“Yörük göçü yolda düzelir.”

Yörük göçleri - Fahrettin Beşli

“Yörük göçü yolda düzelir.”

Varoluşundan itibaren; medeniyetleri ile kültürleri ile teknikleri ile umutları ve hayalleri ile insanlığın yeryüzüne yayılışı göçlerle gerçekleşti. İnsanlar Afrika’dan, semavi dinler Ortadoğu’dan, medeniyetler Mezopotamya’dan dünyanın her köşesine üşenmeden ve vazgeçmeden göçenlerin sayesinde ulaştılar.

Dünyanın yuvarlak olduğunu kavranmasından asırlar sonra, gelişen bilim ve teknoloji sayesinde dünyanın küçük olduğunu da anlaşıldı. Şimdi artık gezegenlere göçün hazırlıkları yapılıyor. Tarih bilgimizin aktardığına göre “Büyük Göç” olarak tanımlanan Kavimler Göçü’nün bir parçası olarak kuraklık, kıtlık ve Moğol tehdidinin zorlaması ile bizler de Orta Asya’dan Anadolu’ya göçeli bin yıldan fazla oldu. Yolu üzerindeki en güzel yeri Vatan olarak benimseyip bu topraklara yerleştik. Bin yıldır gelişen ve değişen yaşam koşulları içinde alışkanlıklarından vazgeçmeyen, tüm zorluklarına rağmen her bahar büyük ya da küçük göçlerle yer değiştiren, kışı düzde yazı yüksekte geçiren bir kesim var: Yörükler.

Mustafa Serdar Taşkın
Mustafa Serdar Taşkın

Yerleşik düzene geçmiş olsa da doğa ile iç içe yaşamanın sıhhatini, hayvancılığın verimini, sınırsız yaylaların bir dönüm villalardan daha büyük zenginlik olduğunu bilen bu insanlar; medeniyet imkânları açısından şehirlilerden geri gibi görünseler de onlardan daha arı ve daha diridirler. İnsan tabiattan uzaklaştıkça kalbi katılaşır. Yörükler su gibidirler; her şeyden aşağıda ama kayadan bile kuvvetli. Millet olarak tarih boyunca hareketli yaşantımıza uygun olarak hayatımızın bir parçası olan göç;  17. yüzyıldan bu yana çıkarılan iskân kanunları nedeni Yörük yaşantısı yok denecek kadar azaldı. Bugün göç; kışı Mersin’de yazı Konya ve Karaman çevresindeki yaylalarda ya da kışı Antalya Serik’te yazı Sorgun ve Çayır Yaylasında geçiren Yörükler tarafından Toroslar’da yaşatılıyor.

Ellerindeki yegâne varlıkları; çadır ve muhteviyatı, deve, at eşek, keçi ve koyunlarla köpeklerdir Yörüklerin. Aslında bir yerden bir yere sadece deve yükü yokluk taşırlar. Orta Asya’daki düzlüklerde büyük hacimlerde besledikleri koyun sürüleri uzun göç yoluna dayanamadıklarından, yerlerini keçi sürülerine bırakmışlar. Bu değişim günlük yaşam, güzergâh ve konaklama yerlerinin ağaçlık alanlar olmasına; çadırların ve sair malzemenin beyaz keçelerin yerine kıl çadırlara dönüşmesine sebep olmuş. Kış geçirilen düzlük kışlakta yaza kavuşacak yaylaya göçmek için hazırlıklar Nevruz’la ya da Hıdrellezle başlar. Götürülecek malzemeler hazırlanır, bakımlar yapılır. Göç günü belirlenir, bir gün önce kalanlarla vedalaşılır hayvanlar akşamdan yola çıkarılır. Göç günü sabah gün doğumundan evvel kalkılıp develerin sırtına yüklemeler başlar. Önce giyeceklerin bulunduğu renkli desenli “ala çuval”lar ve yiyeceklerin konduğu “ak çuval”lar yüklenir. Ardından yataklar, içinin malzemesi ile birlikte çadırlar, en sonra da mutfak eşyaları yüklenir. Heybelerde ise günlük yiyecekler ve su taşımak üzere keçi derisinden tulum şeklinde yapılan “tuluk”lar bulunur. Yüklerin üzeri estetik ve anlam yüklü en güzel Yörük kilimleriyle örtülür. Prof. Necati Demir Kök Türkler yerleşik düzende iken kaya üzerine çizdikleri işaret ve resimleri ilkyazı kabul eder. Sonra göçle birlikte yazılar arkada bırakılmasın diye bu semboller ve desenler kilimler üzerine işlenerek yanlarında taşınır. Bir nevi kilimler Türkün tuvali ve kâğıdıdır.

Mustafa Kemal Atatürk Yörüklerle sohbet ederken
Mustafa Kemal Atatürk Yörüklerle sohbet ederken

“Göç vakti gelince develer düzülür, alınlarına, başlarına, ipek pembe grepler takılır, süslü yularlarına simle örülmüş çevreler bağlanır, boyunlarına gildirekler, karınaltı yan kolonlarına donguraklar asılır, havutlarının üzerine özel dokunmuş halılar, kilimler yazılır, görkemli görünüşlerine büründürülür, yollara düşülürdü. Ayağı çizmeli, beli tarabuluş kuşaklı yelekli, şapkası kulağında(yana eğri), kâkül saçlı, kaytan bıyıklı, kara yağız delikanlılar koyunları götürürlerdi. En önde ise alınlığı altınla kaplı, çemberlerle boyunlarına tutturulmuş feslerinin yanlarından lüle lüle kıvrılmış zülüfleri yanaklarına sarkarken; hilal kaşlı, karagözlü, kırmızı edikli, çepkenli, ince belli, kor dudaklı gelinler, kızlar kuzuları sürer giderlerdi.”(*)

Göçün en önünde düzgün giyimi ve silahı ile at üzerindeki Yörük Beyi yürür. O’ndan evvel kimse göçemez. Yanlar da ve arka da yün eğiren kadınlar yürür. Göç esnasında develerin süslenmesine özen gösterilir; nazar boncukları, yüz ve karın çanları adıyla anılan çanlar takılır. Lök, daylak, maya, hadım vb. isimlendirilen develer yaş ve cinslerine göre sıralanır. Günlük yaklaşık 20 km yol gidildikten sonra, evvelce belirlenmiş su yakınındaki konaklama yerine varılır. Her yıl aynı yerde konaklanır ve bu yerde kimin konakladığı bilinir ve başka kimse konaklamaz. Konaklama yerinde akşam sürülerin kendi çadırlarının etrafında toplanabilmesi için çadırlar arası 500 m den fazla olacak şekilde yerleşilir. Burada hayvanlar dinlenir, sağım yapılır. İnsanlar geceyi, kurdukları çadırda ya da kepenek içinde geçirirler.

Bazen günlerce süren göç yürüyüşünün ardından yaylaya varılması ile her Yörük geçen yılki aynı “yurt” yerinde yazı geçirmek için çadırını kurar. Büyük çullar “sitil” denilen ağaç çivilerle birbirine tutturulur. Daha eskiden üç direkli çadırlar varken şimdilerde 5 direkli çadırlar tercih edilir. İçi keçelerle, kilimlerle süslenir. Girişe yakın “ocaklık”ta ateş yakılır. Arka taraftaki yüklüğe, yataklar ve çuvallar özenle yerleştirilir. Önce güzel desenli ve renkli çuvallar, arkasından siyah kıldan yiyecek çuvalları, sonun da un çuvalları dizilip; üzerlerine “ihram” isimli işlemleri dokuma kumaşlar örtülür.

Yılın en güzel ve bereketli günleri yaylada geçirilirken keçiler koyunlar güdülür, hayvanlar sağılır, yayıklarda çalkalanıp tereyağı ve ayran yapılır, kışlık peynirler, çökelekler hazırlanır. Diğer taraftan da ıstarlar kurulup yünden ya da kıldan halılar kilimler dokunur. Her türlü ihtiyaçlar doğadan ve hayvanlardan elde edilir. Hatta hastalandığında ilaçlar bile. Soğuklamaya “yakı” yapılır, hastaya bitkisel ilaçlar içilir ya da çam çırasından yapılan “püse” yalatılır. Vücudunda ağır bere olanlar da yeni kesilmiş hayvan derisine sarılır. Göç esnasında ölen olursa en yakın mezarlığa defnedilir. Güzel olan her şeyin kısa ömrü gibi yaz da çok hızlı geçer ve güzün serin havaları esmeye başlayınca bu defa tersine göç yapılır. Baharda her yer yeni ekilmiş ve yeşermiş olduğu için ilk göç daha yavaş olur. Güzün hasat bitmiş, bağlar bozulmuş, ekinler biçilmiş olduğundan göç daha sorunsuz ve hızlı olur. Giderken neşeli ezgiler söyleyen kızlar dönerken hüzünlü türküler tutturur. “Sarı yaylam seni yaylayamadım kor iken, yavru palazını avlayamadım tor iken…” Yörük hayatı böylece göçüp gider.

“Biz Türkler ‘göçer’ değiliz, ‘göç edenler’iz. Çünkü göçerler gelirler; geldikleri yerdeki kaynakları tüketir, kirletir ve çöplerini de orada bırakıp giderler. Oysa biz Türkler göç edenleriz. Biz bir yerden bir yere göçeriz. Geldiğimiz yere yeni medeniyet kurarız. O bölgeyi kalkındırırız. Oraya kazandırdıklarımızı oraya bırakır, orayı belli bir medeniyet seviyesine getirir; sonrada oradan başka bir bölgeye medeniyeti getirmek için göç ederiz.”*  (*Prof. Dr. Turan Yazgan)

Fahrettin Beşli
Fahrettin Beşli

 

 

 

 

 

 

“Yörük migration is fixed on the road.”

Since its existence, the spread of humanity to the Earth with their civilizations, cultures, technics, hopes and dreams happened through migration. People spread from Africa, celestial religions from Middle East, civilizations from Mesopotamia to all corners of the world through unwavering and untiring immigrants.

Centuries after the understanding the world is round, the developed science and technology also showed that the world is small. Now there are preparations in place to do planetary migrations. As our history knowledge shows, the Migration of Tribes, also known as the “Great Migration” forced us as well to move from Central Asia to Anatolia more than a thousand years ago, to flee from the drought, the famine and the Mongolian threat. We called the most beautiful land on our way home and settled there. Still, after more than a thousand years, there is still a group of people who did not abandon their habits after all these changes and developments in living conditions, who still change places through small or large migrations every spring, who live in lowlands during winter and in the plateau in the summer: The Yörüks.

 

Although they are permanently settled, these people still know the health in living in harmony with the nature, the productivity of livestock breeding, the richness of boundless plateaus compared to a villa in a small patch of land and although they may seem they are waywardly compared to the city people, they are in fact purer and healthier. As people drift further away from nature, their hearts grow harsh. The Yörük are like water; lower than everything but even stronger than rocks. Migration has always been a part of our lives as a nation to suit our active lives; and due to housing laws that came out since 17th century the Yörük lifestyle almost came to extinction. Today migration is done in the Toros mountains by the Yörük who spend the winter in Mersin and the summer in Konya and Karaman plateaus or the winter in Antalya Serik and the summer in Sorgun and Çayır Plateau.

Yoruk’s only belonging in life are their tents and the equipment, their camels, horses, donkeys, goats, sheep and their dogs. In fact, they just carry a camel load of nothing from one place to the other. As their immensely large flocks of sheep in Central Asia did not last the long migration, they were replaced with goat flocks. This change also caused them to adapt their daily lives; their routes and stopover locations became forested areas, their tents and various belongings turned from white felt to goat hair. The preparations to migrate to the summer plateau from the winter place starts in Nevruz or Hıdırellez in spring. They prepare the things to take with, the maintenance is done as well. The migration day is settled, one day before goodbyes are said to those who will stay and the animal are set on the route a night before. On the day of the migration, the tribe wakes up before sunrise and starts loading the camels. First “red bags” with colourful patterns used to carry clothes are loaded, along with the “white bags” that have the foodstuff. Afterwards the beds, the tents along with the stuff to place inside are loaded and finally the kitchen equipment is loaded. The personal bags have “tuluks”, bags made from goat skin to carry food and water for daily consumption. The top of the load is covered by meaningful, aesthetic and most beautiful Yörük rugs. Prof. Necati Demir Kök accepts the marks and pictures drawn on rocks by Turks in settled order as the first writing. Afterwards, when migration starts, these symbols and patterns are put on rugs to not leave them behind. In a manner, these rugs are the canvas and paper of the Turks.

“When it’s time to migrate, the camels are prepared with silk pink clothes on their foreheads and heads, their decorated leashes are tied with tinsel wrought ropes, their necks, underbellies and sides are all decorated with special clothes and specially weaved rugs and carpets and the road begins with this magnificent display. Great and strong young men with their curly hairs, thin but shapely moustaches with boots on their feet and fancy sashes around their waist would start herding the sheep first. At the front, red lipped brides with curly ear locks showing under their fez, with their shapely eyebrows, dark brown eyes and thin waists with gold covered foreheads all herding the lambs.” (*)

At the vanguard, the Yörük Bey, the ruler of the tribe goes on his horse with his gun and orderly attire. No one migrates before him. On the sides and the back are the women who spin wool. Decoration of camels are paid special attention during migration; evil-eye beads, bells are placed all around the flock. Named as lök, daylak, maya, hadım etc., these camels are lined with respect to their age and breed. After covering approximately 20 kms in one day, the predetermined layover location around a water source is reached. Each year the layover is done in the same place; everyone knows who stays there and no other people go there. In order to keep the flock around their tents, they are settled with more than 500 meters between them. People stay the night inside their tents or inside felt cloaks.

After the migration is over in several days, when the plateau is reached, each Yörük sets up his tent in their “yurt” place that they spent the summer last year as well. Large sackcloth pieces are fixed together with wooden nails called “sitil”. While in olden days there were three poled tents, now 5 poled tents are being preferred. The interior is decorated with felt and carpets. Fire burns in the “ocaklık” close to the entrance. Beds and bags are carefully placed in the alcove on the back. First the beautifully decorated and colourful bags are placed, followed by the food bags made of black felt, and finally the flour bags are placed and covered by weave cloths named “ihram”. The most beautiful and bountiful days of the year are spent in the plateau, where the goats and sheep are herded, the animals are milked, where fresh butter and ayran are prepared as well as cheese for the winter. On the other hand, “ıstars” are set up to weave felt or wool rugs or carpets. All needs are met from the nature and the animals. Even the medicine when they are ill. If they catch a cold, they apply “yakı”, an herbal balm, or the patient is served herbal teas or eats “püse” made from pine kindling. Those with heavy bruising on their body are covered in freshly slaughtered animal skin. If anyone dies during the migration, they are buried in the nearest cemetery. As everything comes to an end, so dies the beautiful summer, and quite quickly in fact and its time to migrate again, on the other way this time, when the cold winds start blowing. As everything is freshly sewn and green in the spring, the first migration is lower. As the harvest is over, the vines are picked, the wheat are sewn during the fall, the migration is less hassled and quicker. Girls that sing happy tunes during the spring migration sing sorrowful songs on the way back. “My yellow field I could not lie there when you were red, I could not catch the youngling when it was a chick…” Thus continues the Yörük life.

“We Turks are not “migrants”, we are nomads, those “who migrate”. Because migrants come, consume all they can find, pollute and also leave their trash behind. But we Turks are nomads. We move from one place to the other. We set a new civilization where we arrive. We develop the area. We leave what we earn there, we develop the area to a certain civilization level and then move to bring civilization to another region.”**

 

(* Excerpt)

(**Prof. Dr. Turan Yazgan)

Başa dön tuşu