Uzakları yakın eden seyyahtan Bursa
Bursa from the traveler who makes distant lands closer
Çağının zorluklarına rağmen mesafeler hiç gözünü korkutmamış onun. İlk seyahatini ise Bursa’ya yelken açarak yapmış Evliya Çelebi. “Seyahatname”den bize miras kalan onlarca cümlesi, o zamanki “Ruhaniyetli Şehir Bursa”yı ve çevresini ne de güzel anlatmış…
He has never been afraid of distances despite the difficulties during the age he has lived in. Evliya Çelebi has made his first trip to Bursa. How beautifully he has depicted the city and its environs in “Bursa, City of Spirituality” part of his “Seyahatname” or the “Book of Travels”…
Rivayete göre, 20 yaşında bir rüya görmüş Evliya Çelebi. Rüyasında Hz. Muhammed’in elini öperken heyecanlanıp “Şefaat” diyeceği yerde “Seyahat ya Resullah” demiş. Rüyasını yorumlayan büyükleri de gezip gördüğü yerleri yazmasını nasihat etmişti… O da bunun üzerine yollara düşmüştü. İstanbul başta olmak üzere gezip gördüğü beldeleri tanıtacak, seyahatlerini (1630-1684) kitapla buluşturacak ve “Seyahatname” adını verecekti. Bu eser ile insanlık tarihine yön veren 20 kişi arasına girdi. Birçok farklı milletin kültürel birikimine ışık tutan çağlar ötesi seyyah Çelebi, hoşgörülü anlatım biçimiyle herkesin haklı takdirini kazandı.
Legend has it that, Evliya Çelebi has had a dream at the age of 20. One night he dreamt of the Prophet Mohammad and getting excited as he kissed the Prophet’s hand said “Grant me travel, oh envoy of God!” instead of “Intercede on my behalf”… And so he started wandering through towns. He would travel through different regions he saw starting with Istanbul and would go on to write a “Book of Travels” comprised of the trips he made (1630-1684). With this book, he became one of 20 individuals who shaped the history of humanity. Timeless traveler Çelebi gained high esteem with his decent style shedding light on the cultural accumulation of many a different nation.
Aslen Kütahyalı olan ve İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’a yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş bir gezginin Enderun Mektebi’ni bitirdikten sonra, sarayda görev alması; onu uçsuz bucaksız bir yolculuğa çıkmaktan alıkoyamamış. Şehirleri, yeme içme kültürlerini, sosyal yaşamlarını, yolları, mesafeleri, camileri, evleri, tekkeleri, sokakları, medreseleri, mescitleri, türbeleri, imaretleri, hastaneleri, konakları, kervansarayları, sebilhaneleri, hamamları, hanları, vezirleri, yazarları, alimleri, halkı, dilleri, dinleri, nişancıları, esnafı, sanatkarları ve doğayı anlatmış… Etnografya, tarih ve coğrafya ile ilgili harika betimlemelerde bulunmuş. Hatta tarım bilgilerinden çalgı çengilere kadar geniş bir yelpaze sergilemiş. Dil araştırmalarına kelime kullanımları ve yöresel ifadeler ile önemli ip uçları bırakmış… Türk kültür tarihi ve gezi edebiyatı bakımından gelmiş geçmiş en önemli eserlerden bir tanesi olmuş Seyahatname. Üslup olarak Osmanlı toplumunda özellikle Divan Edebiyatı’nda yaygın olan düzyazıya bağlı kalmayarak kendi üslubunu yakalamış…
Taking up duties at the palace upon completing the Enderun School has not stopped the traveler who was born in Kütahya as the son of a family that went on to settle in Istanbul after the conquest of the city. He has told of cities, dining cultures, social lives, roads, distances, mosques, homes, lodges, streets, madrasahs, prayer rooms, shrines, imarets, hospitals, palaces, caravanserais, Turkish baths, inns, viziers, authors, scholars, languages, religions, marksmen, artisans, artists and nature… He has made wonderful depictions on ethnography, history and geography. Indeed, he has displayed a plethora of knowledge ranging from agriculture to instruments and dancers. He has left behind significant clues for linguistic studies thanks to the local expressions used… The Book of Travels ended up being one of the most important works of art with regard to Turkish cultural history and travel literature. He has developed his own style by not adhering to prose that is common in the Ottoman society and especially in Divan Literature…
Geniş Osmanlı topraklarında çilesini tamamladıktan sonra kitap haline gelen bu yazılar, yaklaşık üç yüz elli yıldır dünya mirasına ışık tutuyor. İlk cildi İstanbul’u anlatan Seyahatnamede birçok kentin hikayesi yer bulmuş: Bursa, Bağdat, Bakü, Tebriz, Tiflis, Trabzon, Konya, Kırım, Kilis, Sivas, Mısır, Sofya, Sudan, Mekke, Medine, Balkanlar, Maraş ve çok daha fazlası… Ama Evliya Çelebi’nin İstanbul’dan ayrılarak yaptığı seyahatlerine ilk başladığı yer Bursa olmuş… Diğer bir deyişle seyahatnamenin ikinci cildine Anadolu’nun “yedi büyük şehrinden birisi olarak” bahsettiği Bursa ile başlamış.
These articles that were published in the form of a book after his travels were completed in the wide breadth of the Ottoman lands continue shedding light on world heritage for over three hundred and fifty years. Stories of many cities have found a place for themselves in the Book of Travels the first volume of which is on Istanbul: Bursa, Baghdad, Baku, Tabriz, Tbilisi, Trabzon, Konya, Crimea, Kilis, Sivas, Egypt, Sofia, Sudan, Mecca, Medina, Balkans, Maraş and many more… However, it was the city of Bursa where Evliya Çelebi started his travels after leaving Istanbul… In other words, the second volume of the Book of Travels starts with Bursa depicted in the book as “one of the seven great cities” of Anatolia.
İlk durak Mudanya
Muharrem ayının ilk Cuma günü, 23 Nisan 1640’da kuşluk vakti İstanbul Sarayburnu’ndan bindiği bir yelkenliyle başlamış seyahati… İlk Cuma namazını burada kılmış. Mudanya’nın bağlarından, bahçelerinden, üzümünden, şırasından ve sirkesinden bahsetmiş. Mudanya’ya “Darıhal” dediklerini yazmış. Mudanya’dan etrafı gezerek altı saatlik bir yolculukla ipek yurdu, büyük şehir, diri ve kadir olan tanrının nazargâhı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti diye adlandırdığı Bursa’ya varmış.
First Stop: Mudanya
His travels started with a boat trip setting sail from Istanbul Sarayburnu one mid-morning on April 23, 1640… This was where he held his first Friday prayer. He has mentioned the vineyards, gardens, grapes, grape juice and vinegar of Mudanya. He has written that Mudanya is known as “Darıhal”. After a six hour trip upon leaving Mudanya, he has arrived at Bursa which he names as the home of silk, large city, vantage point of the lively and mighty God, land of crowns and the old capital city of the Ottoman.
Bir başka efsaneleşmiş tarihçi Nam-ı diğer Heredot’a göre Olympos olan Uludağ’dan, eski ismiyle Keşiş Dağı’ndan şöyle bahsetmiş Evliya Çelebi: “Bu dağa Keşiş Dağı denilmesinin sebebi, Ayasofya’daki patrik ve rahiplerin, perhiz ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir.” Evliya Çelebi bu kaydı düştüğüne göre, 17. yüzyılda bile, Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman halkı arasında keşişlerin kerametine ve özellikle de bu dağda cidden “hikmet” gösterdiklerine hala inanılıyordu.
Evliya Çelebi has written the following on Uludağ, known previously as Mount Keşiş or Olympos according to another legendary historian, a.k.a. Heredotos: The reason why this mountain is known as Mount Keşiş is that the patriarchs and monks at Hagia Sophia fly to this mountain and rest here.” It was still believed among the Muslim community of the Ottoman Empire during the 17th century when Evliya Çelebi wrote these lines that the monks have special miracles and that they displayed their “wisdom” over here in this mountain.
Filler, ejderhalar, bukalemunlar, gemiler, kartallar…
Bu dağın önemli bir durağı da bugün seyir terası olarak kullanılan “Bakacak” olmuş ve şöyle tarif etmiş Evliya Çelebi: “Bakacak, mahalli fil hortumu gibi şehre eğimli bir yalçın kayadır. İnsan buradan aşağı bakamaz, aklı başından gider. Buradan, Bursa’nın Filadar Ovası’nda olan köyler, kasabalar, bağlar, bostanlar, Nilüfer Nehri ile sulanmış ova, bukalemun süsü gibi yapraklar halinde görülür. O kadar büyük bir dağdır ki, Bursa şehri altta gizlendiği için Ulucami, İç Kale ve Bedesten semtleri kesinlikle görünmez. Ancak uzak yerler de bir bir görülür. Öyle yüksek bir yerdir. Burada göğe yükselmiş yalçın kayalar vardır ki, kimi ejderha gibi, kimi file benzer. Bazısı gemi ve kartala benzer, korkunç şekilde garip ve tuhaf yapılıdır. Buradan hareketle kıble tarafını yokuş yukarı sümbül ve reyhan bahçeleri içinden geçtik, ancak buralarda büyük ağaçlar yoktu. Sadece yeşillikler ve kır çiçekleri olan yerlerdir. Beş saat sonra başka bir menzile vardık.”
Elephants, dragons, chameleons, ships, eagles…
„Bakacak“ used today as a vantage point has been a significant stop on this mountain and this is Evliya Çelebi’s depiction of that place: “Bakacak is a sheer cliff of rock that slopes down towards the city like an elephant’s trunk. One cannot look down from here or is overwhelmed. From here, villages on the Filadar Plain, towns, vineyards, gardens, the plain watered by the Nilüfer River are seen as leaves adorning chameleons. The mountain is so gigantic that the districts of Grand Mosque (Ulu Cami), İç Kale and Bedesten cannot be seen since the city of Bursa lies hidden below. However, distant lands can also be seen one by one. It is such a high place. There are sheer rocks rising up to the sky that resemble dragons and elephants. Some are like ships and eagles, such scary and weird structures they are. We moved in the direction of the qibla through gardens of hyacinths and basil, but there were no large trees here. There were only greeneries and wild flowers. Five hours later we reached another range.”
Seyahatname’ye göre, eskiden buradan aya bakarlarmış. Ramazan ayının başlangıcında “hilal” görünür mü görünmez mi, buradan baktıkları için buraya “Bakacak” denmiş… Eğer Ramazan hilalini görürlerse, ateş yakarak şehir halkına haber verirlermiş. Böylece kaleden toplar atılarak ertesi günü oruç tutulurmuş. Keşişlerin evlerini saklayan Küçük Zirve’si Keşiştepe’ye ulaşmak, Evliya Çelebi’nin Bursa ziyareti sırasında en tepesine çıkıp “Kulle-i Cihan” olarak adlandırdığı “Büyük Zirve”si ise Karatepe’ye adını yazmak içinmiş…
According to the Book of Travels, people used to look at the moon from here. This place has been called “Bakacak” since people used to look up to the sky at the beginning of the month of Ramadan to see whether the “crescent” of the moon could be seen or not… If they saw the crescent they would light up a fire to inform the city dwellers. Thus, cannons would be fired from the castle to start the fasting for the next day. The Small Peak where the homes of the monks lay hidden was for reaching Keşiştepe and the Large Peak known as “Kulle-I Cihan” was for writing his name on Karatepe during Evliya Çelebi’s Bursa visit…
“Erguvan Faslı”
Yine Uludağ’ın en süslü çiçeği olan Erguvan hakkında ise bu çiçeğe metihler düzenlenen Erguvan Sohbetleri’nden dem vurmuş, Türklerin baharın müjdecisi saydıkları erguvan ağaçlarından heyecanla bahsetmiş… “Şehrin meyveli ve meyvesiz ağaçları, çeşit çeşit çiçekleri, özellikle çiçek açan ‘Erguvan Ağaçları’ oldukça boldur. Bundan dolayı her yıl Emir Sultan Hazretleri adına ‘Erguvan Faslı’ yapılır ki, her yerden deniz gibi insanlar buraya akar. Bu öyle bir şenliktir ki, kalem bunu anlatmakta aciz kalır. Böyle bir cemiyet ancak Emir Sultan aşkıyla mümkündür.”
“Redbud Interlude”
He has mentioned the Redbud Conversations acclaiming the fanciest flower of Uludağ, mentioning in excitement the redbud trees that Turks consider as the harbinger of spring… “The city is abundant with trees that do and do not bear fruits and especially the ‘Redbud Trees’. That is why, ‘Redbud Interludes’ are organized every year in the name of the Highness Emir Sultan during which people from all around flow here like the sea. This is such a festival that the pen is incapable of depicting it. Such a community can only come together for the love of Emir Sultan.”
Sudan ibaret Bursa
Evliya Çelebi, Uludağ’ı öve öve bitirememiş ve âb-ı hayata (ölümsüzlük suyu) benzettiği 1060 adet pınardan, Pınarbaşı’ndan çıkıp Zirve Tepe’ye yaptığı geziyi ve enteresan gözlemlerini seyahatnamesinde ayrıntılarıyla aktarmış… “Kısaca Bursa demek, sudan ibaret bir sözdür” diyerek Bursa sularını anlatan seyyahın notlarında, Bursa’da 23.000 hanenin içerisinde bulunanların haricinde 2060 adet çeşmenin bulunduğu yazıyor. “Keşiş Dağı’ndan gelen suların kaynağı 17 adettir. Bunların en önemlisi Pınarbaşı’dır. Pınarbaşı’dan başka Şeker Kaynağı, Selam Kayası Kaynağı, Kral Kaynağı, Murad Dede Kaynağı gibi meşhur kaynakları vardır. Ağız tadı olanlar bu 17 kaynaktan ve nice yüz çeşmeden su getirip içip safa ederler.”
Bursa full of water
Evliya Çelebi praised Uludağ mentioning the 1060 springs that he resembled to the elixir of life and depicting in detail his observations during the trip from Pınarbaşı to Zirve Tepe… He has written, “In short, Bursa is a word for water” stating in his notes that there are 2060 fountains in the city excluding those inside the 23.000 households. “There are 17 springs for the waters coming down from Mount Keşiş. Pınarbaşı is the most important one among these. There are also famous springs other than Pınarbaşı such as Şeker Spring, Selam Kayası Spring, Kral Spring, Murad Dede Spring. Those with gusto drink water from these 17 springs and hundreds of fountains enjoying themselves.”
O kadar çok dikkat çekici not var ki Uludağ’a dair… Uludağ’ın, İstanbul’un ve Marmara denizinin güneydoğusunda bulunması ve eski adının da Keşiş Dağı olması nedeniyle güneydoğudan esen rüzgâra “keşişleme” denilir. Kısaca Bursa’dan rüzgâr esiyorsa, adı lodos değil “keşiş”lemedir.
There are so many remarkable notes on Uludağ… Since Uludağ is located to the southeast of İstanbul and the Marmara Sea and because it was known as Mount Keşiş in the past, the southeasterly wind is called “keşişleme”. In short, if winds are picking up from Bursa they are called “keşiş”leme instead of “lodos[1]”.
[1] A word for “southeasterly” wind
Çelebi üzerinden geçtiği Nilüfer nehrini de şöyle anlatır: “Bir akarsudur ki, bahar mevsiminde asla geçit vermez. Kıble tarafından Ruhban dağından, Keteli, Kestel dağlarından gelip coplanarak Filadar sahrasından akar, binlerce ekili ova ve hurmalıkları sular. Yol üzerinde sağlam bir köprü vardır ki, her lâkı alâim-i semâdan nişan verir. Bunu Nilüfer Sultan yaptırdığından, adına nisbetle ‘Nilüfer köprüsü’ derler. Nehir buradan geçerek, batı taraftan denize dökülür. Buradan iki saat giderek Bursa’ya girdik.”
Çelebi writes the following on the Nilüfer River that he crossed: “It is such a river that it will never give way during spring. Coming down from the south from Ruhban Mountain, it picks up speed over Keteli, Kestel Mountains flowing through the Filadar fields watering thousands of planted plains and forests of date trees. There is a strong bridge along the way, the colors of which resemble those of a rainbow. Since it was ordered to be built by Nilüfer Sultan, it has come to be known as the ‘Nilüfer Bridge’. The river passes through here flowing into the sea in the west. We passed from here entering Bursa two hours later.”
Çarşılarla çevrili Bursa
Bursa hakkında yazılanlar oldukça fazla… İmaretlerinden, hâkimlerinden, aşağı kalesinden, camilerinden, hanlarından, medreselerinden, tekkelerinden, tüccar hanlarından, kervansaraylarından, bekar hanlarından, çeşmelerinden, değirmenlerinden, hamamlarından, çarşı ve pazarlarından, kahvelerinden, köprülerinden, mesirelerinden, yaylalarından, tatlı havası ve suyundan, yiyeceklerinden, sanayisinden, geçmiş padişah ziyaretlerinden, alimlerinden ve seçkin maarif sahiplerinden bahseder Evliya Çelebi…
Bursa covered with bazaars
Many have been written on Bursa… Evliya Çelebi mentions its imarets, judges, lower castle, mosques, inns, madrasahs, lodges, merchant inns, caravanserais, fountains, mills, bazaars and markets, coffeehouses, bridges, recreation areas, highlands, sweet air and water, foods, industry, visits of previous sultans, scholars and distinguished educated individuals…
Örneğin Bursa çarşılarını şu şekilde aktarmış büyük gezgin: “Bedesten, Bursa Çarşısı’nın merkezinde yer alır. Diğer çarşılar bunun çevresinde kurulmuştur.” Evliya Çelebi’ye göre, Bedesten’in dört çevresi kuyumcular çarşısı imiş. Bunun çevresinde Gazzazlar Çarşısı, Kavukçular Çarşısı, Takkeciler Çarşısı, İplikçiler Çarşısı, Bezzazlar/Bezciler Çarşısı (manifaturacılar), Halat Çarşısı, Gazazlar (iplikçiler), Gelincik Çarşısı ile Hallaçlar Çarşısı (pamukçular) ile çevrili imiş. Bu çarşıların üzeri, önceleri kurşun örtülüymüş ve bazı yerlerinde demir pencereleri varmış. Hamhalet Çarşısı’ndan, Gelincik Çarsısı’ndan, Uzun Çarşı’dan, Kebapçılar Çarşısı’ndan ve Yemiş Pazarcıları Çarşısı’ndan bahsetmiş. Yine ona göre bu çarşıların her köşesinde mutlaka bir çeşme varmış. Ayrıca bugünkü yeni Kapalı Çarşı’nın uzantısı olan; Saraçhane Çarşısı varmış ki bu çarşıda her türden esnaf varmış. Uzun Çarşı’da Pirinç Hanı yanında ise Kebapçılar Çarşısı varmış. Ayrıca bir de Bakkallar Çarşısı… Burada bulunan hoşafçıların, sadece Bursa’da bulunduğunu yazan Çelebi, ipek çarşılarının da güzel olduğunu yazmış. Dükkanların çoğu kuyumculuk üzerine satış yapar demiş… Çarşılarının hepsinin 9000 dükkân olduğunu da notlarına eklemiş.
As an example, the famous traveler has depicted the bazaars of Bursa as such: “Bedesten[1] is located at the heart of a Bursa Bazaar. The other bazaars are built around it.” According to Evliya Çelebi, four sides of the Bedesten were covered with jeweler market. This was surrounded by Gazzazlar Bazaar, Kavukçular Bazaar, Takkeciler Bazaar, İplikçiler Bazaar, Bezzazlar/Bezciler Bazaar (drapers), Halat Bazaar, Gazazlar (silk makers), Gelincik Bazaar and Hallaçlar Bazaar (cotton merchants). These bazaars were previously covered with a lead top with iron windows in places. He has mentioned the Hamhalet Bazaar, Gelincik Bazaar, Uzun Bazaar, Kebapçılar Bazaar and Yemiş Pazarcıları Bazaar. He has once again indicated that there is definitely a fountain at a corner of each of these bazaars. In addition, there was a Saraçhane Bazaar which was the extension of the Covered Bazaar of today where there were tradesmen of every nature. There was also Bakkallar Bazaar… Çelebi wrote that the compotes sold here can only be found in Bursa and that the silk bazaars are very good as well. He has indicated that majority of the shops are jewelers… He has also added that there are 9000 shops in total in the bazaars.
[1] Covered bazaar
Kayhan Çarşısı’nda bazı günler sebze pazarları kurulurmuş. Çevresinde ve Kapalı Çarşı’ya doğru ise, Bursa’nın ünlü bıçakçıları varmış. Hayran kalınası bir gözlem yeteneğine sahip Evliya Çelebi bu çarşıda, yemiş pazarcılarının dükkânlarını meyve dalları ile süslediklerini yazar.
He has stated that there were vegetable markets on some days at the Kayhan Bazaar. Surrounded by the famous knife makers of Bursa all the way up to the Covered Bazaar. With his charming skills for observation, Evliya Çelebi wrote that the dried fruit and nut merchants adorn their stores with branches of fruits.
1648’de Şam yolculuğu esnasında İznik’e uğrayan Evliya Çelebi bu kez şöyle der: “Burada insanı hayretler içerisinde bırakan bukalemun (çok renkli) nakışlı öyle çiniler işlenir ki, tarifinden dil acizdir.” İznik’i İznik yapan yegane şeyi anlatırken dil gerçekten de acizdir…
Evliya Çelebi stops at İznik during his Damascus trip in 1648 writing as such: “The porcelains are adorned with so astounding multi-colored engravings that one fails to describe them.” One is really incapable of describing what it is unique to İznik…
“Sallanan köprü”, efsane dolu tarih
Evliya Çelebi’nin, Seyahatname’sinde övgülerle anlattığı, varlığı hakkında dilden dile aktarılan efsanelerin konuşulduğu Irgandı Köprüsü; yaşadığı onca yıkımdan, geçirdiği bir dizi restorasyondan sonra 2004 yılında bugünkü görünümüne kavuştu. Hem sanat, hem tarih, hem mucizelerle dolu bir yer Irgandı Köprüsü. Görünümüyle büyülediği, kendine hayran bıraktığı gibi dünya çapında bir ünü de var. Bulgaristan’ın Lofça kentindeki Osma Köprüsü, İtalya’nın Floransa kentindeki Ponte Vecchio Köprüsü ve Venedik’teki Rialto Köprüsü ile birlikte, dünyada “çarşılı köprü” olma özelliğine sahip 4 köprüden biri. Ayrıca diğerlerinden çok daha eski. Köprü 15. yüzyılda Irgandılı Pir Ali olarak anılan bir beyin oğlu Hoca Müslihiddin tarafından yaptırılmış. Mimarı ise Abdullah oğlu Timurtaş’mış. Ancak köprünün başındaki bilgilendirme tabelalarında da bulunan Evliya Çelebi’ye göre köprünün varlığını, dinleyenleri hayretler içinde bırakan bir hikâyeye borçluyuz.
“Swaying bridge”, history full of legends
The Irgandı Bridge highly praised in the Book of Travels by Evliya Çelebi including many related legends reached its current appearance in 2004 following a series of restorations after it suffered many damages over the years. Irgandı Bridge is a location full of art, history and miracles. It is renowned worldwide with its charming appearance. It is one of the 4 “market bridges” in the world together with the Osma Bridge in the Lofça province of Bulgaria, Ponte Vecchio Bridge in the city of Florence in Italy and Rialto Bridge in Venice. It is also much older than the others. The bridge has been ordered to be built in the 15th century by Hodja Müslihiddin, the son of an esquire known by the name of Pir Ali from Irgandi. Its architect was Timurtaş son of Abdullah. However, according to Evliya Çelebi also included in the signposts at the bridge, we owe this structure to a jaw dropping story.
Tüyler ürperten efsaneye göre Orhan Gazi Bursa’yı fethettiği sırada, askerlerden biri tam da bugün bu köprünün bulunduğu yerden yükselen bir ses duymuş. Ses “Çıkayım mı? Geleyim mi?” diyormuş. Yiğit asker ise kılıcına davranmış ve gizemli sese “Çık bakalım ne yapabilirsin?” diye karşılık vermiş. Kılıcını sesin geldiği yöne doğru sallamasıyla birlikte büyük bir gürültü kopmuş ve “ırgalanan” (sallanan) yerden kıymetli bir hazine çıkmış. Aşağıdaki dere bir anda altınlarla, sikkelerle dolmuş. Askerin heyecanla koşup durumu anlattığı Orhan Gazi askere Bursa’da hayır yapmasını emretmiş. Hazinenin onda birini devlete bağışlayan asker, kalanıyla orada bir köprü yaptırmış ve adını da hazinenin ortaya çıktığı gibi “sallanan, yerinden oynayan” anlamına gelen “Irgandı” koymuş. Varlığıyla Osmangazi ve Yıldırım ilçelerini birbirine bağlayan Irgandı Köprüsü, hakkında anlatılan bu efsaneyle de Bursalıları gizemli tarihine bağlıyor. Her ne sebeple yaptırılmış olursa olsun, varlığı Bursa için hem kültürel, hem tarihi hem de mimari açıdan büyük bir değer taşıyor.
According to this eerie legend, one of the soldiers heard a voice coming from the location of this bridge at the time when Orhan Gazi conquered Bursa. The voice was saying, “Shall I come out? Shall I come?” Reaching for his sword, the brave soldier has responded, “Come out then, let’s see what you can do?” As the soldier swayed his sword to the location where the sound came from a precious treasure has emerged. The river flowing below was suddenly filled with golds and coins. After the soldier rushed excitedly over to Orhan Gazi and told this story, he has told the soldier to do good deeds for Bursa. The soldier donated one tenth of the treasure to the state and built a bridge there with the remainder of the money naming it as “Irgandı” meaning “swaying, moving around”. According to this legend, the Irgandı Bridge between Osmangazi and Yıldırım districts also ties the locals of Bursa to its mysterious history. Regardless of the reason why it was built, the bridge holds significant cultural, historical and architectural importance for Bursa.
Bursa Mutfağı’na methiyeler…
Bursa yiyeceklerine övgüler sıralayan ünlü seyyah şunları yazmış: “Evvela has ve beyaz somunu İstanbul’un Tophane somunu lezzetinde ve beyaz çakıl ekmeği bir diyara mahsus değildir, beyaz katmer gül gibidir. Katmerişi, kâhisi, gözlemesi ve beyaz tandır kirdesi (ekmeği) de bu şehre mahsustur. Kirde Kebabı (Kirde ekmeği ile yapılan bir nevi pideli kebap) da gayet tazedir. Zira koyunları Keşiş Dağı’nda otlayıp yol zorlukları çekip zayıflamadan boğazlanırlar. Gayet semiz etleri olduğundan Kirde kebapları meşhurdur. Ve tahinlisi ve beyaz misk kokulu helvası… İçeceklerinden Pınarbaşı’nın hayat suyu, 17 adet pınarlarının hayat veren suları, çeşit çeşit hoşaflar, renk renk şerbetleri, tantanalı ve mücevher Yemen kahveleri, ilik gibi süzme bozaları, Handan bey şerbeti, Tirelioğlu şerbeti, Karanfilli şerbeti ve Sücahoğlu şerbeti…”
Praise to Bursa cuisine…
Praising the Bursa cuisine, the famous traveler has written as such: “First of all, the original white loaf is as delicious as the Tophane loaf of Istanbul with its white bread resembling a crisp and flaky rose. Katmer, kâhi, gözleme and white tandır kirde (bread) are also unique to the city. Kirde Kabab (a type of kabab made with kirde bread) is very fresh. Indeed, the sheep graze on Mount Keşiş which are slaughtered without facing the hardships of being moved around. Kirde kabab is very famous due to its fresh meat. One with tahini and the white-musk scented halva… Among the many drinks, the water of life from Pınarbaşı, life instilling waters from 17 different springs, different compotes, colorful sherbet, sumptuous Yemen coffee, strained boza, Handan bey sherbet, Tirelioğlu sherbet, Karanfilli sherbet and Sücahoğlu sherbet…”
Bursa’nın yiyecekleri hususunda bunları belirten Evliya Çelebi meyvelerini ve sebzelerine de ayrıca değinmiş… Bursa’nın armudunun, çeşit çeşit sulu üzümünün, kaysısının, sulu kirazının, dutunun çok meşhur olduğunu ve kestanesinin yeryüzünde eşi olmadığını da notlarına eklemiş…
After stating these on Bursa cuisine, Evliya Çelebi has also mentioned the fruits and vegetables separately… He has also included in his notes that the Bursa pear, many juicy grapes, apricot, cherry and mulberry are very famous and that its chestnuts are unmatched…
Bursa kahveleri, bozahaneler…
Evliya Çelebi’nin övgüyle bahsettiği bir husus da Bursa kahveleridir. Bu kahvelerin aynı zamanda birer irfan yuvası olduğundan bahseder. Kahvehanelerin yanı sıra herkesçe meşhur olan 97 adet bozahanelerinden bahseder ve “hiçbir diyara mahsus değildir ” diyerek yere göğe sığdıramaz. Bursa’da artık hiç bozahanenin olmayışı da ayrı bir üzüntü verici husustur. “Pak çinili, nakışlı tavanlı ve kargir sofalı biner adam alır bozahane ve buzhaneler vardır ki temmuzda bodrum katlarında bozalarını buzlar üzerine koyup bozaları göğreyip (mavileşip) bozarıp soğuk olur, cüllap gibi pak bozası olur” diyerek anlattığı bozahanelerde çalgıcıların yanı sıra hoş ve tatlı boza sakileri de vardır. Bu sakilerin güzelliğinden ve bellerindeki Bursa’nın kırk kalem işlemeli peştamallarından da övgüyle söz eder.
Coffeehouses and boza houses of Bursa…
Evliya Çelebi also praises the coffeehouses of Bursa. Mentioning that these coffeehouses are also locations of knowledge. In addition to the coffeehouses, he also talks about the 97 boza houses indicating that “they cannot be found anywhere else on earth”. It is saddening that there are no boza houses left in Bursa. There were fine and sweet boza servers in addition to musicians in the basements of these boza houses depicted as such: “there are boza houses adorned with tiles and masonry sofas which can serve a thousand men each with fine boza to drink in the cellars during the month of July. He also praises the beauty of these servers as well as their embroidered loincloths.
Evliya Çelebi’nin izlerinden yazılan kitap
2009 yılı sonbaharında 6 arkadaş düştüler yola. Evliya Çelebi’nin silinmeyen izlerini takip ederek, onun rotasına sadık kalarak ilerlediler. Seyahatname’sindeki Hac yolunu adım adım izlediler. Evliya Çelebi rehberliğindeki seyahatlerini kitaplaştırıp Bursa’nın soyut mirasında yer alan Evliya Çelebi güzergâhına kılavuz yaptılar. Bu kılavuzun ışığıyla Evliya Çelebi’nin geçtiği yollar, bıraktığı izler pusulalarla değil tabelalarla takip edilebilir hale geldi.
The book following the traces of Evliya Çelebi
Six friends hit the road in the fall of 2009. They followed the traces of Evliya Çelebi and remained true to his route. They followed the Pilgrimage route in the Book of Travels step by step. They published their travels under the guidance of Evliya Çelebi leading the way towards the Evliya Çelebi route included as part of the intangible heritage of Bursa. Thus, the route that Evliya Çelebi followed and the traces he left behind can now be followed not by way of compasses but by way of signposts.
Evliya Çelebi’nin yolu, 1671 yılında çıktığı Hac yolculuğunda da Bursa’dan geçti. Osmanlı tarihçileri onun Hac yolunda bıraktığı bu izleri takip ederek, ilk turu at üzerinde tamamladılar. Evliya Çelebi’nin 400 yaşına girdiği ve UNESCO tarafından Evliya Çelebi Yılı olarak kabul edilen 2011’de ise “Evliya Çelebi Yolu” adlı kitap yayın haline getirildi. Yolu yürüyerek, at ya da bisikletle geçmek isteyenlere rehber olan kitap, UNESCO Türkiye Milli Komitesi’nce “The Evliya Celebi Way” adıyla İngilizce olarak da yayınlandı. Araştırmanın öncüsü olan Dr. Caroline Finkel ve ekibi, tüm Osmanlıların en büyüğü olarak bahsettiği Evliya Çelebi’nin geçtiği yolları canlandırarak geçmişin daha iyi anlaşılabileceğine inanıyorlar. Onun izini takip ederek seyahat etmenin, bir süreliğine de olsa bambaşka ve daha sakin bir dünyayı ziyaret edebilme fırsatı vereceğini söylüyorlar.
Evliya Çelebi passed through Bursa in the year 1671 during his pilgrimage. Ottoman historians followed his traces and completed the first round on horseback. “Evliya Çelebi Way” was published in 2011, marked by UNESCO as the Year of Evliya Çelebi to mark the 400th anniversary of his birth. The book that led the way to those who want to complete the route either on foot, on horseback or by bike was also published in English by UNESCO Turkey National Committee as “The Evliya Celebi Way”. The leader of the research, Dr. Caroline Finkel and her team are of the opinion that they can have a better understanding of the past by reenacting the paths that Evliya Çelebi, known as one of the greatest Ottomans traversed. They state that travelling in his footsteps will enable us to visit a completely different and calmer world than our own even if for a brief period of time.
Daha önce 1995 yılında düşünülen ama uygulamaya geçemeyen projedeki atların temini ve rehberlik görevini Ercihan Dilari üstlendi. Ekibin başka bir üyesi olan Kate Clow ise Türkiye’nin ünlü yürüyüş parkurlarından Likya Yolu’nun kâşifi olarak tanınıyor. Aslına sadık kalınarak takip edilen rotanın, Evliya Çelebi’nin ilk Hac yolculuğuna ait olması ayrıca önem taşıyor. Yalova’nın Hersek Köyü’nden başlayan yolculuk 40 gün at sırtında 7 gün de yaya olarak devam etti. Atlarla İznik, Yenişehir ve Kütahya’nın içinden Bursa, İnegöl, Afyonkarahisar ve Uşak’ın yakınlarından geçtiler. Osmanlı hamamları ve kaplıcalarına gittiler. Zamanında Evliya Çelebi’nin de katıldığını bildikleri Rahvan at yarışlarını ve Seyahatname’sinde, oynarken birkaç dişini kırdığını anlattığı cirit oyunlarını izlediler. Köylere yakın yerlerde kamplar kurarak, köy yaşamını daha iyi anlatan kimsenin olmayacağını düşündükleri köylülerle sohbet ettiler. Türkiye’nin ilk uzun mesafe atlı gezi ve yürüyüş yolundaki bu yolculuk boyunca karşılarına çıkan insanların ikramlarından ve ilgilerinden son derece memnun olan ekip, bu projenin rota üzerindeki köylere, kasabalara maddi getiri de sağlamasını umuyor.
Ercihan Dilari took on the responsibility for providing the horses as well as guidance services during the project which was initially planned in 1995 but could not be executed back then. Another team member, Kate Clow, is known as the discoverer of the Lycian Way renowned in Turkey with its trekking routes. It is also important that the route followed as true to its original is that followed by Evliya Çelebi during his first Pilgrimage. The journey that started at Hersek Village of Yalova continued for 40 days on horseback and 7 days on foot. They passed through İznik, Yenişehir and Kütahya on horseback and near Bursa, İnegöl, Afyonkarahisar and Uşak. They went to Ottoman baths and hot springs. They watched Rahvan horse races that they know Evliya Çelebi took part in and watched games of cirit, the game during which he broke several of his teeth as depicted in the Book of Travels. They camped near villages and talked with villagers since they are of the opinion that no one can tell village life better than the villagers themselves. The team was quite satisfied of the hospitality and interest of the local people they came across during this first long distance horseback riding and trekking route in Turkey and they hope that the project will provide financial income to the villages and towns along the route.
UNESCO Kültürlerarası Diyalog Komitesi Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanı Dr. Mehmet Kalpaklı da konu ile ilgili yaptığı açıklamada Evliya Çelebi’nin tarih adına önemli adımlar attığına işaret etti ve bu yola derin bir anlam kattı: “İnsanlığın savaşı, zihinde başlar ve zihinde biter. Kültür yolları bu savaşların bitirilmesi noktasında büyük önem taşır. Evliya Çelebi Kültür Yolu üzerinden geçecek turistlerin de kültürlerarası diyaloğu sağlarken aynı zamanda bu coğrafyayı tanıyacak olmaları önemli birer adımdır. Kültürlerarası diyaloğun bu ruhaniyetli şehirde başlaması da çok önemli…”
Dr. Mehmet Kalpaklı, UNESCO Intercultural Dialogue Committee Chairman and President of Bilkent University Department of History pointed out in his explanation on the subject that Evliya Çelebi took important steps for history thereby providing a deeper meaning to this route: “The battle of mankind starts and ends in the mind. Routes of culture are very important for ending these wars. It is an important step that the tourists will get to know this geography while carrying out an intercultural dialogue as they follow the Evliya Çelebi Cultural Route. It is very important that intercultural dialogue starts in this spiritual city…”
Çelebi Yolu Tabelaları
Bursa Araştırma Merkezi, Büyükşehir Belediyesi ve Trafik Şube Müdürlüğü katkılarıyla, güzergâha üzerine turistlere kolaylık sağlayan yönlendirme tabelaları koyuldu. Tarihe ışık tutan, kültürel bağları güçlendiren ve turizme katkı sağlayan proje ve ardından gelen kitap, ekibin yolculuk boyunca yaşadıklarını da içeriyor. Bu çalışma sayesinde Evliya Çelebi’nin yolculuğundan kalan tek iz Seyahatname’sinde anlattığı kadarıyla kalmadı.
Çelebi Way Signposts
Guiding signposts for helping the tourists have been placed along the route with contributions by the Bursa Research Center, Metropolitan Municipality and Traffic Division. The book that followed this project which strengthens cultural bonds while contributing to tourism includes all that the team experienced during their trip. Thanks to this project, the only trace of Evliya Çelebi’s travels will not be that which is depicted in his Book of Travels.
Bursa’nın Ayasofyası diye tarif ettiği Ulu Cami’den Bursa’nın kadim tarihine kadar her köşesine, her dokusuna dair bir miras bırakmış Evliya Çelebi. Geçtiği her şehir gibi Bursa’yı da nakış gibi işlemiş. Kitaptaki her şeyi aktarmak mümkün olmasa da, onu satırlarındaki naifliği ve yalın anlatımıyla hatırlamak, ona yapılabilecek en saygı dolu selam denebilir. “Velhasıl Evliya Çelebi, seyahatten ibaret…”
Evliya Çelebi has left behind a significant heritage from the Grand Mosque described by him as the Hagia Sophia of Bursa to the immemorial history of Bursa. He has described Bursa in exquisite detail just as he has done each city that he has passed through. Even though it is not possible to convey everything in the book as it has been written, remembering him with the naivety and plain prose in his book can be considered as the most reverential homage. “In short, Evliya Çelebi is all about travelling…”