiye sararacak…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Günlerden bir gün Toprak Ana, evinde yalnız yaşıyormuş. Yalnız yaşamak zormuş, bu yüzden canı çok sıkılıyormuş. Bir gün kalkmış, Gök Kral’a misafirliğe gitmiş. Sarayın kapısına varınca, gürültüler, patırtılar duymuş. Kapıdaki nöbetçiye, ne olduğunu sormuş. Nöbetçi, “Ne olacak… Mevsim kardeşlerin gürültüsü… İkisi kız, ikisi oğlan dört yaramaz çocuk var. Kavga edip duruyorlar” deyince, “Onları bana gönderin. Ben yalnızım, biraz da benimle kalsınlar” demiş. Toprak Ana bunun üzerine evine dönmüş, mevsim kardeşleri beklemeye başlamış. Önce en küçük kardeş gelmiş. Pembe, beyaz saçlı, güzel bir çocukmuş. Toprak Ana’ya, “Benim adım İlkbahar, size ufak bir armağan getirdim” demiş ve çantasından tomurcuklanmış dallar, renk renk çiçek demetleri, cıvıl cıvıl ötüşen kuşlar çıkarmış. Çok geçmeden tombul, kırmızı yanaklı bir kız olan ‘Yaz’ gelmiş… Kardeşine, “Haydi çekil bakalım, bak ben geldim” demiş. Sonra o da çantasından çilek, kiraz, şeftali, erik gibi meyveler çıkarmış ve Toprak Ana’ya vermiş. Derken üçüncü kardeş gelmiş. Sarı, sapsarı bir çocukmuş. Toprak Ana’ya, “Benim adım Sonbahar. Yalnızlığı, sessizliği çok severim” demiş, sonra da kuşları kovmuş, her yeri sarıya boyamış. Ortalığa sessizlik çökmüş. Tam bu sırada dördüncü kardeş gelmiş. Çiçekleri, meyveleri dağıtmış, cebinden beyaz bir su çıkarmış, bu suyla her yeri beyaza boyamış. Bir yandan da, “Benim adım Kış” diye bağırıyormuş. Dört kardeş de Toprak Ana’nın evinden gitmek istememiş. Kavgaya tutuşmuşlar. Ortalık alt üst olmuş. Toprak Ana kızmış, “Beni dinleyin. Ya sırayla gelin, evimde üçer ay misafir kalın ya da gidin. Hepinizi birlikte istemiyorum.” Bunun üzerine mevsim kardeşler düşünmüşler. Aralarında anlaşıp “peki” demişler, sırayla Toprak Ana’ya misafir olmuşlar…
Sıra ‘Sonbahar’ın artık… Dört mevsim masalının sarı çocuğu Sonbahar; hüznü, yalnızlığı ve sessizliği paylaşmak için aramızda. Doğanın sarıya boyanma zamanı geldi artık. Ağaçlar, çayırlar, çimenler, patikalar, her yer yavaş yavaş önce kızıla sonra sarıya dönecek. Doğa, siyah beyaz günlere hazırlanacak ve çıplak bir kadın gibi kalacak. Makyajı silinmiş, saçları dağılmış ve yıpranmış, belki dalları kırılmış bir kadın gibi… Gökyüzünün yakıcı sıcaklığı yerini yağmurlara bırakacak ve göz önünde sadece doğanın iskeleti kalacak. Bundan sonra her şey dünyanın iskeletine ve değişen yüzündeki hüzne kapılmakla devam edecek. Metin Altıok anlatımıyla sonbahar, doyumsuz bir aşkın sonu olacak: Son “bahar”
Sonbahar-ki acının değişmez dipnotudur-
Sesinin solgun göğünde,
Küçük bir yıldızla bir harfi tutuşturur.
Savrulur her yana kavruk kelimelerle,
Yüreğini acıyla buruşturur.
Bakışının pasıyla zırhlanan dünya,
Binlerce pıtrak yapıştırır yüzünün kumaşına,
Sonbahar-ki doyumsuz bir aşkın sonudur.
Onu en çok anlatan kelime “hüzün”dür şüphesiz. Yalnızlığın simgesidir kimi zamansa. Renklerin en sessiz sedasızı sarı ile özdeşleşmiştir. İçten içe bir bekleyiş kaplar her yanı. Yürek bir deniz olsa, Sonbahar’da geriye sadece birkaç damla kalır. Bu yüzdendir 1986 yapımı Sonbahar şarkısının sözlerindeki tuhaflık… Sezen Aksu’nun yorumuyla daha da güçlenen şarkının söz ve müziği rahmetli Aysel Gürel ve Onno Tunç’a aittir:
Alır gider beni sarı rüzgârlarıyla sonbahar.
Gelir anılardan bir davet, çocukluğum canlanır.
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı bütün masallar.
Hani nerde o masum ve daha bozulmamış rüyalar…
Sedef sedef olur, açardı nilüferler.
Ve kanatları tülden fildişi kelebekler…
Bir martı misali tek başıma uçardım.
Hani nerde üstünde uçtuğum mor denizler…
Sevgiden saygıdan bir altın kafes ördüm.
İnançlarım kilit kilit oldu üstüme.
Aşıp bedenimi bendeki beni gördüm.
Hani nerde uğrunda azaldığım değerler…
Ellerim soğuk şimdi, üşüyor dudaklarım.
Göğsüne düştü başım, o çiçekten yılların…
Ey sonbahar… Son “bahar” Son “bahar”
Alır gider beni sarı rüzgârlarıyla sonbahar.
Gelir anılardan bir davet, çocukluğum canlanır.
Bir varmış bir yokmuş diye başlardı bütün masallar.
Hani nerde o masum ve daha bozulmamış rüyalar…
Gündüzler artık daha kısa… Geceler daha uzun. Güneş her zamankinden erken batacak ve daha az ısı, ışık verecek. Serin, yağmurlu ve rüzgârlı günlerin sayısı her geçen gün artacak. Ağaçların yaprakları sararmaya ve dökülmeye başlayacak. Çiçeklerin sayısı azalacak, etraftaki otlar ve çimenler neredeyse kuruyacak. Göçmen kuşlar güneye, yazlık elbiselerse dolaplara gidecek… Hepimizin bir parçası sonbahar olacak. Kimisi Attila İlhan gibi sahiplenecek Sonbaharı:
Nasıl iş bu?
Her yanına çiçek yağmış…
Erik ağacının,
Işık içinde yüzüyor.
Neresinden baksan,
Gözlerin kamaşır.
Oysa ben akşam olmuşum.
Yapraklarım dökülüyor.
Usul usul…
Adım sonbahar… Son “bahar”