Zamanın nakışına dikiş tutmuyor
Kimisi ayaktan pedallı, kimisi de elle çevirmeli. Genç kızların rüyası tüysiklet dikiş makineleri… Senelerce kendi zevkimizi yaşatmamıza imkân sağlamış, ev ekonomimize katkıda bulunmuş ve yaşamımızın tam ortasına kurulmuş bu eski dostları bir düşünün; şu an evlerin neresindeler?
Eskiden herkes kendi diktiği giysileri kullanırdı. Çocukların okul müsamerelerine hazır kostümler alınmaz, evde anneler tarafından dikilirdi. Tabi o zamanlar her şey bu denli hazır gelmezdi önlerimize. Popüler kültürle tepsi içinde sunulan yaşam biçimleri bu kadar yerleşmemişti zihinlerimize. Giyecek bir şeylere ihtiyacımız olduğunda aklımıza ilk gelen AVM’lerdeki mağazalar olmazdı. Evimizden çözümler üretmeyi düşünürdük. Kumaşçılara koşar bize en uygun kumaşı bulurduk. Kimimize annelerimiz terzi olurdu kimimize kardeşleri… Evinde terzi bulamayan eski bir terzi dükkânında alırdı soluğu. Büyük büyük makasların, makaraların ve en önemlisi dikiş makinelerinin elinden çıkan elbiseler, “benim” diyen markaların vitrinlerine taş çıkartırdı.
Ev hanımları, çalışanlar, merakı olanlar ne vakit bir boşluk yakalasa; otururlardı makinelerin başına, koca koca makasları tutarlardı ellerinde. Fiyonklu elbiseler mi çıkmazdı o ellerden ya da fırfırlı gömlekler. Gece elbiseleri, en şık takım elbiseler… Kaliteli kumaşlar aranır bulunur, üzerine en güzel düğmeler ve en güzel kurdelelerden süsler vurulur, yaşam bulurdu üzerlerimizde. Bu işten en kazançlı çıkan ise çocuklar olurdu. Makaralar araba, dikiş makinelerinin parçaları pedal ve direksiyon olurdu onlara. Annelerinin elinden çıkan elbiseler ise işin cabası… Evin içerisinde, hayatımızın tam ortasında nefes alırdı adeta dikiş makineleri. Çocuklara oyun kaleleri, annelere dikim fabrikaları olurdu bir anlamda.
Hep bir köşede varlığını sürdürmesine rağmen, artık popülerliğini yitirdi dikiş olgusu ve onun silahşorları dikiş makineleri… Evin en işlevsel parçasıyken, en nadir kullanılan ve lüzumsuzca yer kaplayan eşyalarına döndü bu makineler. Balkonlara, bodrumlara belki de kullanılmamak üzere yazlıklara atıldılar. Hatta bazen kendilerini çöplerde buldular. Evlerde dikiş ve nakış adına harcanan saatlerin sayısı giderek azaldı. Makineleri kullanmayı bilenler birer birer tükendi. Çok az kişi artık kendi zevkini elbiselerine yansıtabiliyor. Dikiş makinesi sesi gelmiyor evlerden. Ananeler kendisine meşgale ediyor makineleri ancak. Kimse ihtiyaç duymuyor. Sanayileşmeye, piyasa ekonomisine teslim oluyor dikiş makineleri… Evin ekonomisini tutamıyor. Tıpkı ülkemiz gibi, “kendimize yetemiyoruz” artık. Mağazalara ihtiyaç duyuyoruz. Konfeksiyon ürünlerle giyiniyor, başkalarının hayal gücüne, modellerine teslim ediyoruz tüm görünümümüzü.
Bir dönemin saygınlık abidesi olan ve geçmiş kokan makinelerle birlikte birçok şeyi kaybediyoruz belki de. Hazır tüketimin vahşi rekabeti içerisinde adı bile geçmiyor artık ne yazık. Bir zamanlar reklam sloganlarında, “her gelin kızın rüyası” olan bu makineler hiçbir gelinin aklına dahi gelmiyor. Ev ekonomisinin yolları arasında görülmüyor. Çünkü bir yanda ayağında salladığı bebeğini beşiğine bırakıp bir kumaşa iplik atmaya gayret gösteren; gözlerinin altı mosmor, parmak uçları nasır olmuş anneler, diğer yanda hazır giyimle mağazalar zinciri kuran patronlar… Durup düşünmek ve ev ekonomisine, kendi zevklerimize, yıllarca yaşamımıza ortak olmuş eski bir dosta yer açmak mümkün evlerimizde. Ama onca zamanın ve yerleşen alışkanlıkların ardından nakışların dikiş makineleri artık hiç dikiş tutmuyor!
“Yerlilerden gelen iğneler”
İlk dikiş makinesi Fransız Barthelemy Thimonnier tarafından 1830 yılında icat edilmesine rağmen günümüzde kullanılan modeli, büyük ölçüde Elias Howe tarafından geliştirildi. Dikiş makinelerinin ilginç de bir hikâyesi var: Devrindeki birçok dikiş makinesi modelinin verimsiz olduğunu gören Howe, işe yarar bir model geliştirmek istiyordu. Makine ustası olan Howe, 1841’den itibaren tüm boş zamanlarını bu işe ayırdı. En büyük engeli ise dikiş iğnesinin yapısıydı. İpliği beraberinde taşıyacak bir iğneyi bir türlü tasarlayamıyordu. Bu arayış 1846 yılında kadar sürdü. Bir öğleden sonra, dikiş iğnesinin yapısıyla ilgili çalışırken, göz kapaklarının ağırlığına dayanamadı ve uyudu. Rüyasında yerliler tarafından yakalandığını gördü. Yerlilerin mızrakları dikkatini çekti. Bu mızrakların sivri uçlarında delikler vardı. Uyanınca deliği ucunda olan iğnelerle denemeler yaptı. Böylece çağdaş dikiş makinelerinin ilk örneğini geliştiren Howe, 10 Eylül 1846’da dikiş makinesinin patentini aldı. Dikiş makineleri o günden bugüne bir kısım değişikliklere uğrasalar da, dikiş iğnesinin yapısı hiç değişmedi…