Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
“Uzaktaki yakın”ın rotası Akdeniz’in incisi Kıbrıs. Daha önce bulunmadıysanız ve Kıbrıs denilince aklınıza gelenler; “Ayşe”nin tatile çıkması, öncesinde ve sonrasında Rumlarla olan anlaşmazlıklar, bir türlü sonu gelmeyen müzakere süreci, rahmetli Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Eurovision Şarkı Yarışması’nda her sene Yunanistan’a 12 puan veren bir Güney Kıbrıs ve assolistli bayram tatili ilanları ile casino heyecanı sunan beş yıldızlı oteller ise, sizin için keşfedecek çok şey var.
Nam-ı diğer “Yavru Vatan” Kuzey Kıbrıs, tarihi ve doğal güzellikleri ile her gideni şaşırtacak ve beklentilerinden fazlasını verebilecek bir potansiyele sahip. Tarihin her döneminde stratejik, politik, ticari ve dini sebeplerle her zaman arzu edilen ve cazibesini hiçbir zaman yitirmeyen Kıbrıs adası Sardinya ve Sicilya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası. Türkiye kıyılarına 64 km, Suriye’ye 96 km ve Mısır’a 400 km uzaklıktaki Kıbrıs işte bu kıtalar arasında yer alan konumu nedeniyle asırlar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. MÖ 8000’lerden bahsetmeye niyetli değilim. Ancak mevcut bölünmüş halini anlayabilmek için önce biraz tarihten bahsetmek ve hafızaları tazelemek gerek.
1571 yılında Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordu ve Piyale Paşa komutasındaki donanma tarafından Mağusa’nın Venediklilerden alınması ile sonuçlanan bir seferle Kıbrıs Osmanlı idaresine girmiş. Osmanlı döneminde adanın nüfus dağılımında önemli değişiklikler olmuş. Anadolu’dan göç ettirilen Türklerin yanında Katolik olan Venediklilerin baskısından kurtulan Ortodoks Rum nüfusunda da bir artış olmuş. Osmanlı İmparatorluğu’nun çok uluslu ve çok dinli çatısı altında üç yüzyıl kadar birlikte, ancak sosyal ve kültürel yaşamların farklılığı korunarak sorunsuz bir şekilde XIX. yüzyıla dek gelinmiş. İmparatorluğun çöküş döneminde 1878 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı, nam-ı diğer “93 Harbi” esnasındaki büyük satranç oyununda, İngiltere’nin desteğine ihtiyaç duyan Osmanlı’nın yardım vaadine karşılık hükümdarlığı devretmeden, 92.000 altın bedelle kiralamak suretiyle Kıbrıs’ı İngiltere’ye devretmesiyle adada yeni bir dönem başlamış.
Hemen akabinde 1. Dünya Savaşı patlak verip Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere ayrı saflarda yer alınca bunu fırsat bilen İngiltere kiracısı olduğu adayı 1914’te tek taraflı bir kararla ilhak etmiş. Sonrasında Türkiye ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan anlaşmasıyla 1923’te tanımak durumunda kalmış. Bu süreçte adadaki Türklere Anadolu’ya dönerek Türk vatandaşı olma hakkı tanınmış ve çok sayıda Türk anavatana geri göç etmiş. Sonraki dönemde adada kalan Türk nüfus rahat yüzü görememiş desek yeridir. Rum EOKA terör örgütü onlarca katliama girişmiş.
1960 yılında ortaklaşa bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş olsa da tansiyon nadiren düşmüş. Aralarında 1963 Kanlı Noel’i de olmak üzere çok sayıda üzücü ve insanlık adına yüz kızartıcı terör eylemleri garantör devlet Türkiye’nin 1974’teki “Ayşe Tatile Çıksın” parolasıyla başlayan Barış harekatlarına dek sürmüş. Rumların Türk nüfusa karşı baskı ve asimilasyon, Kıbrıs’ı bir bütün olarak Yunanistan’la birleştirme, yani “Enosis” çabası da bu harekatla son bulmuş.
Sonrasındaki dönem Türkiye Cumhuriyeti için de ambargo anlamına gelse de adadaki Kıbrıs Türk halkının can güvenliğinin sağlandığından ve silahla da olsa barışın tekrar tesis edildiğinden bahsedilebilir. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın önderliğindeki Kıbrıs Türkleri ile Rum kesimi arasındaki müzakereler barış harekatından sonra da süregelmiş. Geçen dokuz yıllık belirsizlik ve kesin sonuçlara ulaşamayan müzakerelerde Rum ve Yunan tarafının uzlaşmaz tutumunun devam etmesi üzerine Türk tarafı da önce “de facto” olarak tek taraflı Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, sonrasında 1983 yılında da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiş. Sonraki yıllarda gerçekleşen karışık ve bol tekrarlı müzakereler, Annan Planı ve Kıbrıs’ın Avrupa Birliği süreci zaten bu yazıyı okuyan herkesin malumu olmalı. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Hafızaları tazelediysek Kıbrıs seyahatine başlamanın zamanıdır. Kıbrıs’a ulaşmak için uzun ve yorucu Feribot ya da deniz otobüsü seferlerini saymazsak en akıllıca seçim elbette havayolu. THY ve küçük kardeşi Kıbrıs Türk Hava Yolları dışında özel havayolu şirketlerinin de İstanbul, Ankara ve İzmir’den Kıbrıs’a direk uçuşları mevcut. İstanbul’dan yaklaşık 1 saat 20 dakikalık bir uçuş sonrası varacağınız Uluslararası Ercan Havaalanı Lefkoşa’nın yaklaşık 20 km doğusunda yer alıyor. T.C. vatandaşlarının Kıbrıs için yanlarına almaları gereken tek şey nüfus cüzdanı. Pasaportunuzu yük etmenize ve vize için ekstra bir çaba harcamanıza neden olmayacak olması, havayolu ile kolay ulaşılabilirliği ve herhangi bir tatil destinasyonundan bekleyeceğiniz neredeyse her şeyi sunabilecek bir potansiyele sahip olması bile bu yaz tatil planlarında Kıbrıs’ın listenin başında olması için yeter de artar bile.
Kıbrıs’ta ulaşımın en kolay yolu araç kiralamak. Bir uçtan diğer uca görece kısa mesafeler olsa da toplu taşıma ve taksiye göre çok daha ekonomik, özgür bir tercih olacağı kesin. KKTC’nin TC dışında tanınmıyor olması ve mevcut ambargo yüzünden uluslararası araç kiralama zincirlerinin şubeleri olmasa da birkaç yerel firma bu hizmeti uygun fiyatlarla vermekte. Burada önemli bir uyarıda bulunmak lazım. Kıbrıs’ta İngiltere hakimiyetinde geçen yılların bir izi olarak trafik soldan işliyor. Alışmak kolay olsa da her zamankinden biraz daha dikkatli araç kullanmakta fayda var.Turistik konaklama tesisleri ise her kesimden tatilcinin beklentilerine fazlasıyla cevap veren farklı olanaklar sunuyor. Hem lüks oteller, hem aile işletmeleri, hem de son yıllarda yapılan butik ve eko-turizm otelleri ile çok sayıda değişik seçenekler mevcut. Otellerin çoğunlukla yer aldığı Girne bölgesinde konaklayacağınızı düşünürsek otelinize geçmeden önce başkent Lefkoşa’yı talan etmekte fayda var. Tanrıçası Afrodit: Kuzey KıbrısHem KKTC, hem de Rum kesiminin başkenti olan Lefkoşa, Berlin’in birleşmesi sonrası “bölünmüş” kalan ve iki ayrı devlete başkentlik yapan tek şehir. Turizm potansiyelleri nedeniyle daha bakımlı ve canlı olan Kuzey Kıbrıs’ın diğer şehirlerine kıyasla Lefkoşa’da biraz geri kalmışlık ve biraz da kara şehri olması nedeniyle “hafif” köhne bir başkent izlenimi söz konusu. Buna karşılık özellikle surlar ile çevrili eski şehir bölgesi tek ya da iki katlı klasik Kıbrıs evleri ve barındırdığı tarihi eserlerle görülmeye değer. Venedikli mühendis Julio Savargnano’nun inşa ettiği ve başlı başına bir sanat eseri olarak kabul edilen yaklaşık 4,5 km uzunluğundaki surlarda 11 burç ve 3 giriş kapısı bulunuyor. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Bu kapılardan kuzeydeki Girne Kapısı Türk tarafında bulunuyor. Biraz ilerdeki Sarayönü Meydanı’nın ortasında Venedik Sütunu yer alıyor. Gri renkli granit sütun Kıbrıs’taki Venedik hakimiyetinin bir sembolü olarak Salamis Harabelerinden sökülüp Lefkoşa’ya getirilmiş ve tepesine Venedik’in sembolü olan St.Mark aslanı monte edilmiş. Meydandaki İngiliz döneminden kalma mahkeme binasının köşesindeki Kraliyet arması kabartması ise, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in 1953 yılında tahta çıkmasının hatıratı. Yürüme mesafesinde yer alan 14. yüzyıla ait gotik mimari eser St.Sophia Katedrali (bugünkü adıyla Selimiye Cami) ise Luzinyan prenslerinin “Kıbrıs Kralı” ünvanı aldıkları taç giyme törenlerinin gerçekleştirildiği yermiş vakti zamanında. Gördüğünüz gibi Kıbrıs’ta krallar, kraliçeler havalarda uçuşmuş. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Bunların dışında Bizans, Luzinyan, Osmanlı ve İngiliz dönemlerine ait çok sayıda tarihi yapının da meraklıları için sur içinde serpiştirilmiş bir şekilde yer aldığını ve her zamanki önerim olduğu üzere tabanvay marifetiyle dolaşırken eski şehir bölgesindeki turunuz sırasında sırayla karşınıza çıkacağını da belirtmeliyim. Turistler için hazırlanmış olan yürüyüş turu planına ait tabelaları takip etmek gezinize hem bir oyun havası katacak hem de kaybolmamanızı ve önemli durakları atlamamanızı sağlayacak. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Turunuzun soluklanma noktası ise Bursalılara kendini evinde hissettirecek bir mekan, Büyük Han. İçeriye adım attığınız anda mekan algınız zayıflayabilir sakin olun, çünkü bu bina Bursa’daki Koza Han örnek alınarak yapılmış ve neredeyse bire bir kopyası. Yapıldığı dönemde doğal olarak “Yeni Han” adıyla bilinen, sonrasında Alanya’dan gelen tüccarların konaklama yeri olması nedeniyle adı “Alanyalılar Han” olan, 17. yüzyılda ise hemen bitişiğindeki Asmaaltı Meydanı’na daha küçük ölçekli olan Kumarcılar Hanı’nın yapılması üzerine, halkın kıyaslaması sonucu “Büyük Han” adını alan bu tarihi yapı 2002 yılında restorasyon görerek tekrar hizmete sokulmuş. Büyük Han’daki atmosferi solurken açlık ve susuzluğunuzu gidermek ve hediyelik eşya alışverişini aradan çıkarmak için en doğru yerdesiniz. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Yeşil hat ile ayrılmış olsa da kuzey ve güney tarafının arasında Büyük Han’ın biraz ilerisinde bulunan sınır kapısından karşılıklı geçiş yapılabildiğinin de altını çizmek gerek. Buradaki atmosfer, iki taraftan tanıdık simaların samimi dialogları, askerlerin ve tel örgülerin varlığına karşın oluşan barış havası adanın geleceği için umut pompalayacak içinize. Tam umutlanmış ve iyimser bir ruh haline bürünmüşken uğrayacağınız sıradaki durak ise bu havayı dağıtıp sizi alt üst edecek türden bir mekan, Barbarlık müzesi.
Kanlı Noel olarak anılan, 21 Aralık 1963’te Doktor Albay Nihat İlhan’ın eşi ve çocuklarının ev sahipleri ile birlikte kurşuna dizilerek hunharca öldürüldüğü bahçeli tek katlı evden ibaret olan bu müze Lefkoşa ziyareti esnasında mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Müzede bu baskın dışında 1963-1964 yıllarında yaşananlarla ilgili yabancı basında yayınlanan haberler, yakılıp yıkılarak boşaltılan Türk köylerine ve toplu katliamlara ait fotoğraflar ve yok edilen kültürel miraslar sergileniyor. Sokağa ismi verilen Mürüvvet İlhan ve çocuklarına ait bakmaya yürek dayanmayan eşyalar, fotoğraflar ve belgeler ile duvarlardaki kurşun delikleri adada yaşananları bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Başkent turumuzu bitirdiğimize göre artık yavaş yavaş büyük ihtimalle konaklama tercihinizi de ondan yana kullandığınız Kıbrıs turizminin lokomotif şehri Girne’ye doğru yola çıkabiliriz. Girne başkentin yaklaşık 20 km kuzeyinde yer alıyor ve gördüğünüz üzere adanın altı şehri arasındaki tüm mesafeler oldukça kısa. Örneklemek gerekirse batı ucundaki Güzelyurt’tan doğu ucundaki Gazi Mağusa’ya yaklaşık 1 saatlik bir sürüş ile ulaşmanız mümkün.
Kıbrıs haritasını gözünüzün önüne getirin; batı ucunda Güzelyurt, doğu ucunda Gazi Mağusa olan bir hatta yaklaşık orta noktada bulunan Lefkoşa’nın tam kuzeyinde adanın Türkiye’ye bakan kıyısında bulunan bir liman kentine gidiyoruz. Lefkoşa’dan Girne’ye doğru olan yolculuğunuzda sağ tarafta Beşparmak Dağları üzerine yerleştirilmiş olan devasa KKTC bayrağını göreceksiniz. Dünyadaki en büyük bayrak olduğu rivayet edilen bu bayrak –meraklıları hemen “google maps” marifetiyle inceleyebilirler- özellikle gece ışıklandırması ile Rum tarafından rahatlıkla görülebilmekte imiş. Hatta bir dönem müzakere sürecinde Birleşmiş Milletler’e şikayet edildiği de bir başka rivayet konusu. Tanrıçası Afrodit: Kuzey Kıbrıs
Kuzey Kıbrıs turizminin en yoğun yaşandığı, adalılık ve Akdenizlilik ruhunu en iyi taşıyan Kıbrıs şehri hiç şüphesiz Girne. Bir gün olur da Kıbrıs sorunu çözüme kavuşur ve uluslararası ambargo ortadan kalkarsa tarihi ve doğal güzelliklerinin yanında olağanüstü plajlarını da hesaba katarsak Girne büyük ihtimalle Avrupa’nın en ünlü ve gözde tatil mekanlarından biri olmaya aday. En karakteristik yapı tarihi limanda bulunan ve –Mağusa’nın düşmesinden sonra Venediklilerin Osmanlılara savaşmadan teslim etmesi nedeniyle- neredeyse hasarsız bir şekilde ayakta duran Girne Kalesi.
Adaya hüküm süren her uygarlık döneminde değişik eklenti ve surlarla son halini alan, ağırlıklı olarak Bizans, Luzinyan ve Venedik dönemi izlerini taşıyan ve çağdaş bir müzecilik anlayışı ile yeniden düzenlenen Girne Kalesi ve içerisinde oluşturulan bölümler -özellikle Batık Gemi Müzesi- görülmeye değer. Liman bölgesinde konumlanmış olan çok sayıdaki kafe ve restoran hem manzaraları, hem de zengin menüleri ile soluklanmak için çok iyi bir tercih. Aslına bakarsanız Kıbrıs’ta birkaç özel seçenek dışında Türkiye’dekinden farklı bir menü beklentisine girmemelisiniz. Yine de adaya özgü bir aroması olan Türk kahvesi ve meşhur hellim peyniri dışında şeftali kebabı ve molohiyadan bahsetmek gerek.
Molohiya ıspanak gibi yapraklı bir ot ve kurutulmuş olarak bazı etli yemeklerde ve yoğurtla karıştırılarak tüketiliyor. Şeftali kebabı deyince ise şeftali beklentisine girmeyin, çünkü kebabın ismi dışında şeftali ile bir alakası yok. Aslı “Şef Ali’nin Kebabı” olan ismi zamanla şeftaliye evrilmiş ve şeftali kebabı olarak anılagelmiş.
Otele yerleşip Girne’nin ve deniz tatilinin tadını çıkarmak isteyenlere sözüm yok ama gezgin ruhlu olanlarla yola düşmenin zamanıdır. Sıradaki hedefimiz adanın doğu ucundaki Gazi Mağusa kenti. Ancak buraya doğru yola çıkmadan Girne yakınlarındaki St.Hilarion Kalesi’ni göreceğiz. Tıpkı Lefkoşa şehir surları ve Girne Kalesi’nde olduğu gibi Arap saldırılarına karşı korunma amacı ile yapılan Beşparmak Dağları’ndaki üç önemli kaleden biri bu durak. Deniz seviyesinden 732 m yüksekliğindeki bu kale önceleri stratejik açıdan önemli olmasına rağmen zamanla Luzinya soylularının dinlenme ve tatil beldesine dönüşmüş.
Nefis bir ada ve Akdeniz manzarasının sizi karşılayacağı bu kale aynı zamanda Walt Disney’in logosunda yer alan kalenin de esin kaynağı. Bir diğer gözetleme kalesi olan Bufavento’yu ise öneri listemin dışında tutacağım. Dağcılık ve doğa sporları sevenler tam aksini düşünebilirler pek tabi. Çünkü Girne şehir merkezine 13 km uzaklıkta olan kaleye yamacından itibaren 1.5 saat tırmanılarak ulaşılabiliyor. Bu yüzden fazla iddialı olmadan uzaktan seyretmek en güzeli.
Bahsettiğim dağ kaleleri dışında Beşparmak Dağları boyunca ve Kuzey Kıbrıs’ın değişik noktalarında çok sayıda Ortodoks ve Katolik manastırı bulunuyor. Bunların en önemlilerinden ve Gotik sanatının en incelikli örneklerinden biri sayılan Bellapais Manastırı da Girne’ye yakın bir lokalizasyonda. İspanyolca ve latince lügat bilgim beni yanıltmıyor adı “Güzel Ülke” anlamına gelen bu manastırın isminin hakkını verdiğini söylemem gerek. Manastır, dönem dönem klasik müzik konserleri ve çeşitli müzik festivallerine ev sahipliği yapıyor.
Seyahatinize denk gelen bir etkinlik olursa kaçırılmayacak bir deneyim olacağı kesin. Zaten çok uzun mesafelerden bahsetmiyorum ama adanın doğusuna yönelirken kıyıya paralel yolu da tercih etseniz, Beşparmak Dağlarını kat ederek kara kesiminden de gitseniz Mağusa’ya varmadan önce uğrayacağınız İskele beldesine dek yol boyunca hiç sıkılmayacağınızın garantisini verebilirim. Yer yer belirecek olan deniz ve panoramik ada manzaraları yanında çam ormanları ve bir çoğu endemik olan çiçek ve bitki türleri ile bakir kalmış olan bu ada kırsalı sizi etkilemeyi başaracak.
Yılın neredeyse her mevsimini güneşli geçiren adada kara ile kat ettiğiniz mesafede bunalmış ve “ısınmış” olacağınızı düşünürsek İskele’nin Akdeniz’le buluştuğu noktada dünyanın en güzel sahillerinden biri olan Altın Kumsal’ın sizi beklediğini müjdelemeliyim. Deniz keyfi için Girne sahillerine seçenek arayışı içinde olanlar da İskele bölgesini tercih edebilirler.
İskele-Karpaz bölgesinde ayrıca çok sayıda cami, manastır, kilise ve üçüncü gözetleme kulesi olan Kantara Kalesi’nin de ziyarete açık olduğunu belirtmeli. Ayrıca Sipahi Köyü’ndeki taban mozaikleri ile ünlü Aya Trias Bazilikası ve Arkaik döneme ait dev heykeller de görülmeye değer. Mağusa öncesi rotayı kuzeydoğuya doğru Karpaz Burnu’na çevirenler Kıbrıs’ın sembollerinden olan vahşi eşeklerin bulunduğu milli park alanını, MÖ 6000’e tarihlendirilen Kastros neolitik şehrini ve adanın en kuzeydoğu ucunda yer alan ve Rumlar tarafından kutsal olarak kabul edilen Apostolos Andreas Manastırı’nı da ziyaret edebilirler.
Kıbrıs Harekatı sonrasında “Gazi” unvanını alan Mağusa’ya doğru olan yolculuğunuzda mutlaka uğranması gereken durak ise Salamis antik kenti. Bir Efes değil belki ama ayakta kalmış olan tiyatro ve amfi tiyatrosu dışında Zeus Tapınağı, su deposu, Aya Epiphanios Bazilikası ve Gymnasium, hamam, sauna ve soğukluk alanları ile dönemin ileri gelenlerinin spor tesisi olan kısmı yeter de artar bile. Tarihi MÖ 11. yüzyıla dek dayanan ve bir kısmı sular altında kalan deniz kıyısındaki Salamis antik kentinden arda kalanlar hayal gücü kuvvetli olanlara birkaç bin yıllık bir nostalji yaratacak gerçeklikte. Bazı bölgelerde korunmuş olan mozaik yer döşemeleri ve tavan süslemelerinin büyüsüne kapılanların kafaları uçmuş olan heykellerin bedenlerinde kendilerini hayal etmeleri an meselesi.
Her köşesi tarih ve gizem kokan Gazi Mağusa ise belki de dünyanın sayılı tarih ve kültür mirasına sahip, içinde onlarca tarihi mekan barındıran eski şehir surlarının tamamının dimdik ayakta kaldığı bir liman kenti. Hıristiyanlar için inanç turizmi kapsamındaki en önemli yerlerden biri olan St. Barnabas Manastırı, İkon ve Arkeoloji Müzesi, William Shakespeare’in Otello trajedyasına konu olan hikayenin geçtiği XV. yüzyıl Venedik yapısı Othello Kulesi, Luzinyan krallarının -Lefkoşa’daki Kıbrıs kralı ilanı sonrası- Kudüs kralı olarak taç giydikleri bir diğer katedral olan St. Nicholas (Lala Mustafa Paşa Camii) başlıcaları olmak üzere yirmiyi aşkın tarihi eser eski surlar içerisinde ziyaretinizi bekliyor olacak.
Girne ve Lefkoşa’da olduğu üzere üniversite öğrencilerinin sosyal hayata hareketlilik getirdiği Gazi Mağusa’da özellikle St. Nicholas Katedrali -Osmanlı döneminde mimarisine uygun bir şekilde başarıyla eklendiğini düşündüğüm minaresiyle Lala Mustafa Paşa Cami-’nin bulunduğu meydan ve bu bölgedeki küçük kafe ve restoranlar yoğun geçen günün yorgunluğunu atmak için birebir.
Katedralin önündeki büyük ağacı sıradan bir yeşillik gibi algılayıp es geçeceklere bu konuda küçük bir bilgi aktarmak isterim. Katedralin inşaatına başlanan 1298 yılında dikildiği söylenen bu 714 yaşındaki anıt ağaç (Cümbez ağacı) Kıbrıs’ta yaşayan en yaşlı canlı. Ulusal miras listesine alınarak korunan ve yaşamı boyunca katedral önündeki Lüzinyan Silahşörlerinin düellolarından çekirge belasına, Venedik inşaatçılarından 1571 yılındaki bombardımana, depremlerden barış harekatına kim bilir ne çok olaya tanıklık eden bu bilgeye bir de siz görünün.
Mağusa’dan ayrılmadan -başlı başına ayrı bir yazıya konusu- “Kapalı Maraş” bölgesinin trajedisine tanıklık edeceğiniz tel örgülerle çevrili tampon bölge sahilin güney ucunda. Beyrut’un iç savaş yıllarında yıldızı sönerken dünya sosyetesini çekecek derecede bir cazibe merkezine dönüşen ve biri dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli olmak üzere yüzlerce turistik tesis barındıran bu hayalet şehir çürümeye terk edilmiş bir halde savaşın adaya neler kaybettirdiğini haykıracak uzaktan.
Tarihe ve adaya doyamadım diyenler için diğer durağımız adanın batı ucunda yer alan Güzelyurt ve Lefke bölgesi. Lefkoşa’yı geçtikten sonra narenciye bahçelerinden yayılan kokuların eşlik edeceği yaklaşık 45 dakikalık yolculukla ulaşacağınız bu bölgede öne çıkan ise bir başka şehir krallığına ait kalıntılar, antik Soli şehri. Özellikle eşsiz güzellikteki yer mozaikleri ile dikkat çeken Soli antik şehrine ait kalıntılarda bir başka bazilika ve yaklaşık 4 bin kişilik bir Roma tiyatrosu bulunuyor. Güzelyurt Arkeoloji ve Doğa Müzesi’nde sergilenen muhteşem güzellikteki altın taç, nam-ı diğer “Soli’nin Altın Yaprakları” da antik kent ziyareti sonrası görülebilir. Hazır metallere girmişken ve yeri de gelmişken adaya ismini veren zengin bakır madenlerinin de adanın bu bölgesinde olduğunun altını çizelim (Bkz. Cu: Cyprium, Cuprum, Copper).
Niyeti doğa turizmi olanlar sıkı durun. Doğu Akdeniz’in orta yerindeki bu kıtalar arası konumu ile sadece insan ırkının değil birçok canlı türünün de ilgisini çekmiş görünüyor Kıbrıs adası. Örneğin bitkiler. Kıbrıs florasındaki yaklaşık 1900 türün 1500 kadarı Kuzey Kıbrıs’ta bulunuyor. Dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ve sadece Kuzey Kıbrıs’ta yetişen 19 endemik bitki türü ve 32 yabani orkide türü mevcut. Kıbrıs endemikleri arasında en bilineni ise her yıl Mart ayında Tepebaşı ve Avtepe köylerinde festival düzenlenen Kıbrıs Medoş Lalesi olarak da bilinen Tulipa Cypria. Sadece bitkiler değil elbette.
Kuzey Kıbrıs coğrafi konumu itibariyle göçmen kuşların da uğrak noktası. Kuzey Kıbrıs’ta 370’ten fazla kuş türü yılın farklı zamanlarında, özellikle ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere gözlemlenebiliyor. Bu özelliği ile Kıbrıs kuş gözlemcileri için de bulunmaz bir seyahat noktası olmalı. Ayrıca doğa fotoğrafçılarının bir başka gözdesi olan kelebekler açısından da son derece zengin bir çeşitlilik söz konusu. Kıbrıs adası dahilinde 50’den fazla kelebek türü tanımlanmış. Kıbrıs’ta yaşam süren hayvan türleri arasında hiç kuşkusuz yaban eşeklerinin yeri bambaşka.
Adanın sembolü olan ve magnetlerin baş köşesine yerleşen bu güzel gözlü, çalışkan, vefalı ve başkaldırmayan uysal hayvanlar Karpaz Milli Parkı içerisinde özgürce yaşamlarını sürdürmekteler. Doğa tutkunlarının ilgisini çekebilecek bir başka hayvan türü ise meşhur Caretta Caretta’lar. Her yıl yumurtalarını bırakmak için Kuzey Kıbrıs sahillerini tercih eden yaklaşık 200’ün üzerinde deniz kaplumbağasını görmek ve bu ilginç serüvene şahitlik etmek isteyenler yumurtlama süreci için Haziran sonunu, yumurtadan çıkış zamanı için ise Ağustos ayını Alagadi ve Karpaz sahillerinde geçirebilirler. Bu defa kısa kesmeye niyetliydim sevgili okur ama anlaşılan yine çok başarılı olamadım. Ve inanın bana, anlatacaklarımın tamamından da bahsetmiş değilim.
Sezar’ın Kleopatra’ya hediyesi gerçek Akdenizli; kıyılarındaki köpükten aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’i doğuran mitoloji diyarı; fildişinden yaptığı kusursuz kadın heykeline aşık olup can veren heykeltraş Kral Pygmalion’un aşkının tanığı; Doğu Akdeniz’deki en muhteşem Gotik eserlerin, ilk medeniyet ateşinin yakıldığı Neolitik yerleşim yerlerinin, Roma dönemi görkemini yansıtan antik şehir krallıklarının yer aldığı tarihin gizemli temsilcisi; Haçlı Seferleri’nin sığınak yeri; Fransız hanedanlarından Luzinyanların en ihtişamlı ülkesi; Venedikli tüccarlarının doğudaki en önemli limanı ve Osmanlının Doğu Akdeniz’deki en güçlü kalesi olan Kıbrıs bu sıfatlarına “bu yaz geçireceğiniz en özel tatilinizin ev sahipliği”ni eklemek için sizi bekliyor. “Kıprıs’a Geleorsunuz?”.