“Su gibilerdi”

Genç adam, İç Koza Han’da bir yandan çay içiyor diğer yandan da fıskiyeli havuzun etrafında toplanmış, suyla oynayan çocukları seyrediyordu. Hepsi ne kadar güzeldiler… Suyla olan görünmez ilişkimizi düşündü birden.

 

Su ile bağımız ne kadar değişkendi; durumdan duruma, yaştan yaşa değişiyordu. Örneğin hiçbir yetişkin, şu havuzun “pis suyuna” elini daldırmazdı. Fakat çocuklar! Onlar, durmaksızın fışkıran, sonra köpük halinde dağılıp havuza düşen sudan heyecana kapılıyorlardı. Kesintisiz bir döngüydü bu! Ellerini suya değdirmekten, kendilerini ve yanlarındakini ıslatmaktan keyif alıyorlardı. 

Aslında yalnız onlar değil, burada oturan herkes, şu anda bu fıskiyeden çıkan suyla bir ilişki içindeydi. Onun rahatlatıcı, ferahlatıcı etkisi altındaydılar. Yalnızca bunun farkında değildiler.

Çocuklar da başka bir şeyden habersizdiler. Bir gün büyüyecekler ve yetişkin olmanın tabiatı, onları suyla oynamaktan alıkoyacaktı. Onlar da su gibi, girdikleri bu yeni kabın şeklini alacaklardı. Suyla oynayıp ıslanmak bir yana yağmurda ıslanmaktan bile ölesiye korkacaklardı.

Suyun başını tutma çabasındaki yetişkinlerin dünyasına girecekler ve artık onlar gibi ciddi işlerle (!) uğraşıyor olacaklardı. Bugünü yaşamadan, hep gelecekteki bir mutluluğun hayaliyle oyalanacaklardı. Genç adam, böyle kötümser düşüncelere kapıldığı için kendine kızdı bir an. Bu kadar da abartmamalıydı belki. Onların arasından da gücünü, potansiyelini güzellik ve sevgi üretme yönünde kullanabilen yetişkinler çıkabilirdi.

Düşünmeye ara verdi ve çocukları, o küçük elleri, küçük gövdeleri, küçük kolları, tertemiz saçları seyretmeye başladı. Bilim insanları haksız değillerdi; bir yerde su varsa hayat da var demekti! Peki ya suyun bol olduğu, fakat çocukların olmadığı bir yer olsaydı… Orada hayattan söz edilebilir miydi? Çocuklar yeryüzünde yaşam ümidini ayakta tutan canlılardı. Belki su gibi, belki ondan da çok…

Yazı ve Çizimler: Gökay Öngör

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu