Yürekli dünya şehri Münih

 

Münih, Özgür Çakır

Kemerlerinizi bağlayın, eğlenceye hazırlanın. Rotamızı dünyanın en eğlenceli ve en büyük açık hava festivallerinden biri olan “Oktoberfest”e yani “Ekim Festivali”ne ev sahipliği yapan Münih’e çeviriyoruz. Oktoberfest’i bilenler anlamıştır, bilmeyenlere küçük bir uyarı: Bu yazı bol miktarda bira içermektedir.

Münih, Özgür Çakır

Yazı ve fotoğraflar: Özgür Çakır

Ekonomik ve sosyokültürel olarak dünya kenti olmayı başarmış olan Münih, aynı zamanda kendine has folklorik unsurlar ve Bavyera geleneklerine de bağlı yerel halkıyla övgüyü hak ediyor. Münih, Almanya’nın güneyinde yer alan en büyük eyaleti olan Bavyera’nın -nam-ı diğer Bayern’in- en büyük şehri ve başkenti. 2,5 milyona yakın nüfusuyla Berlin ve Hamburg’un ardından Almanya’nın da en büyük üçüncü şehri.

Ulaşım

Gerek Almanya’da yaşayan Türk nüfusun çokluğu ve gerekse Münih’in de İstanbul gibi uluslararası uçuşlar için aktarma noktası olması nedeniyle başta THY ve Lutfhansa olmak üzere çok sayıda havayolunun haftanın her günü karşılıklı İstanbul-Münih seferleri mevcut. Yaklaşık 2,5 saatlik bir uçuş sonrası Münih Havalimanı’ndan şehir merkezine en kolay ulaşım yolu S Bahn tren hattı. Batı yönünde ilerleyen S1 ve doğu yönünde ilerleyen S8 hatlarının her ikisi de şehir merkezine yaklaşık 40 dakikalık bir süre sonunda ulaşıyor ve aynı hatta ters yönlerde ilerliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken küçük bir detay var: havaalanı dönüş yolunda doğru vagonu tercih etmek. Şöyle ki bazı seferlerde trenlerin arkadaki vagonlarının bir kısmı ayrılıp farklı yönde devam edebiliyor. Flughafen (havaalanı) yazılı vagonlara bindiğinizden emin olun. Hem havaalanından şehre, hem de ilk gün şehir içi ulaşımını kapsayan “airport day ticket” kullanmak avantajlı. Diğer günlerdeki ulaşımınız için yine bir günlük ya da üç günlük sınırsız ulaşım kartlarını tercih edebilirsiniz. Gruplar için en az iki kişi olmak koşuluyla avantaj sağlayan beş kişilik kartları öneririm. Her istasyonda çok sayıda bilet makinesi mevcut ve bir Alman klasiği olarak dil tercihleri arasında Türkçe de var.

Bahn ne ola ki?

Diğer tüm Avrupa kentlerinde olduğu üzere Münih’te de mükemmele yakın bir toplu taşıma ağı var. Her ne kadar eski şehir merkezi içerisinde turistik bölgede çoğunlukla tabanvay kullanacak olsak da günlük şehir içi ulaşımında U bahn, yani metro hattı, bununla kombine edilmiş banliyö tren hattı S Bahn ve tramvaylar işimizi kolaylaştıracak. Metronun 02:00 ile 05:00 arasında verdiği kısa ara dışında şehir içi toplu ulaşım 24 saat sürekli olarak hizmet veriyor. Otobüs ve tramvaylarda önüne N eklenen hatlar gece boyu hizmete kesintisiz devam etmekte. Seyahatlerinde kaybolmaya meyilli olanlar için bir küçük ipucu: tüm tramvay hatları bir şekilde Karlsplatz ve merkez istasyon olan Hauptbahnhof’tan geçiyor. Şehre hızlı bir adaptasyon sağlamak isteyenler için turistik noktaların çoğundan geçen 19 numaralı tramvay hattını da önermek mümkün.

Genel bilgiler/ Altstadt. Nerede kalmalı?

Yine neredeyse diğer tüm Avrupa kentlerinde olduğu gibi Münih de içinden nehir geçen bir şehir: Isar Nehri. Tarihi kent yani Altstadt, Isar Nehri’nin hemen batısında kurulmuş ve günümüzde artık izine rastlanmayan ortaçağdaki kent surları dört kapı ile çevriliymiş. Kapıların üçü ayakta. Tarihi şehir merkezi sayısız yeme içme alternatifinin, mağazanın, önemli tarihi bina ve kilisenin yanı sıra eski/yeni belediye binasının, meşhur pazar yeri Viktualienmarkt’ın bulunduğu ve Bavyeralılar kadar turist nüfusun da yoğun olduğu bir bölge. Gezilip görülecek yerler ise şehrin tarihi kapıları arasındaki birkaç kilometrekare içerisinde serpiştirilmiş durumda. Bu yüzden kalacak yer tercihini de Altstadt bölgesinde ya da yakınından yana kullanmakta fayda var. Hauptbahnhof merkez istasyonunun çevresinde kısmen daha az turistik olan tarihi bira evleri ve çok sayıda küçük bütçe oteli mevcut. Toplu ulaşımın rahatlığını da göz önünde bulundurarak konaklama için bu bölgeyi tercih edebilirsiniz. Türk nüfusun da yoğun olduğu merkez istasyonun yakın komşuluğunda şehrin ünlü bira festivali Oktoberfest’in düzenlendiği Theresienwiese konumlanmış. Devasa çadırların kurulduğu, biranın ve eğlencenin sınırsızca yaşandığı bu alana, her yıl neredeyse 6 milyon ziyaretçi sadece bira içmek ve eğlenmek için geliyor.

Karlsplatz’dan Mairenplatz’a

Altstadt’a merhaba demeye hazırız. Hauptbahnhof’un biraz ilerisinde, orta yerinde fıskiyeli bir süs havuzu bulunan Karlsplatz eski şehir surlarının ayakta kalan üç ana kapısından biri olan Karlstor’un bulunduğu meydan. Meydan demişken yazının devamında “Platz” ile biten tüm özel isimlerin bir meydanı tanımladığını söylememe gerek yok sanırım (bkz: diğer Avrupa dillerindeki plaza, piazza, praça gibi). Meydanın batısındaki Neobarok stildeki saray Justizpalast, yani Adalet Sarayı. 67 metrelik cam kubbesi dikkat çekici. Meydanın doğu tarafında bulunan ise 1301 yılında inşa edilmiş olan etkileyici bir Gotik mimariye sahip Karlstor, Karl’ın kapısı. Kış ayları için bir seyahat planlayanlar için bu meydanın bir açık hava buz pateni pistine dönüştürüldüğünü de belirtmeli. Bir de küçük detay: 1970’lerde Karlstor’un hemen yanı başındaki alışveriş merkezinin inşasında Ortaçağ dönemine ait bir kaçış tüneli bulunmuş. Meraklıları için tünelin bir kısmı ziyarete açık.

Karlstor’dan eski şehrin kalbi sayılan Marienplatz’a doğru uzanan araç trafiğine kapalı cadde Neuhauser. Yoğun kalabalığı, satıcıları, sokak sanatçıları ve renkliliği ile bir klasiğe imza atarak İstiklal Caddesi’ne benzetmek mümkün. Bu caddede dolaşırken daha yoğun olmakla birlikte Münih sokaklarında dikkatinizi yerel kıyafetler giymiş olan Bavyeralılar çekecek. Bunun bir festival ya da özel gün olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak Münih için oldukça normal sayılan bir durum. Bavyera kültürüne sahip çıkan kentliler haftanın bir iki gününde, büyük paralar dökerek satın aldıkları işlemeli ve el yapımı olan bu orijinal folklorik kıyafetleri tercih etmekteler. İzmir sokaklarında Zeybek ya da Bursa sokaklarında Kılıç Kalkan kıyafetleriyle dolaşan insanlar hayal edin ve bunun turistler dışında kimsenin ilgisini çekmediğini düşünün, benzer bir durum söz konusu.

Marienplatz yönünde yolun solunda göreceğiniz 100m yükseklikteki soğan şeklinde kubbeli ikiz kuleleriyle göz kırpan devasa kilise Frauenkirche. Şehrin en önemli ikonik yapısı olan 15.yy yapımı 20.000 kişi kapasiteli bu “sevgili leydi kilisesi”nin güney kulesi tırmanmak için sizi bekliyor. Gökyüzünün açık olduğu bir günde Alp Dağları’nı da vaat eden manzarasıyla şehri tepeden izlemek için en iyi noktalardan birindesiniz. Yorulduğunuza değecek.

Şehrin kalbi olan biraz ilerideki Marienplatz XII. yüzyıldan bu yana Münih’in ana merkezi. Ortaçağ’da tuz ve tahıl pazarı olarak kullanılan; St. Peter Kilisesi, eski belediye sarayı Altes Rathaus ve görkemli yeni belediye sarayı Neues Rathaus binaları ile çevrili, bir ucu Kaufinger alışveriş caddesine açılan samimi bir meydan. Meydana hakim ve Münih’in simgesi haline gelmiş olan yeni belediye binası enteresan bir şekilde meydanın diğer ucundaki eski belediye binasına göre çok daha eski ve daha etkileyici bir görünüme sahip. Ejderhalar, Bavyera efsaneleri ve tarihi figürlerin cephesini süslediği Neues Rathaus binasının kulesindeki saat 11:00 ve 12:00’da hareketleniyor. Meydandaki tüm gözler yukarıya çevriliyor. İki ayrı katında Bavyeralı figürlerin dönerek veba salgınının bitişini kutladıkları bir tür dans ve düello benzeri turnuvayı canlandırdıkları kısa bir şov ile bu devasa “guguklu saat” meydanı daha bir sempatik hale getiriyor. Yapımı 1867 ile 1908 arasında süren bu iddialı Gotik Revival tarzındaki yapı ve aslında Altstadt’taki tarihi binaların neredeyse tamamı II. Dünya Savaşı’nda Müttefiklerin bombardımanı altında çok büyük hasar almış. Buna rağmen tarihi binaların tamamı eski görünüm ve ihtişamından hiçbir şey kaybetmeyecek şekilde onarılmış ve hatta bazıları yeniden inşa edilmiş.

Marienplatz’daki, Neues Rathaus’un altında konumlanan Turist danışma ofisinden şehir haritasını edindikten sonra hemen yanındaki Ratskeller isimli restoranı deneyebilirsiniz. Turist olduğumuza göre şehrin en turistik yerindeki bu restoran hakkımız olmalı. Hem otantik dekorasyonu, hem de yerel Bavyera mutfağının sunulması açısından, meraklıları için bir alternatif. Ancak biraların çeşit ve nefasetine kanıp, Alman mutfağının da bir cazibesi olabileceğini düşünmeyin. Ördek ve elmalı tatlıları dışarıda bırakırsak genel olarak Bavyera mutfağı damak tadımızla pek uyuşan türden şeyler içermiyor. Meydanın hemen çapraz karşısında eski şehir merkezinin en eskisi St.Peter Kilisesi arz-ı endam ediyor. Gotik mimariye sahip dış binası ve barok stilde görkemli iç mimarisiyle St. Peter Kilisesi gerçek bir sanat eseri. Meraklıları için iç mekanda aslen Münihli olan Jan Polack’ın 5 ayrı gotik eseri olduğunu söylemeli. Kilisenin ismini taşıyan önündeki meydan Peterplatz Münih’in en turistik aynı zamanda en cıvıl cıvıl noktalarından biri. Buradaki taraçada güzel bir kafe var. Dinlenmek isteyenler kafeye, yükseklik meraklıları ise Peterskirche’nin kulesine. Sonu gelmeyecek gibi görünen daracık merdivenlerin sonunda bir başka açıdan yine nefis bir manzara sizi bekliyor. Neues Rathaus ve yanında Frauenkirche Münih kartpostallarına bu açıdan girivermiş anlaşılan.

Biri bira mı dedi?: Viktualienmarkt

Kilisenin önündeki açık pazar yeri formatındaki bölge ise meşhur Viktualienmarkt. Burası önceleri daimi halk pazarı niteliğinde iken günümüzde gurmelerin tercih ettiği popüler bir mekana dönüşmüş. Gündelik alışverişe yönelik şeylerin bulunabileceği, şarküteri, taze sebze ve egzotik meyveler satan manav, fırın, kasap, çiçekçi, hediyelik eşya ve illaki bira satan, küçük tezgah ve prefabrik dükkanlarla sempatik, küçük bir meydan. Berge Kase yani Alpler’e özgü taze peyniri es geçmemenizi öneririm. Bir de mekan önerisi: Viktualienmarkt no.15′deki Schrannehalle yeme içme ve alışveriş imkanları ile mini bir Eataly havasında. Alışverişinizi yapıp ortak kullanıma açık ahşap masalarda şehrin göbeğinde güzel bir piknik ve Münih’in meşhur bira çeşitliliğini yavaş yavaş test etmeye başlamak için doğru yerdesiniz. Abartmamak koşuluyla; çünkü daha tadılacak çok mekan, ziyaret edilecek çok biergarten var.

Viktualienmarkt’ın hemen doğusunda yer alan Heiliggest Kilisesi de iç mekanda kullanılan yeşillik ve pastel tonlardaki tavan süslemeleri ile farklı ve ilgi çekici bir yapı. Biraz ilerisinde ise Münih’in “to do list”inin en tepesinde yer alan aktivitemiz var: Hofbrauhaus ziyareti. Hediyelik eşya en çok meşhur biraevi Hofbrauhaus (HB) yolundaki Orlandostrasse ve çevresinde. Ne alınır derseniz her şehirden alınan buzdolabı magneti gibi standart hediyeliklere Münih’te özel bira bardakları, ünlü bira evlerinin hatıra ürünleri, Bavyera şapkası, Oktoberfest kostümleri, özel ambalajlı biralar ve tatlı Bavyera hardalı eklenebilir. Bira evlerinde bolca tadabileceğiniz  bu çok tatlı hardalı eve de taşımak isterseniz raflarda rastlayacağınız Develey 1845 doğumlu bir Münih markası.

Biradan bahsetmiş miydim?

Dünyanın en tanınmış festivallerinden biri olan Oktoberfest’in Münih’te yapılıyor olması tesadüf değil. Münih turizminin büyük ağırlığını oluşturan bira, Almanya’nın her bölgesinde kendine özgü bira yapma geleneğine sahip ancak Bavyera en başta gelen bira üretim merkezi. Biranın da başkenti olan Münih eski râhip geleneklerinden gelen Weissbier “beyaz bira” üreticilerine ev sahipliği yapıyor. Schneider, Fransizkaner, HB gibi ünlü üreticilerin birahaneleri burada.

Pfisterstrasse’ye açılan küçük meydan, çeşitli kafeleri ve birahaneleri barındırıyor ki tartışmasız en ünlüsü ve tarihi açıdan en önemlisi 1589 yılında Bavyera Dükü V. Wilhelm tarafından kurulmuş olan Hofbräuhaus. Mekanda 1300 kişi aynı anda bira içebiliyor. Bu son derece turistik, aynı zamanda yerel halkın da ilgisine mazhar olmuş olan mekan, birahaneden ziyade müzikli bir sohbet evi gibi. Ortada bir sahne üzerinde, kahverengi veya yeşil keçeden yapılmış askılı şortları ile, yerel Bavyera kıyafeti giymiş orkestranın icra ettiği Bavyera müzikleri eşliğinde, geniş ahşap masa ve sıralarda insanlar devasa kadehlerde çeşit çeşit bira içiyor ve bağırarak sohbet ediyorlar. Yani sürekli çok uluslu bir parti atmosferi var. Unutmadan: Biranın yanında mutlaka “bretzel” denilen tuzlu çörekler yeniyor. Mekanın gediklisi kıdemli bira içicilerinin süslü ve de çok kıymetli seramik bira kadehlerini saklayabildikleri dolaplarının olması da bir kıdem nişanesi olarak ilginç bir detay. Mekanın ilginç bir de misafiri olmuş kariyerinin ilk zamanlarında. Hitler alt ve orta sınıftan insanlara ulaşmaya çalışırken yaptığı konuşmaların birçoğunu burada yapmış ve ilkinde yüz kişinin üzerinde bir katılım sağlamış. Biraz daha sakin bir ortam isteyenler için daha küçük, ama yine Münih’in en eski birahanelerinden olan Augistiner am Platzl adlı birahane ve pembe binasının yanındaki, Schuhbeck adlı çikolatacı da, detaylı olarak incelenmeyi hak ediyor.

Saraylara layık

Promili biraz yükseltip dinlendiysek tarihi şehir turuna devam etmek için enerjimiz var demektir. Tabanvaya devam. Şık bir cadde olan ve lüks markaların ve zincir mağazaların bir kısmının bulunduğu Theatiner Caddesi,  Feldherrnhalle’ ye çıkıyor. Eski gotik kent kapısı Schwabinger Tor’un yerine yapılan bu yapı, iki yanındaki aslanlarla Bavyeralı kahramanların anısını yaşatacak bir anıt olarak tasarlanmış. Hemen yanı başında ise, 400 yıl kadar Bavyera kraliyet ailesi ve yöneticilerinin ikamet ettiği “Residenz Munchen”, Bugün artık bir müze. Hazine bölümü ile birlikte 12 euro olan giriş ücreti Residenz için tek başına 7 euro. Kraliyet yaşamının görkemini yansıtan detaylar ve zenginlik gerçekten etkileyici. Özellikle Bavyera Dükü V. Albrecht’in antik büst koleksiyonunun sergilendiği, tavanını Rönesans döneminden kalma resimlerin süslediği, 66m uzunluğundaki Antiquarium isimli salon görülmeye değer. Barındırdığı detaylar, aldığı harika yanal ışık ve derin perspektifi ile Münih’teki belki de en heyecan verici iç mekan diyebilirim. Ve tabi kraliyet operasına ev sahipliği yapan Rokoko tarzında inşa edilen pek şaşalı Cuvilliés-Tiyatrosu’nun da hakkını vermeli, haliyle Residenz Munchen’i de listenin başında bir yere yazmalı.

Kraliyet hayatının yorgunluğunu atmak üzere Residenz’in hemen karşısındaki 1825 kuruluş tarihli Café Rottenhöfer sizi bekliyor. Geleneksel Alman keklerini tatmak için doğru adres. Bayağı eski ve kralların ağzına layık bir tarifleri var. Biraz daha yeni bir kafe arayışında olanlar 1888 tarihli Café Luitpold’u deneyebilirler. Çikolataları ve ismini bir prensten alan beyaz şarap kremalı Luitpold torteleri meşhur.

Englischer Garten. İsim tamam da neresi İngiliz?

Kraliyet ailesi için imal edilen tatlıların verdiği rehaveti atmak isteyenler için Odeonplatz’a bakan Hofgarten isimli park keyifli bir yürüyüş için bire bir. Bizde bu büyüklükte bir şehir parkının pek benzeri olmasa da, “bu park beni kesmedi” diyenlere önerim parkın kuzeydoğu ucundan bir geçitle bağlandığı, İsar Nehri’nin kıyısındaki bir diğer devasa şehir parkı olan Englischer Garten yani İngiliz Bahçesi. Devasa diyorum çünkü öyle gerçekten. Buna bahçe ya da park demek ne kadar doğru bilemedim. New York’taki Central Park ya da Londra’daki Hyde Park’ın bile yanına yaklaşamadığı, Münih tarihi bölgesinin neredeyse üç katı büyüklüğünde, içinde bir göl bulunan, 370 hektarlık düzenli bir orman demek daha doğru. Münihlilerin, gezmek, koşmak, hayvan gezdirmek, güneşlenmek, bisiklete binmek, surf yapmak ve bira içmek amaçlı geldikleri, yabancıların kaybolmasının çok kolay olduğu İngiliz Bahçesi sizi bekliyor. Evet az evvelki cümlenin içinde “surf yapmak” eylemi geçiyor. Parkın içinden geçen akarsu kollarının birinin yapay olarak dalgalandırılması ile hayat bulan Münih çılgınlığı. Eisbach sörfçüleri yaz, kış, gece, gündüz demeden burada sörf yapan takdir edilesi cool çocuklar. English Garden, 1789-1790 yılında yapılmış, ismini de İngiltere’deki bu döneme gelen “manzaralı bahçecilik” modasından almış. İçerde boş yere İngiliz çayı aramayın. Ama Japon Çayevi, Yunan Tapınağı ve bir de Çin Kulesi (Chinesischer Turm) mevcut. Çin Kulesi’nin etrafındaki açık alanda, ahşap banklarda bira içilen, 7000 kişilik büyük bir birergarten bulunuyor. Kulede ise, yine Bavyera kıyafetleri ile müzisyenler müzik yapıyor. Her şey self servis. Yemek ve bira satışı yapan yerler çeşitli. Patates kızartması, sosis, domuz budu ve tütsülenmiş ringa balığı satan standlar var. Biralar da çeşitli boy bardaklarda, sarı (pilsener), koyu sarı (weisser-buğday birası) ve kahverengi (daha sert ve daha alkollü olanlar) renklerde. Bu sakin ve neşeli ortamlardan anlaşılıyor ki, Almanya’da öncelikli amaç alkol almak değil, alkolü uzun süreye yayarak, hayattan alınan keyfi  uzatmak.

Olimpiyat her şehre lazım

Münihlilerin, hafta sonları ve tatil günleri için, Englischer Garten gibi tercih ettikleri bir başka açık alan da şehrin kuzeyinde yer alan Olympiapark. Olaylı (Bkz. Kara Eylül) 1972 Olimpiyat Oyunları için inşa edilen dev bir spor kompleksi. Tepesinde dönen bir restoran ile yanı başında Rock Müzesi’nin bulunduğu, 290 mt. yüksekliğindeki televizyon kulesi Olympiaturm, Münih’in her yerinden görülebiliyor. Tabi ki şehri ters açıdan kuşbakışı izleme şansı veren bu kule deneyimini es geçmemelisiniz. Bu defa asansörle tabi. Komplekste, bungee jumping yapabileceğiniz olimpiyat stadyumu, atletizm salonu, olimpik yüzme havuzu, sürat pateni pisti, bisiklet parkuru, tenis kortları, tekne kiralayabileceğiniz yapay bir göl ve Sealife isimli siyah tepeli köpekbalıklarını görebileceğiniz zengin bir akvaryum ile birlikte yine oldukça geniş bir park alanı ve burada konser vermiş ünlülere atfedilmiş bir yıldızlı yol bulunuyor. Bize de şehrin içinde bu kadar büyük park alanlarının varlığına şaşırmak düşüyor.

München deyince BMW, BMW deyince München

Olympiapark’ın yanında yer alan, dünyanın en büyük BMW koleksiyonun bulunduğu galeri, BMW Welt ise içeriği kadar iddialı mimarisi ile de ilgi çekiyor. Showroom’un içi de dışı kadar özenli tasarlanmış. En son model araç ve motorların sunumu yapılıyor. Aynı binanın dördüncü katında, BMW Welt Junior Campus bulunmakta. Burada, 9 yaş üstü çocuklara arabalar hakkında bilgi veriliyor ve kendi arabalarını tasarlama imkanı sunularak, ilgi çekici olanlar sergileniyor. Showroom’un karşısındaki dört silindirli(!) bina BMW Müzesi. Müze, girişte eski model arabalar ile karşılıyor ziyaretçileri. İlgi alanına otomobillerin girmediği kişileri bile cezbedecek şekilde, son derece iyi tasarlanmış, herkese hitap edebilecek bir müze burası. BMW modellerinin tarihsel gelişimi, bir toplumsal değişim süreci olarak yansıtılmış arabalar ekseninde. Değişen teknoloji, değişen ihtiyaçlar, değişen trendler ve değişen yaşam biçimleri, gözümüzün önünden geçen hızlı bir film şeridi etkisi veriyor adeta.

 Müze demişken

Sahi Münih’in Avrupa’nın önde gelen müze şehirlerinden biri olduğunu söylemiştim değil mi? Her birine bir gün ayırsanız yine de gezmelere doyamayacağınız zenginlikteki Münih müzelerinin önde gelenlerine şöyle en azından birkaç saat ayırmakta fayda var. Bunun için ilk hedefimiz metro ve Konigplatz istasyonu. İstasyonda müzelik bir yere geldiğinizi anlayacaksınız zira bu durakta bayağı sağlam, bir arkeoloji müzesini kıskandıracak heykeller karşılayacak sizi. Çıkışta karşınızda duran ve antik Roma çağrışımı yapan Glyphothek ise, Bavyera Kralı I. Ludwig’in, sahip olduğu Yunan ve Roma Heykelleri için yaptırmış olduğu müze. Caddenin ucunda göz kırpan Obelisk’i yani antik mısır dikilitaşını sağınıza alıp ilerleyince teknik üniversitenin karşısında asıl hedefimiz olan Pinakothek müze grubunu kolaylıkla bulacaksınız. Alte’nin eski, Neue’nin yeni olduğunu biliyoruz artık. Sahip oldukları eserlerin dönemlerine göre isimlendirilmiş olan Pinakotheklerin bir de modern olanı var. Köşedeki bir diğer önemli müze olan Museum Brandhorst ile birlikte kombine bilet almak akıllı bir tercih olacak. Bir ipucu: kombine olarak 12 euroya gezilebilecek dört müzenin Pazar günleri ziyaret bedeli sadece 1′er euro. Pazartesi günleri kapalı olan Alte Pinakhotek 13.yy’dan 18.yy’a ait eserlerin sergilendiği dünyanın döneminde en iddialı müzesi. En babaları Leonardo da Vinci olmak üzere Dürer’den Rubens’e, Brueghel’den Cranach’a “eski” ustaların eserleri sergileniyor. 19.yy sanatçılarını ağırlayan Neue Pinakhotek‘te ise Van Gogh, Monet, Manet gibi empresyonist isimlerin yanı sıra Alman ustalar Max Liebermann, Adolph Menzel ve daha onlarcasının büyüleyici eserleri var. Müzedeki eserleri takdir etmek ve onların ruhunuza dokunmasına izin vermek için illa derin bir entelektüel bilgi birikiminiz olması gerekmiyor. En genci 200 yıl önce yapılmış bu eserlerin hala taptaze, en iyi fotoğraf makinasının yansıtabileceklerinden bile daha canlı sunduğu sahneler ve portreler insanoğlunun becerisine ve hayal gücüne daha fazla saygı duymanızı sağlıyor. Pinakothek der Moderne‘de ise modern resmin ustalarının yanı sıra grafik, tasarım ve mimari bölümleri de var. Eserler kadar müzenin kendi modern mimarisi ve eserlerin sergileniş biçimleri de ilgi çekici. Müzeyle işim olmaz diyen okurları bile heyecanlandıracak türden yenilikçi bir müze burası.

Alman mühendisliğine saygı duruşu: Deutsches Museum

Sıradaki durağımız ise genelde insanoğlunun, özelde Alman mühendisliğinin ulaştığı noktanın gövde gösterisi olan, dünyanın en saygın ve büyük teknoloji ve bilim müzesi olan Deutsches Museum. Eski şehir merkezinin doğu kapısı olan Isartor’un çok yakınındaki müze, Isar Nehri üzerindeki bir adacıkta 1903 yılında kurulmuş. Yılda yaklaşık 1.5 milyon ziyaretçinin ziyaret ettiği müzede 50 farklı bilim ve teknoloji dalına ait 28,000 farklı obje sergilenmekte. Girişte alt kattan uzanan ucu ile bir denizaltı ve tastamam ahşap bir guletle gemicilikle başlayan macera onlarca uçak, roket, araba vs göreceğiniz, matbaacılıktan astronomiye, ilaç sanayinden tünel açma tekniklerine, fotoğrafçılıktan radar sistemlerine türbinlerden uçak motorlarına ve uzay teknolojilerine mühendislik, bilim ve teknoloji deyince aklınıza gelen her şeyden bir örnek, kesit vs içerecek tarzda, her adımda daha da ilginç hale gelerek sürecek müzenin katları boyunca. Yazmakla, örnek vermekle bitirmenin bu sayfalar dahilinde çok zor olacağı olağanüstü zengin ve etkileyici bir müze. Çocuklu aileleri çok mutlu edecek olan 3-8 yaş arası çocukların alındığı ve sizi unutacaklarının garanti olduğu Kid’s Kingdom isimli bir alan da barındırıyor. Dinlenmek ya da müzeyi ağız tadıyla gezmek isteyen ebeveynler için bir nimet.

Uzaklar

Sıradaki duraklarımız uzaklar. İlk “uzak”, aslında çok uzak değil; merkezin hemen dışında Nymphenburg Sarayı. Tramvay ile ulaşılabilen sarayın porseleni ve peyzajı meşhur. Güzel bahçesinden tatminkar fotoğraflar yakalamak için iyi bir havada gitmek lazım. Saray da saray gibi saray. Meraklılarına duyurulur. İkinci uzak ise artık gerçekten biraz uzak. Ama efronuzun karşılığını alacağınız türden bir durak: Füssen şehrindeki Hohenschwangau Kasabası yakınında bulunan, 6 katlı neo-romantisizm mimari stiliyle yapılan kale, yani meşhur Neuschwanstein Şatosu. Hani şu Disney logosuna ilham veren masal diyarı. Münih’ten Bayern bileti alınıp Füssen’e gidilir. Trenden inilen noktadan kalkan 73 ve 78 no.lu Scwangau otobüslerine aynı biletle binilerek az sonra köy meydanına ulaşılır. Buradan şato için giriş bileti temin edilip ya 1 euroya otobüs ile ya daha çok euroya atlı araba ile ya da hiç euroya yokuş yukarı yürüyerek şatoya ulaşılır (Çok cesur olmayın derim). En ideali “a” planındaki otobüsle Marienbrücke’ye çıkmak ve oradan Yüzüklerin Efendisi’nden bir sahne içinde şatoya yürümek gibi görünüyor. Bavyera Kralı II. Ludwig’in isteğiyle saray ressamı Christian Jank tarafından tasarlanarak, 5 Eylül 1869 tarihinde inşaata başlanmış ve 1886 yılında oturabilecek hale getirilmiş. Kardeşi Otto ile beraber, Prusya Prensesi olan genç annesi ve Bavyera Kralı babası Maximillian’dan uzakta büyüyen Ludwig II, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Swangau’nun gölleri, dağları ve ormanları arasında yalnız geçirince utangaç, insanlardan izole yaşamayı tercih eden bir şahsiyete dönüşmüş ve bu karakter özelliklerini Neuschwanstein Şatosu’na da yansıtmış. 19 yaşında tahta geçmiş genç kralın bir nevi fantezisi aslında bu masalsı şato. İçinde sadece 3 hafta kalabildiği gerçeküstü bir dünyanın simgesi olan Neuschwanstein, bugün olması gerektiği yerde, gerçeküstü bir başka dünyada, Walt Disney’in logosunda da var olmayı sürdürmekte. Ölümünden sadece 6 hafta sona ziyarete açılmış olan şato, bugüne kadar yaklaşık olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamış durumda.

Münih ziyaretine daha uzun süreler ayıranlar için alternatif bol. Üçüncü uzak komşu ülke de Salzburg. Bir buçuk saatlik bir yolculukla eski kent merkezi Unesco Dünya Kültür Mirası listesi’nde bulunan Avusturya şehri Salzburg’a gitmek hemen her vakti bol Münih ziyaretçisinin olmazsa olmazlarından. Mozart’ın Salzburg’u ilgimi çekmedi diyen çocuklu aileler için diğer uçtaki Legoland iyi bir seçim olabilir pek tabi. Münih’e yine 1,5 saatlik mesafede bulunan Günzburg’da yer alan Legoland, en az Disneyland kadar bir çocuğu mutlu edebilecek türden büyük ve zengin bir eğlence parkı… Önümüz kış malumunuz. Daha Alplerin yanı başındaki şehrin önemli kayak merkezlerinden bahsetmedim bile. Münih ilk bakışta çok cezbedici gelmese de bir gezginin beklentilerini fazlasıyla karşılayabilecek türden zengin ve çok yönlü bir şehir. Başlıktaki “Yürekli Dünya Şehri” Münih’in klasik mottosu iken bugünlerde daha popüler olanı “Munich loves you”. Bakalım siz de onu sevecek misiniz? Gute Reise! München heißt Sie willkommen.

Münih, Özgür Çakır

Başa dön tuşu