Yedi renk umut
Yağmurun ardında bıraktığı hüznü neşeye dönüştürür gökkuşağı… Doğa Ana, yedi renkli elbisesini giyer ve insanlara umut dağıtmak, onlara hayatın yaşamaya değer olduğunu hatırlatmak için gökyüzündeki yerini alır. Hakkında anlatılan efsaneler öyle çoktur ki, kimi ona ulaşırsa sahip olacağı küp küp altınları, mücevherleri düşünür, kimi altından geçerse ulaşacağı ölümsüzlüğü…
“Kırmızı, turuncu, yeşil, mavi, sarı, mor, lacivert… Bu yedi renk bir gün aralarında bir kavgaya tutuşmuşlar. Her biri en güzel rengin kendisi olduğunu iddia ediyor, kavga bitmek yerine git gide daha da büyüyormuş. Onları uzaktan izleyen yağmur, kendi aralarında bir anlaşmaya varamayacaklarından emin olunca duruma müdahale etmiş. Üzerlerine yağmış ve havalanıp gökyüzünde eşi benzeri olmayan bir renk cümbüşü yaratmalarını sağlamış. Bir arada ne kadar uyumlu ve güzel göründüklerini fark eden renkler, kavga ettikleri için utanmışlar ve yağmurun öğüdü üzerine bundan sonra her yağmur yağdığında gökyüzünde bir kuşak oluşturup insanlara umut, huzur ve güç vermek için bir araya geleceklerine söz vermişler.”
Kimine göre yalnızca bir doğa olayı gökkuşağı… Güneş ışınları, yağmur damlaları içinde bir yansıma oluşturup kırılıyor ve gökyüzünde renkli bir kuşak oluşuyor. Ortaya çıkan yedi renk ise basit bir göz yanılmasından ibaret. Aslında yağmur damlalarının yüzeyinde oluşan bu ışık dalgaları tek renk, beyaz. Güneş ışığı bir su damlasına ulaştığında, bu ışığın bir bölümü su damlasının içinden bütün olarak geçemediği için iç yüzeyde yansıyor ve girdiği yerden çıkıyor. Güneş ışınları, yağmur damlalarında veya sis bulutlarında yansıma yaparak kırılıyor ve oluşan ışık huzmeleri bir yay gibi görünerek gökkuşağını oluşturuyor. Elbette her şeyin olduğu gibi gökkuşağının da mantıklı bir açıklaması var ama yine de hakkında anlatılan efsanelere, kulaktan kulağa fısıldanan şehir efsanelerine inanmanın da ayrı bir tadı var. Gökkuşağının her kültürde, inanışta farklı bir yeri ve önemi var. Örneğin filmlere, kitaplara konu olan gökkuşağının Yunan mitolojisindeki yeri Hera’ya dayanıyor. Efsaneye göre Hera, yeryüzüyle haberleşmek, oradakileri görebilmek için habercisi İris’i görevlendiriyor. İris de yedi renkli elbisesini giyip yeryüzündekilere geldiğini haber vermek için gökyüzünde rengârenk bir kuşak oluşturuyor. Bazı inançlara göre gökkuşağı, cennet ve dünya arasında kurulu hassas bir köprü. Umudun, şansın, ölümsüzlüğün, neşenin ve mutluluğun sembolü. Hatta bazı kültürlerde gökkuşağının yedi renginin her biri farklı bir anlam ifade ediyor. Örneğin sarı bazı kültürler için neşeyi, yaşama sevincini sembolize ederken, bazı kültürler için ölümün simgesi olma özelliği taşıyor. Güney Amerika yerlileri için gökkuşağı görmek, iyi şans ve müjdeli haber anlamına geliyor. Gökkuşağının solongo, yeygör, süleyke, alakuşak, alkım, eleğimsema, ebekuşağı gibi daha birçok ismi var. Ortak noktaları ise ona yakıştırılan her kelimenin “hoş görünen, göze güzel görünen” gibi anlamlar barındırıyor olması.
İnsanların ulaşamadıklarına olan ilgisi, bilinmeyen hakkında üretilen sayısız teori milyonlarca yıl boyunca gökkuşağı için de geçerli olmuş. Elbette onun yanına gidebilmek, altından geçebilmek gerçek hayatta pek mümkün değil. Hem çok nadir çıkıyor hem de kısa sürelik bir görüntü oluşturuyor. Belki sırf bu yüzden gökkuşağının rüyalardaki anlamı bile her zaman yaklaşan mucizeler, sağlık, huzur, zenginlik, hayatı değiştirecek güzellikler olarak yorumlanıyor. Umut edebilmek, var olan umutları canlı tutabilmek için kullanılan en renkli bahane gökkuşağı. Herkes onun az görülen ama ortaya çıktığında kendine hayran bırakan güzellikte bir doğa olayı olduğunu biliyor ama içten içe efsanelere inanmak da istiyor. Kim bilir belki bir gün ona yetişir, yanına ulaşır; ölümsüzlüğe kavuşur ya da hayatımızı baştan aşağı değiştirecek bir mucizeyle karşılaşırız. Bilimsel gerçekler bir yana, efsanelere çok bağlanmadan da olsa inanmanın ne zararı olabilir ki? Hem bir hayalden ibaret olsa bile ihtimalleri riske atmaya ne gerek var?
Yazı: Ferhan Petek