“Yaşanabilir bir dünya özlemindeyiz”

Hayrettin Karaca

Bir çınar kadar doğal, çınar kadar görmüş geçirmiş bir isim. Çınarların ve tüm ağaçların en iyi dostlarından biri… Hayrettin Karaca annesi Bursalı, 1922 Bandırma doğumlu bir doğa tutkunu… Aynı zamanda Türkiye’nin ilk özel ağaç parkını kuran kişi… Herkesin bildiği kimliğiyle TEMA Vakfı’nın ilk genel başkanı…

Röportaj: Engin Çakır

Hayrettin Karaca hayatını doğanın korunabilmesine ve yaşam şansını sürdürebilmesine adamış bir gönül adamı. Hayrettin Karaca’ya o kadar sorulacak soru vardı ki… Fakat biz hepsini kendimize sakladık. Çünkü sorunların bu kadar çoğaldığı bir ülkede, tüm gücüyle mücadele eden birisine soru sormaya bile gerek yoktu. Ondan sadece bizimle sohbet etmesini rica ettik. O da bizi kırmadı ve sohbet başladı…

“O zamanlar yeşil Bursa’yı yaşıyorduk”

Söze Bursa’dan başlayalım istedik ve lafı Bursa’ya getirdik. O da Bursa’dan kalan hatıraları ile söze başladı, Bursa ile bağlarını bir bir anlattı: “ Bursa ile bağlarım aileden ötürüydü. Annem Bursa doğumluydu. Çekirge’de teyzelerimin ve annemin ayrı ayrı evleri vardı. Bandırma’dan teyzelerime tatile gelirdik yazları. Bu tatilin bir nedeni de rahmetli ninemin romatizmalarıydı. Çekirge Meydan’dan yukarıya çıkarken Halil Ağa’nın oteli vardı. İşte o otelin selamlığında kalırdık. Henüz 5 yaşındaydım. Rahmetli ninem beni her sabah yıkardı. Yum gözlerini derdi, hele bir de keselerdi ki… Bursa denince aklıma ilk gelen şeylerden bir tanesi hamam o yüzden. Ama annemin dağ yolundaki evi de gelir aklıma. Dağa doğru gitmeden son evlerdi. O evlerden sonra ev yoktu yukarıya kadar. Evimizin bir kapısı caddeye diğer kapısı da ormana doğruydu. Ayılar dahi gelirdi kapımıza kadar. Yeşil Bursa’yı yaşıyorduk o zaman. Dayımın Acemler’de bir bahçesi vardı. Orada dut yerdik. Çekirge’deki teyzemin evinde ise Trabzon hurmasının ufaklarından vardı hiç unutmam. Hatta osuruk hurması denirdi. Ölçülü yenmesi gerekirdi ama çok tatlıydı, gayret etmeme rağmen bazen dozunu kaçırırdım ve neden osuruk hurması dendiğini anlardım…”

 

“Bursa Ovası ağaçlarla doluydu”

Hayrettin Karaca çocukluk yıllarına döndüğü için keyiflenmişti, gülerek hatta neşe saçarak anlatıyordu, “Kapalı Çarşı’ya giderdik. Orada bir şekerci vardı. Ufak ufak, yuvarlak ve kimyonlu şekerler satardı. Onu almak benim için özeldi. Keyif alırdım. Bahsettiğim otel sahibi Halil Ağa’nın bir de bahçesi vardı. Biz çocuklar armutların olmasını beklerdik. Halil Ağa armutları yememize izin verirdi. Biz de armutları ham ham midemize indirirdik. İzinsiz olsa yapmazdım. Yaramaz bir çocuk değildim ama olmadığım için üzülürüm. Bir daha gelirsem dünyaya onu da yapacağım…”

 

Söz dönüyor dolaşıyor ve Bursa’nın hala yeşil olup olmadığına geliyor. Ama Karaca Bursa’yı çok farklı görüyordu: “Bu sabah kalktığımda saat 7 gibiydi. Elektrikler henüz sönmemişti. Eskiden Bursa ovasında ev yoktu. Ama sabah gördüğüm manzara ışıl ışıldı… Acemler dediğimiz yerden sonra ev dahi yoktu şimdi ise tam tersi… İpekçilik vardı eskiden mesela. Safiye teyzem ipekçilikle uğraşırdı. Ova dut ağaçları ile doluydu. İpek böcekleri için dallar kesilirdi. Ben de o dalların taşınmasına şahit olurdum. Benim kesip taşımam mümkün değildi ama yere düşen küçük dalları el arabasına götürürdüm. Kesilen bu dutlar meyve veren dutlar değil, erkek dutlardı. İpekçiliğin her aşmasını görür ve yaşardım bu sayede.”

 

Karaca Bursa’nın yeşilinden doğa ile tanışmasına geçti ve içtenlikle anlatmaya devam etti: “Ben Bandırma doğumluyum. Köy yaşamı ve kırsal yaşam beni çok mutlu ediyordu. Çünkü kendimi ispat edebiliyordum, harman dövebiliyordum. Gece çardakta yatıp bağ bekleyebiliyordum. Derede buğday yıkıyor, yıkandıktan sonra da kurutuyordum. Ama kurutmakla bitmezdi; kuşlar, tavuklar var. Birisinin beklemesi gerekirdi. Ben beklerdim. Bağ bozumuna katılırdım, pekmez kaynatırdım. Tütün kırardım. Ellerim kapkara olurdu. Yıkadığımda çıkmazdı. İşte tüm bunlar kendimi ispat etmekti benim için. Doğanın içinde kendimi mutlu hissediyordum.”

 

“Geleceğimiz için okuyun öğrenin ve tepki verin”

Hayrettin Karaca’dan Bursalılara doğa için bir ev ödevi istedik. Bakın o neler söyledi: “Öncelikle ‘okuyun’ derim. Sadece Bursalılara değil tüm evrene okuyun derim. Geleceğimiz hakkında hiçbir bilgimiz yok… Dünya Sosyal Forumu var mesela. Şu meşhur Davos’a karşıdır ve her sene Davos ile aynı gün toplanır. Artık yaşanabilir bir dünya özlemindeyiz… İşte bu forumun da ana isteği bu. Başka bir paylaşım düzeni, başka bir dünya kurmak… Ben bu forumun üyesi değilim ama aynı düşünceleri paylaşıyorum ve çok ilgiliyim. Oradan çıkan tüm yayınları okumaya çalışıyorum. İnsanlara diyeceğim de bu, lütfen okuyun. Dünyada neler oluyor haberdar olun ve yapılması gerekenlere ortak olun. Susan Gheorghe’nin bir kitabı vardır ‘Başka Bir Dünya Mümkün, Eğer…’ ismi ile… Bu kitapta anlatılanlar benim, Bursa ve tüm Türkiye’ye, anlatmaya çalıştığım şeyler aslında. Başka bir dünya mümkün, eğer bahsi geçenleri yapabilirsek… Ayrı ayrı konular hakkında tam on bölümlük bir bilgi sunuyor kitap. Giriş bölümünde bir satırla demek istediğini özetliyor aslında: ‘Başka bir dünyayı yaratmak için bilgi sahibi yurttaşlar gerekiyor…’ Ne kadar zor bir şey istemiş, nasıl yapacağız biz bunu! Lütfen okuyun kitabı ve onuncu bölüme kadar gelin. O bölümde yine iki mesaj veriyor. ‘Okumak isteyin ve şiddet kullanmayın’ diyor. İşte ben de Bursalılardan, tüm Türkiye’den hele ki gençlerden tek bir şey istiyorum. Okuyun. Ne olursa olsun okuyun. Bilmiyorsunuz gençler… Gelecekte hangi dünyada yaşayacağınızdan hiç haberiniz yok. Bugünkü medya size bunları söylemez. Eğlenceye, futbola adanmıştır onlar. Baş sayfaya çıplak bir hanımın fotoğrafı koyulur. Altına da uydurma şeyler yazılır. Bana bunlar yaramaz. Bu cahilliğe teslim olmayın. Bana ne yapacağımı söylesinler. Bugün hangi siyasi parti bunu bana söyleyebiliyor? Sen ya da ben bu insanları seçince vekillerimiz oluyorlar değil mi? Ben onlara niçin vekâlet veriyorum? Vatan topraklarını satın diye mi? Ama satıyorlar hem de tarım topraklarını… Türkiye’de açlık, yoksulluk, çaresizlik aldı başını gidiyor. Sadaka ile geçinen, ona muhtaç olan bir millet haline geldik. Bu insanları kurtarmak aklımızın ucundan bile geçmiyor… Dünyada 2 milyar 4 yüz milyon insan, 2 dolar ve altında gelire sahip. Bu bilgi Birleşmiş Milletler’in vermiş olduğu bilgi. Gerçekler belki daha da acı… Peki, bu insanları kurtarmak kimsenin aklına neden gelmiyor? Bugün açlıktan ölen her bir çocuğun bir katili vardır. Açlık çekilen bir bölgede doğmuşsa bu insanlar ya da anası babası fakirse, nedir onların kabahati? Aç olan insanlardan çalıyorlar. Onların hakkını yiyorlar. Peki, bu ekonomiler nereye kadar büyüyecek, daha ne kadar fakirleşecek insanlar?”

 

“Toprağın farkına varmamız gerek”

Hayrettin Karaca’ya TEMA ile neler kazanıldığını sorduk, TEMA’nın neden ortaya çıktığını merak ettik. Kamuoyunda güçlü bir desteği olan bir vâkıfın neler yapabileceğinden söze başladı ve bireysel olarak neler yapmamız gerektiğinin altını çizdi: “TEMA’nın kuruluş sebebi Türkiye’nin erozyonla maruz kaldığı tehlikeyi bir devlet politikası haline getirmektir. Bunun da manası hükümetler geldikçe, değiştikçe; tarımıyla, ormanıyla daha doğrusu toprak ile ilgili olan politikalarının değişmemesidir. Fakat öncelikle bir politikası olması gerekir. TEMA bu yüzden kurulmuştur. Siyasi güçlerin ve kadroların dilediklerince keyfi kararlar almaması için, kamuoyu oluşturabilmek için kurduk TEMA’yı. Çünkü neler olduğunu bilmiyoruz. Örneğin sadece ağaç dikmek ile Türkiye’yi kurtaramayız. Hatta biz ağaç dikerek doğal ekosistemi bozabiliriz. Buna biyolojik istila deniyor. Bugün Türkiye’de Orman Bakanlığı yoktur. Ağaçlandırma Bakanlığı vardır. Ama ağaçlandırma ile Türkiye’nin ormanlarının doğal yapısını bozuyoruz. Toprağın farkında değiliz, toprak nedir bilmiyoruz… Doğru, ağaç mutlaka dikeceğiz ama o bölgede ne varsa onu dikeceğiz. Bir yerde hangi çam varsa onu dikmeliyiz. Bölgede hangi tür meşe varsa o türde meşeler dikilmesi lazım.”

 

“Ülkesi için hizmet etmeye hazır bir toplum her şeyi başarabilir”

Karaca makilerle ilgili de oldukça sitemkâr: “İsyan ederek söylediğim başka bir konu daha var. Ormandan daha da kıymetli olan makilik alanlar… Maki ekosistemi ormandan daha güçlü ve dayanıklıdır. Yeşil örtü diye bilinen, makilerdir. Akdeniz iklimine özgüdür ve kurakta dahi yetişir. Yangından sonra hemen hemen hepsi yeniden gelir. Böyle bir örtüye kimse makilik deyip hakir görmemeli… Çevre ve Orman Bakanı çıkıp diyor ki, ‘Merak etmeyin, orman vasfını kaybetmiş alanları ve makilikleri turizme kazandırıyoruz…’ Orman vasfını kaybetmez, kaybettirilir. Daha da acısı Çevre ve Orman Bakanı’mızın makinin değerinden haberi yok! Ben bunlar için vekâlet vermedim. Ben asilim onlar vekil! Tarım topraklarımı Araplara satsınlar diye vekâlet vermedim! Ama satıyorlar… Bursa’nın vekilleri var, gidin yakalarına yapışın. Bu vatan toprağı satılır mı? diye sorun… Hakkımız bu. Bursalılara ödev versek ne olurdu diye konuşmuştuk. Alın size ödev… Tepki gösterin. Hakkınızı koruyun. Tarım Bakanı’na, Cumhurbaşkanı’na herkese mektuplar atın. Bilmiyorsak öğreneceğiz ve tepki göstereceğiz. Mesela soruyorum size, hiç sürmeden tarım yapılabilir mi? Sorun kendinize biliyor musunuz? Amerika’da yapılan tarımın %32’si hiç sürmeden yapılıyor. Bilmiyoruz. Aşırı gübrelemeyle, aşırı ilaçlamayla toprağımızın canına okuyoruz. Türkiye ortalamasının üç misli ürün veren arazilere ev kurmaya devam ediyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi genişleme planlarını yapıyor Çorlu’ya kadar. Neden? Oralar çorak araziymiş, kayalıklar varmış… Hayır, oralarda ormanlar ve tarım alanları var. Düşünsenize belediye plan yapıyor oraya doğru. Bu nasıl bir anlayış? Bugün TEMA’nın yaptığı iki büyük hizmet var. Birisi mera kanunun çıkarılmasını sağlamaktı diğeri ise toprak kanunu… Eğer ki bunlara uyulabilirse on sene sonra bambaşka bir Türkiye olacak. Sosyal yapısı değişmiş, açları ve yoksulu olmayan bir Türkiye olabilir. Kıskanılacak bir Türkiye olabilir. Bu hepimizin elinde… Bunu ben değil, bilim söylüyor. Biz mahsule destek veriyoruz. Esas yapmamız gereken toprağa destek vermek… Peki, bu olabilir mi? Olabilir, gübre kullanmadan, ilaç kullanmadan yaptık biz bunu. Türkiye bir bütün olarak da yapabilir.  Biz bunu TEMA’da beş kuruş para almadan gönüllü olarak destek veren bilim adamlarımızla başardık. Herkesin desteğiyle oldu bu. Biz buyuz ve yaparız. Ülkesi için hizmet etmeye hazır bir toplum her şeyi başarabilir. Bizde bu karakter ve özveri mevcut yeter ki isteyelim…

Doğa için adanmış bir yaşam, “Hayrettin Karaca”

Hayrettin Karaca, 1940 yılında Boğaziçi Lisesi’ni bitirdikten sonra iş hayatına atılmış ve Karaca Örme Sanayi’ni kurmuş… Daha sonra ise bu şirket Karaca Holding’e dönüşmüş. Ama 1980 yılında iş yaşamından ayrılan Karaca her şeyiyle çevre sorunlarıyla ilgilenmeye başlamış. Yalova’da 14.000 türü barındıran ve ülkenin tehlikedeki türleri için bir gen koruma merkezi ve Türkiye’nin ilk özel ağaç parkı olan Karaca Arberetumu’nu kurmuş… Böylesine büyük bir hedefi gerçekleştirmek için, yurtiçi ve yurtdışında gezdiği her yerden tohumlar toplamış nam-ı diğer Erozyon Dede… Botanik bahçeleri gezmiş ve uluslararası birçok bağlantı kurmuş… Bir yandan da Türkiye’nin anıtsal ağaçlarının, habitat ve biyolojik çeşitliliğin korunması yönünde çalışmalar başlatan Karaca, Türkiye kamuoyunun ilgisini uyandırmayı bugüne kadar çok iyi başardı. Hayrettin Karaca’nın ne denli büyük bir başarıya ulaştığını 70 yaşındayken kurduğu TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) çok iyi anlatıyor aslında. Sanayici arkadaşı Nihat Gökyiğit ile birlikte 1992 yılında kurdukları TEMA, şu an toplum tarafından en fazla desteklenen vakıflardan bir tanesi… Kendisi ise 5 farklı Türk üniversitesinden almış olduğu fahri doktorluk unvanının sahibi… Uluslararası Dendroloji Topluluğu’nun başkan yardımcılığını da yapmış bir isim…

Ödülleri

  • Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi tarafından Fahri Doktora 1990
  • Birleşmiş Milletler Çevre Programının ‘Global 500 Roll of Honour’ ödülü 1992
  • Çevre Bakanlığı tarafından “Çevre Beratı” 1992
  • Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından verilen’Çevre Ödülü 1993
  • Uluslararası Lions Club tarafından ‘Melvin Jones Fellow Award 1994
  • Çevre Bakanlığı tarafından “Üstün Hizmet” ödülü 1994
  • ODTÜ tarafından ‘Felsefe Onur Doktorası’ 1995
  • Ege Üniversitesi “Fahri Doktora”sı 1995
  • Milli Olimpiyat Komitesi “Fair Play” ödülü 1996
  • Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı “Hoşgörü Ödülü” 1996
  • Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı tarafından “Şeref Üyeliği Beratı” 1997
  • Kırıkkale Üniversitesi ilk Fahri Doktora unvanı 1997
  • Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat ödülü 1997
  • ÇEVRETED tarafından “Çevreted 97 Onur Ödülü” 1997
  • Çanakkale 18 Mart Üniversitesi “2000 Yılının Öncüleri” ödülü 1998
  • Genç Hukukçular Derneği tarafından “Yılın Yurttaşı”ödülü 1998
  • Türkiye Çocuk Dergisi tarafından Babalar günü nedeniyle “Toprak Baba” unvanı 1998
  • Anadolu Üniversitesi Fahri Doktora Ödülü 1998
  • BİLSES Vakfı “Çevre Ödülü” 1998
  • Ankara Çankaya İzci Grubu tarafından “Yılın Doğa Dostu” Ödülü 1998
  • Ankara Gazeteciler Cemiyeti tarafından “Yılın Adamı” Ödülü 1999
  • Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı tarafından “1998 Türk Dünyasına Hizmet Ödülü” 1999

 

Başa dön tuşu