Suya yazılan yazı

Sadece minicik bir damladır can bulup varolmamızın sebebi. Henüz ana rahmindeyken, savunmasız ama güvende tanışırız onunla… Bitkilerin, hayvanların, doğadaki hiçbir canlının yaşaması mümkün değildir onsuz…

İlkel kabilelerin inançlarında güneş ya da ateş nasıl ki kutsal ise su da öyleydi tüm tarih boyunca. Enerjisi hiç bitmeyen, mucizevi güçlere sahip olan su; bir tanrıydı onlar için. Suyun kutsallığı bütün dinlerde farklı biçimlerde yaşanıyor. Müslümanlar için içildiğinde şifa olacağına inanılan zemzem suyu vardır, Hristiyanlar için yeni doğan bebeklerini yıkadıkları kutsal vaftiz suyu… Budistler ise Ganj nehrinin kutsal sularında yıkanarak günahlarından arındıklarına inanırlar.

Bir doğu ülkesini ziyaretimde, dükkanların vitrinlerinde içi su dolu bardaklar dikkatimi çekti. Sebebini sorduğumda, bu sayede kötü enerjilerden korunduklarına inandıklarını söylediler. Su yaşamla öylesine özdeşleşmiş ki… Uzayda yaşam arayan bilim adamları bile o gezegende ilk önce su olup olmadığını araştırıyorlar. Çünkü ancak o varsa yaşam olabilir ya da oluşabilir. Sürekli hareket halindedir. Buharlaşır, yağmur olur, kar olur, yeryüzüne geri döner, nehir olur denizlere akar. Hiç durmadan çeşitli biçimlerde mucizeler yaratır yaşam kaynağımız.

Mavi

Fiziksel kuralları hiçe sayan mistik bir elementtir su. Dr. Masaru Emoto’nun bu konudaki deneyi bazı kesimlerce inandırıcı bulunmadı. Fakat yine de kafalarda soru işareti yarattı ve bir çoğumuza farklı bir bakış açısı kazandırdı. Dr. Emoto;  suyun cansız bir madde değil, duyguları algılayan kristallerden oluştuğunu kanıtladı. “Su çevresindeki pozitif ve negatif enerjilere göre tepki verir” diyen Emoto, yaptığı deneyde sevgi sözleri, minnettarlık gibi mesajlar iletilen su kristalinde; berraklık ve güzellik belirtileri gözlemledi. Tam tersi bir şekilde nefret ve kötü düşünce mesajlarının iletildiği su kristalinde ise, bulanık bir biçim oluştu. Bedenimizin yüzde altmışının sudan oluştuğunu, dünyamızın ise dörtte üçünün suyla kaplı olduğunu düşününce bu deney çok daha fazla anlam kazanıyor. Duygularımızın ve düşüncelerimizin aynı etkide olacağını düşünürsek, negatif düşüncelerin bedenimizi nasıl etkilediğini tahmin etmek çok da zor değil aslında…

Peki ya biz her damlasıyla bize hayat veren, yaşamımızın temel taşı olan suya nasıl davranıyoruz? Nehirlerimizi atıklarımızla kirletiyoruz. Denizlerimizi kimyasal maddeler salıyoruz. Tüm su birikintilerini çöpe boğup onların ruhunu yok ediyoruz. Su altında yaşayan masum milyonlarca canlıya ihanet ediyoruz. Su hareket halinde olmalı ki enerjisinden faydalanalım. Musluktan akan suya güvenimiz kalmadığı için onu şişelere, bidonlara, tanklara hapsediyoruz. Bizi rahatsiz etmesin diye akarsu yataklarını değiştirip onu beton kanalların içinde  akmaya mahkum ediyoruz. Kendi kendimizi hapsediyoruz aslında. Çok dostça davrandığımız söylenemez.

Doğaya zarar vermenin karşılığını alıyoruz yavaş yavaş. Doğal afetlerin korkunç sonuçlarıyla ve suyun yıkıcı hatta öldürücü gücüyle tanışıyoruz. Dost olmak için çok geç değil. Bedenimizi de ruhumuzu da arındıran bu maddeyi korumalıyız sadece, ilk yapmamız gereken ise ona saygı duymak. Rahatlatıcı ve iyileştirici gücünden olabildiğince faydalanmalıyız.

Hangimiz hoşlanmayız yağmur sesinden, uçsuz bucaksız mavilikleri izlemekten? Yağmur çiselerken avuçlarımızı açıp yüzümüzü gökyüzüne çevirmekten? Sudan hayaller görmek istiyorum şimdi. Yıllar sonrasını hayal ediyorum ve suya hep saygı duyuyorum.

Başa dön tuşu