Toprağın bize “armağanı”: Çini

Bin yılı aşkın bir geçmiş saklı çini sanatının ardında. Anadolu’nun topraklarındaki tüm sırlarla iç içe geçmiş onlarca hikaye… Selçuklulardan, Osmanlı’ya toprağın tüm ayrıntıları onunla hayat buluyor. İznik çinileri ise tıpkı yüzyıllar öncesindeki kadar ahenkli ve değerli hala…

Yazı: İbrahim Kuşlu
Yazı: İbrahim Kuşlu

1648’de Şam yolculuğu esnasında İznik’e uğrayan Evliya Çelebi şöyle der: “Burada insanı hayretler içerisinde bırakan bukalemun (çok renkli) nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir.” İznik’i İznik yapan yegane şeyi anlatırken dil gerçekten de acizdir…

Büyük Selçukluların ve Anadolu Selçuklularının çiniyi mimari süslemelerde sıkca kullanmış olduğunu sanıyorum ki anlatmaya gerek yok. Çünkü bugüne miras bıraktıkları tüm eserlerde çinilerin izlerini görmek mümkün… Selçuklu seramikleri ve çinileri 11-13. yüzyıllar arasında; kobalt mavi, mangan, mor ve turkuaz renkler ağırlıklıydı. Eserlerde av sahneleri, hayvan ve insan figürleri, bitkisel motiflerle görsel bir zenginlik üretilmişti. Mimarinin gelişimiyle çini sanatı, Anadolu’da Selçuklular döneminde sarayları, hamamları zengin renk ve motifleriyle de duvarları süslemişti. Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmasından sonra bayrağı devralan Osmanlı Devleti de çini sanatı için yeni bir dönem demekti.

Çiniciliğin İznik’teki tarihsel sürecinde ise, Bizans dönemi altı çizilmesi gereken bir dönemdi. 9-15. yüzyıllar arasında; tek renk, renkli akıtma, astar boyama ve astar kazıma (sigrafito) gibi teknikler uygulandı. Kırmızı hamurlu, beyaz kil astarlı, zeytin yeşili ve sarı sırlı seramiklerdi. Erken dönem Osmanlı İznik çinileri (Beylikler dönemi) ise 14. yüzyıl ortasından 15. yüzyıl sonuna kadar, kırmızı hamurla şekillendirilen kaplar üzerlerine beyaz killi bir astar kaplandıktan sonra kobalt mavisi, turkuaz, mor ya da kahve tonlarındaki renklerle stilize çicekler ve geometrik motiflerle bezendi.

İznik Osmanlı İmparatorluğu’nun gelişip büyümesiyle beraber en önemli çini merkezi haline geldi. 15 .yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başında üretilmiş mavi-beyaz çiniler, sert ve pürüzsüz hamurlar ustalıkla bezenmiş üstün seramiklerdi. Mavi tonlardaki desenlerde Çin tarzı sakayikler, rumiler, hatailer ve çintemani motifleri kullanılmıştı. Daha sonraki dönemde Şam’dan getirtilen ustalar tarafından lale, karanfil, asma, bahar dalları, nar, haşhaş, kuş, geyik, tavşan, balık, hayvan sahneleri, kalyonlar, kobalt mavisi, turkuaz, yeşil ve mangan moru renkleri ile o dönemdeki bezemeler yapılmıştı.

On beş ve on altıncı yüzyıllarda Osmanlı Türk medeniyet sanatının zirvelerinden biri olan İznik çinisinin camilerimizde, saraylarımızda, Türk ve dünya müzelerinde mevcut örnekleri hala hayranlıkla izleniyor. Dönemin karekteristiğini oluşturan kabarık mercan kırmızısı dönemin ustalarının motif zenginliği ile 16. yüzyılda dünyada da aranır oldu. Lale, karanfil, gül ve sümbül ile bezenmiş sürahiler, vazolar, kaseler, tabaklar, duvar çinileri bu yüzyılın sonuna kadar zenginliğini sürdürdü.

15-17. yüzyıllar arasında Osmanlı mimarisinde İznik çinisi önemli bir dekoratif unsur olarak kullanıldı. Çok önemli gelişmeler gösterdi. Çiniler; cami, mescit, medrese, imaret, hamam, saray, köşk, çeşme, sebil ve kütüphane gibi mimari değer taşıyan her eserin üzerinde renk oluverdi. Türk mimarisinde ve süsleme sanatlarında çininin yeri her zaman çok büyük oldu. Binaların ihtişamı ve güzelliği süslemeleri ile önem kazandı. Süsleme unsurları o yapının sanat değerini ve estetiğini arttırarak kalıcı olmasını sağladı. Özellikle 15., 16. ve 17. yüzyıllardaki yapılar süs, desen, renk ve teknik bakımdan eşsiz görünümlere kavuştu. Duvar çinileri ise bunun önemli parçasıydı. İznik çini fırınları bu noktada önemli işlevleri yerine getirdi. Bugün bu eserlerin birçoğu Avrupa ve Amerika müze ve koleksiyonlarının en değerli eşyaları arasında… Göz kamaştırıcı niteliklerdeki tabak, kase, fincan, kandil ve maşrapalar da yine İznik fırınlarında yapıldı.

On altıncı yüzyıl İznik çinilerinin her bakımdan altın çağı sayılabilir. Renk, kompozisyon, motif, teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazandığı bu dönem İznik’in tüm dünyada ayrıcalıklı bir üne kavuşmasını sağladı. Bunun en temel sebebi ise İznik çinilerinin eşsiz bir ritme ve çeşitliliğe sahip olması… Farklı kompozisyonların uygulandığı İznik çinileri için tam bir desen analizi çıkarmak ise neredeyse imkansız… Teknik açıdan sahip olduğu ayrıcalıkların yanı sıra, İznikli çini üstatlarının etkileyici ve yaratıcı desenleri İznik çinilerini çok daha ileri boyuta taşır. 

17. yüzyıl sonlarından itibaren İznik çini sanayi ve tekniğinde duraklama dönemi başladı denebilir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasi ve askeri otorite boşluğu, ekonomik bir krizin yaşanmasına paralel olarak sarayın mimari yapılaşmalarına ve özel çalışmalarına da yansıdı. Dolayısıyla sarayın İznik çini yapımcıları üzerindeki himayesi de kayboldu. Böylece İznik çini sanatı eski parlak dönemini kaybetti. 17. yüzyıldan sonra İznik çinilerinin ve seramiklerinin üretim kalitesi bozuldu. Motif ve desenler deforme oldu, renkler cansızlaştı. 18. yüzyılda ise üretim neredeyse sona erdi. Günümüzde sayıları birkaç taneyi geçmeyen atölyelerde geçmiş dönemlerin tekniği kullanılarak üretim aynı özen, titizlik yoğun emek ve sevgi ile devam ediyor.

Günümüzde çini sanatı, bu işin peşini bırakmayan birkaç atölye ile ayakta duruyor. Oldukça zor ve zahmetli olması da bu sanatın hayatta kalmasının daha da zorlaştırıyor. Akademik, teknolojik ve kültürel destekli İznik çinisi ve keramik araştırmalarına devam eden Uludağ Üniversitesi’ne bağlı “İznik Meslek Yüksekokulu” ise “Çini İşletmeciliği Programı” ile bu işi daha da temellendiriyor. Umarım ki bu güzel gelişmeler artarak devam eder. Uzun yıllardır bu işin emekçisi ve bir seveni olarak her gün üretiyorum. Bu değerli toprak sanatında yüzlerce hamur, astar ve boya denemesinde bulunuyorum. Ama halen bu işin cırağı olduğumu iyi biliyorum ve bu işin gizemi ile üretmeye devam ediyorum. Fırının açılmasını hep merakla bekliyorum. Bu işin hala ne kadar büyülü olduğunu yaşıyorum. Dilerim ki bundan sonra bu işle uğraşan herkes tıpkı benim gibi büyüleniyor olur bu sanattan. Çünkü çinicilik emeğin ve sabrın ürünü. Ona inanmazsanız, bu mesleği yapamazsınız.

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu