Zil, şal ve gül Granada…
Rotamızı batıdaki doğuya, Endülüs topraklarına yani İspanya’nın güneyine çeviriyoruz. Anahtar kelimelerimiz, zil, şal ve gül ve bir de Granada yani “nar”dan ibaret değil. Gırnata, Andalucia, Endülüs’te Raks, Yahya Kemal, Garcia Lorca, Elhamra Sarayı, Irwing Washington, Afrikalı Leo, Emeviler, Kraliçe Isabel, Mağribiler, flamenko, tapas, mağaralar, çingeneler, graffitiler, Erasmus, güzel kızlar, yakışıklı erkekler, masallar ve saraylar ilginizi çekiyorsa, buyurun Granada’ya…
Osmanlı Döneminde ‘Gırnata’ olarak bilinen, İspanyolca kelime anlamı ‘nar’ olan Granada, 350 bin kişilik nüfusuyla görece küçük bir şehir olsa da başta Elhamra Sarayı olmak üzere barındırdıklarıyla Barcelona’nın ardından İspanya’daki belki de en önemli turistik destinasyon. Gezginler arasındaki bazı popüler forumlarda “İspanya’da tek bir şehir görme hakkınız olsa hangi şehri seçerdiniz?” sorusuna en sık verilen cevaplardan birinin de Granada olması sürpriz değil.
Bugün İspanya’nın on yedi özerk bölgesinden biri olan Andalucia yani Endülüs otonom bölgesinin başkenti Sevilla ile birlikte öne çıkan ikinci önemli şehri olan Granada, yaşanan onca asimilasyon ve yıkıma rağmen Arap etkisinin güçlü bir şekilde hissedildiği, Müslüman Arap medeniyetinin ve kültürünün belki de zirvesinin yaşandığı yıllara tanıklık etmiş, bu açıdan bakıldığında derin bir nostaljiyi de barındıran bir şehir.
Endülüs’te raks etmeye başlamadan önce genelde Andalucia’yı, özelde Granada’yı daha iyi anlayabilmek için biraz tarihin tozlu sayfalarını çevirmekte fayda var. Mağribilerin -Kuzey Afrika’nın körfezdekilere göre batılıları olan Arapların- temsilcisi olarak Emeviler, ismini verdiği Cebelitarık Boğazı’nı geçerek ordusuyla İspanya topraklarına ayak basan Tarık Bin Ziyad komutasında 711 yılında hikayeyi başlatmışlar. İspanya’da karaya ayak bastığındaki ilk emri kendi donanmasını yaktırmak olmuş Tarık Bin Ziyad’ın. Gemileri yakmak deyimi de buradan gelmekte. Askerlerine dönüşü olmayan bir yola girdiklerini ve artık yapacakları tek şeyin ayak bastıkları bu topraklara sahip olmak olduğunu anlatmak istemiş. Anlaşılan o ki mesaj çok iyi kavranmış ve 711-1492 yılları arasında yaklaşık 800 yıl boyunca Müslüman bir kavim yönetmiş İber Yarımadası’nı. Öyle ki yüksek bir medeniyet ve kültür seviyesini yakalayan Endülüs sayesinde bin beş yüzlü yılların ortalarına kadar Avrupa’nın bilim dili Arapça olmuş. Bölgede yaşayan Yahudilerin de katkısıyla eski Yunan klasikleri Latinceden Arapçaya çevrilmiş, Endülüs medreseleri Avrupalı âlimlerin sarık takip Müslüman kılığına girerek eğitim gördükleri kurumlara dönüşmüş. Avrupa’da Rönesans’ın tetikleyici unsurlarından birinin de Endülüs ve dolayısıyla Arap kültürü olduğu, günümüzün halen sıcak tartışma konularından biri. Yazımıza konu olan Endülüs şehri Granada’nın 80 bini bulan üniversite öğrencisi ile Avrupa’nın Erasmus başkenti olması da bu açıdan bakınca bir sürpriz değil aslında.
İspanya’nın güneyinde yer alan Granada’ya en yakın havaalanı şehrin 17 km güneyindeki, ismini Granadalı ünlü şairden alan Federico Garcia Lorca Havaalanı. Yaz aylarında bazı direkt uçuşlar dışında Türkiye’den Madrid ya da Barcelona aktarmalı uçuşlarla Granada’ya ulaşmak mümkün. Alternatif olarak Granada şehrinin 130 km uzağındaki Malaga Costa Del Sol Uluslararası Havaalanı’nı da tercih edebilirsiniz. İber Yarımadası turuna kalkışacaklar için bir başka seçenek de araç kiralamak ya da tren yolunu kullanmak. Şehri, kabaca üç bölgeye ayırmak mümkün. Elhamra Sarayı ve hemen altındaki Realejo bir tepeye, hemen karşısındaki Arap mahallesi olarak bilinen Albaicin (Albayzin) bir diğer tepeye, katedral ile çevresindeki yeni şehir yani ‘Centro’ denilen merkez bölge ise vadideki düz alana kurulu. Konaklamak için Realejo bölgesini saraya olan yakınlığı nedeniyle tercih etmek mümkün ama şehir hayatına karışmak için kalacağınız yerin merkezde ya da Albayzin, namı diğer Albaicin bölgesinde olmasını öneririm.
Eğer varış saatiniz akşamüstüne yakın bir zaman diliminde ise şehirle tanışmanın en güzel yolu enfes bir günbatımı manzarası vadeden Mirador De San Nicolas’a yani şehrin en popüler seyir terasına doğru yol almak. Pasaport ve cüzdan emniyetini sağladıktan sonra yürüyüşe uygun spor bir ayakkabı giydiyseniz yola koyulabiliriz.
Yürüyüşünüze şehrin ana caddesi Grand Via De Colon, zafer çeşmesinin bulunduğu Plaza del Triunfo (Zafer Meydanı) ve katedralin de olduğu merkez bölgesi Centro’dan başlarsanız herhangi bir Avrupa şehrinden farklı bir atmosfer olmadığını düşünebilirsiniz. Telaşlanmayın, bu bölge şehrin modern yüzü. Caddenin doğu ucundaki eski kervansaray kalıntısı Carrel del Carbon’u Emevilerin göz kırpması sayın ve buradaki ‘turist info’dan haritanızı temin edip fazla oyalanmadan arkanızdaki tepeye doğru yönelin. Mağribi etkisindeki nostaljik mahallelere varmak için biraz yokuş tırmanmanız gerekecek. Albaicin bölgesine giriş yapmak için en doğru nokta ise Plaza Nueva yani Yeni Meydan. Bu meydanın karşısındaki sokaklardan birinden içeriği girdiğiniz andan itibaren burnunuzu ele geçirecek olan nargile ve kahve kokuları ile Fas pazarı doğru yere geldiğinizi fısıldayacak. Artık zaten daralmış olan sokaklardan yukarıya, kayboldukça kalabalığı takip etmeye çalışarak yol alın ve bu Arnavut kaldırımı döşeli yolların, beyaz badanalı evlerin avlularından taşan meyve ağaçlarının, sarmaşıklarla ve rengarenk çiçeklerle bezeli duvarların hikayelerini dinleyerek ve tepede sizi harika bir manzaranın beklediğini bilerek her anın tadını çıkarın. Şimdilerde bir Yahudi mahallesi olan bu bölgedeki evler ve özellikle dikkati çeken kapılarla kemerler, isimleri azizlerle de dolu olsa sokaklar ve kiliseye çevrilmiş camiler, eski sahipleri olan Mağribilerin kuvvetli izlerini taşımakta.
Mirador De San Nicolas’a vardığınızda biraz yorulmuş olacağınız kesin ama tepesi karlı Sierra Nevada’nın eteklerinde kurulu, günbatımında kızıla bürünmüş olan Elhamra Sarayı’nı gördüğünüzde tüm yorgunluğunuza değecek emin olun. Bin bir milletten yüzlerce turistle bir arada flamenko ezgileri eşliğinde manzarayı seyrederken, turistliğin sorumluluğu ile bir tür ritüeli yerine getirmeye koyulacak ve Granada’nın büyüsüne kendinizi çoktan kaptırmış olacaksınız.
Güneşi batırdığınıza göre Mirador’dan ayrılmanın ve Albaicin’in içlerine doğru dalarak yolunuzu kaybetmenin vaktidir. Sokak çeşmeleri, eski ve yıkık duvarlar, çiçek kokan daracık sokaklar, ansızın beliren küçük seyir terasları, meydancıklar, gitarlarıyla ve köpekleriyle dolaşan ve civar mağaralarda yaşayan dilenciler göreceksiniz. İyice daralan sokakları takip ederek kutsal dağ anlamına gelen Sacromonte’ye doğru ilerleyin. Bu bölge mağara evler ile ünlü Çingene Mahallesi. Esmer tenli, sıcakkanlı, hızlı konuşan ve içten gülümseyen gerçek çingenelerle burada tanışacaksınız. Önceleri ikamet ettikleri yerler olan Sacromonte mağaraları, günümüzde fazlaca ‘turistik’ mekânlara dönüşmüş durumda. Yine de flamenkonun ana vatanı Endülüs’te gerçek çingenelerden gerçek bir flamenko gösterisi izlemek hiç fena fikir değil. Bir mekân önerisi vermek gerekirse yarı müze formatında olan Zantra De Maria La Canastera’yı tavsiye edebilirim. Flamenko dansının usta ayakları ve onları izlemeye gelmiş olan bazı devlet adamları da dâhil olmak üzere çok çeşitli tanıdık simanın fotoğraflarının yanında çingene kültürünün ve geçmişinin izlerini taşıyan bu mekanda geçireceğiniz dakikalar hiç bitmesin isteyeceksiniz. İçerideki turist kalabalığını unutup ritme kendinizi kaptırdığınızda Granada’da doğma büyüme bir çingene olasınız gelecek. Biraz tadını çıkarın ama abartmayın; aşık olmadınız, sadece çok iyi dans ediyordu. Sakince omzunuzdaki şalı ve o zilleri yere bırakın. Gül sizde kalabilir hanımlar.
Ertesi günün önemli işi Granada’yı bu denli önemli kılan Alhambra yani Elhamra Sarayı’nı ziyaret etmek olacak. Tabii bunu gerçekleştirebilmek için sabahın ilk ışıkları ile sıraya girmek istemiyorsanız biletinizi en az iki hafta önceden internet marifeti ile almalısınız. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki ayrı seansta ziyaret kabul ediliyor ve inanın bana önceden rezervasyon yaptırmaksızın ziyaret saatinde bilet bulmak neredeyse imkânsız. Bu yüzden seyahat planlamasını yaparken otel rezervasyonu yanı sıra Elhamra Sarayı giriş biletlerinizi de almanızda fayda var. Burada önemle altını çizmek istediğim bir başka konu ise girişten sonra yarım saatlik bir süre içerisinde Nasrid Sarayı’na giriş yapma zorunluluğu. Bahçede gereğinden fazla vakit kaybedip gecikirseniz içeriye girmeniz mümkün değil.Elhamra Sarayı, İspanya’da hüküm sürmüş son hanedan Nasriler’in (Emeviler değil) Granada merkezli emirlerinin sarayı olarak 13. yüzyılda inşa edilmiş. Sonrasında bazı eklemelerle genişleyerek bugünkü halini almış. Monoblok tek bir yapıdan ibaret değil. Yirmi bir kule ve otuz üç ayrı bahçesi olan sarayın üç ana bölgesi mevcut. Al qualla Al Hamra yani ‘Kızıl Hisar’ da denilen ve Arapça kırmızı anlamına gelen Alcazaba; Nasrid Sarayı yani Palacios Nazaries ve V. Carlos’un yaptırdığı saray binasının da bulunduğu Casas Reales ve ana gövdenin ardında dağın eteklerinde yer alan Generalife Bahçeleri nam-ı diğer Cennet el Arif. Yukarıdan şehri bir anne şefkati ve koruyucu kudretiyle gözetleyen, her parçası şehre ve tanrıya bir iltifat gibi işlenmiş olan Elhamra Sarayı’nın alametifarikası, öncelikle bütün şehre hakim olan bu konumundan ve sonra da enfes düzenlenmiş bahçelerinden, olağanüstü işçiliğinden, gürül gürül akan su kaynakları ile havuzlarından geliyor.
Yeri göğü kaplamış olan Arapça söz dizisi “la galibe illallah” yani “Allah’tan başka üstün yoktur” cümlesinin işlenmiş olduğu alçı, taş, ahşap ve seramiklerdeki işçiliği kelimelerle anlatmak gerçekten çok zor. Gidip yerinde görmek gerekiyor. Bakınız; elçilikteki görevini sürdürürken Endülüs’te Raks’ı kaleme alan Yahya Kemal, saray için ne demiş anılarında: “… Elhamra’ya basit bir dış kapıdan giriliyor. Girerken hârikulâde bir mekân içine girileceğinin farkına bile varılmıyor. Girdikten sonra bir alemden başka bir aleme geçmiş, sanki bir rüyanın ortasına düşmüş gibi gözlerimi kapadım ve açtım, öylesine bir hayret içindeydim. Bu şaşkınlık daireden daireye geçtikçe arttı. Nazar değmemiş bir beyazlık içinde, sülüs bir yazı sarmaşığı gülümseyen bir güzellikle bütün duvarları sarmış; nakışın ve oymanın hudutsuz oyunları, tavanların derinliklerine kadar her tarafı örtmüş, ama her taraf yine de bembeyaz görünüyor”. Gerçekten de bölmeden bölmeye geçtikçe artan bir şaşkınlık kaplayacak benliğinizi. Ortaokul kitaplarındaki klişe ‘Endülüs, İslam uygarlığının zirvesidir’ sözlerini hatırlayacak, 1001 gece masallarındaki rüya sarayların gerçek alemdeki izdüşümü sayılabilecek olan Elhamra’nın doğal çevreye uyumunu, girift yapısını, akıl almaz süslemelerini ve yaşanan mekân ile su ve yeşili belli bir ahenk içinde buluşturabilmesini farkedince kazandığı şöhretin hiç de haksız olmadığına ikna olacaksınız. 1984 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dâhil edilmeden önce aslında bu derece popüler olmayan saray, bir harabe yığınından ibaretmiş. XIX. yüzyıla kadar unutulmuş olan, çok sayıda oryantalistin gelip bir köşesinde konakladığı, Granada çingenelerinin mesken tuttuğu, siyasi kaçakların saklandığı bir mekânmış. Çok özenli ve iyi organize edilmiş restorasyon çalışması ile bahçe peyzajı da dahil olmak üzere orijinaline yakın bir duruma getirilmiş. İslam uygarlığının altın çağını simgeleyen bu sarayda bir istisna var o da Emeviler ya da günümüz İspanyol hükümetinin marifeti değil: avlunun orta yerinde irice bir nazar boncuğu sayılması güç, genele çok aykırı bir bina mevcut. Tarihin pek de iyi anılmayan birlikteliklerinden olan Kastilya Kraliçesi Isabella ile Aragon Kralı Ferdinand’ın evliliği İspanyol milli birliğini sağladığı gibi Endülüslü Müslüman ve Yahudilere korkunç bir yıkımı da beraberinde getirmiş. Coğrafi konumu nedeniyle son düşen Endülüs şehri olan Granada’nın halkına yazdıkları mektupta, savaşmadan teslim olunması halinde Müslüman kimliğe dokunulmayacağı ve dini serbestinin olacağı sözü verilmesine rağmen kısa bir süre sonra bölgedeki tüm Müslümanlar ve Yahudiler şehri terk etmeye ya da din değiştirmeye zorlanmışlar. İşte bu ikilinin yaptıkları yetmemiş, torunları olan V. Carlos da Nasrid Sarayı’nın hemen dibine ek bir saray yaptırmış.
Elhamra’nın detayları ince ve nakış gibi dokunmuş olan diğer yapıları arasında bir anda beliriveren ve Rönesans döneminde yapılmış olmasına rağmen oldukça kaba mimari unsurlar barındıran, tek olumlu yanı konserlere ev sahipliği yapmasını sağlayacak kadar başarılı akustiği olan bu yapı, yapanların gücüne gitmesin ama pek olmamış sanki. Zaten ziyaretçilerin de şöyle bir bakıp geçtiği koca bir kütle algısı yaratmaktan öteye gidemiyor. Giriş kapısının yakınındaki hediyelik eşya reyonunu da ziyaret etmenizi öneririm. Zengin ürün çeşitliliğinin yanı sıra Granada’daki görevi boyunca sarayda ikamet eden ve ardından Elhamra’nın Odaları (Cuentos De La Alhamra)’nı yazan Washington Irwing ile ana karakteri Leo’nun doğum yeri olan Granada tasvirlerini neredeyse ezbere bildiğimiz Afrikalı Leo kitabının yazarı Amin Maolouf’a ayrılmış özel bölümler ilginizi çekebilir. Geçireceğiniz üç dört saatin sonunda mutlu bir turist olarak Granada’ya olan aşkınız pekişmiş bir şekilde yollara düşebilirsiniz. Serbest saat.
Her şeyden bahsettik ama daha yemek yemedik diyenler hazır durun. Granada’da yemek ve eğlence vakti geldi. Albaicin bölgesindeki gizli lezzet duraklarının sırayla ziyaret edildiği tapas turlarına katılarak ya da kendiniz Plaza Nueva çevresindeki büyük tabelalarda harita üzerinde güzelce tarif edilen tapas rotalarını izleyerek şehri keşfetmeye devam edebilirsiniz. Neredeyse şehrin her boş duvarında hepsi gerçek birer sanat eseri olan devasa boyutlu harika graffitiler göreceksiniz. Her biri bir öncekinden güzel gelecek, hatta tapas rotanızın dışına çıkıp graffitilerin peşine düşeceksiniz. Kulaktan kulağa anlatılan bir hikayesi var bu sokak şaheserlerinin. Şehrin duvarlarındaki grafitileri ‘imzasız bir adam’ gizlice yaparmış. Belediye de her seferinde siler, üstünü kapatırmış bunların. Sonra bu adam zamanla çok ünlü olunca belediye bu sefer kendisinden graffitilerini dilediği yere dilediği gibi yapmasını istemiş ve Granada her duvarı graffitilerle dolu bir şehir olmuş. Bugün şehirdeki turist rehberleri ücretli graffiti turları düzenlemekte ve hatta İngiltere’deki fanları için programında sadece Granada’nın graffitilerinin tümünü gezdiren turlar satılmakta. Yani duvar resmi deyip geçmeyin, graffitilerin ve hikayelerinin peşine düşün.
Tapas’ın -yani aslında bildiğimiz meze kültürünün İspanyol versiyonunun- ortaya çıkışı hakkında iki hikaye var, artık hangisine inanmak işinize gelirse. Rivayet o ki Granadalı bir gezgin, bir konaklama sonrası şarabı bozulmasın yahut dökülmesin diye toprak küpünü hamurla (ekmek ya da lavaş) kapatmış (Bkz. İspanyolca kapatmak: tapar; hatta bkz. Arapça tıpa) ve yoluna devam etmiş. İlk verdiği molada açtığı şarabı ekmekle tüketince, içkiyi mezeyle tüketmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlamış. İkinci hikaye biraz daha inandırıcı sanki. Kastilya kralı X. Alonso ağır bir hastalığa yakalanmış ve doktorlar şarap içmesine ancak yanında bir şey yediği takdirde izin vermişler. Sağlığına kavuşan kral da bir ferman yayımlayarak bu durumun tüm Kastilya’da yani günümüze uyarlarsak İspanya’da yaygınlaştırılmasını emretmiş.
Bu şehir ispanya’da en iyi tapasların yenebildiği yerdir. Diğer Andalucia şehirlerinin aksine, burada tapas bara gittiğinizde tapas değil içki siparişi verirsiniz ve tapas içkinin yanında ücretsiz gelir. Artık bedava sirke baldan tatlı mı yoksa gerçekten lezzetliler mi, orasını tadınca karar verirsiniz. İki avro verip doyumluk bir öğün sahibi olabilirsiniz. Bira, şarap, gazoz, kola ve hatta su bile isteyince beraberinde tapas mutlaka masadaki yerini alacak. Üstelik her siparişte başka başka çeşitler; peynirli ve jambonlu sandviç, ton balıklı ve sebzeli makarna, cips, deniz mahsulleri salatası, pirzola, sosis tabağı, balıklı sandviç, pilav, zeytin, ispanya omletli ekmek, tütsülenmiş jambon, kıymalı ekmek, soslu köfte, lazanya, patates kroket, patates kızartması, bonfile, karışık salata, ahtapot, kalamar, köpekbalığı, bol zeytinyağlı ve sarımsak soslu midye, Malaga usulü hamsi, bildiğin tas kebabı, jambon (isp. Jamon) ve başta keçi peyniri olmak üzere peynir çeşitleri. ‘Sonraki biraların yanına ne eşlik edecek acaba’ diye merakla gelen heyecan da sohbetin kreması…
Tabi bu çeşitlilik içinde ister istemez garsonlarla konuşacak şeyleriniz olacak ama bu konuşma durumu o kadar da kolay gerçekleştirilemeyecek. Turistik bir şehir olmasına rağmen İngilizce bilen birilerini bulmak gerçekten çok zor. İspanyolca bilenler için de çok kolay bir iletişim olmayacağını söyleyebilirim. İngiltere’de İskoç aksanı ne ise İspanya’da da Endülüs aksanı o. ‘S’ harfinin çok baskın olduğu İspanyolcada bu harfin neredeyse hiç seslendirilmediği ve kelimelerin yuvarlanarak başka şeylere evrildiği bir dil söz konusu. Siesta, fiesta vs derken sanki güneyli İspanyollar konuşmaya dahi üşenir gibiler. Yine de sıcakkanlı ve yardımsever yanları ile bu açığın kapandığını ve dilin neredeyse hiç sorun teşkil etmediğini de söylemeli.
Son günün akşamüstünde Albaicin ile Elhamra arasında akan Darro Nehri’ne inin. Nehir boyunca şehir merkezine doğru yürüyün. El paseo de los tristes yani ‘mutsuzlar yolu’ boyunca yürürken adımlarınızı yavaşlatın. Şehre karışın. Banklara oturup siz de çekirdek çitleyin mesela. Solunuzda Elhamra, sağınızda Albaicin; Mağribi Köprüsü’nün altından akan nehri dinleyin. Size kim bilir ne hikâyeler anlatacak bu nehir ve köprü. Bana anlattıklarından birini ben anlatayım: Granada’yı İspanyollara savaşmaksızın teslim eden son emir XII. Muhammed, kentten çıkar ve yeni kalacağı yere doğru yola koyulur. Tam da bu köprüden geçerek ayrılacaktır şehirden. Yola henüz çıkmıştır ki, Granada’nın çıplak gözle görülebildiği son yerde bir durur ve ardına bakar. Kenti uzaktan süzdükten sonra da hüngür hüngür ağlamaya başlar. Bunu gören annesi, yanına gelir ve tarihe düşecek lafını eder “Ağla oğlum ağla… Adam gibi savaşamadın, bari kadın gibi ağla!”. İşte o gün bugün erkekler ağlamaz.
Eğer bir şehir hakkında çokça ağıt yakılmış, hikayeler dile gelmiş, şiirler, romanlar yazılmış, besteler düzülmüşse o şehre bir başka gözle bakmak gereklidir. Şüphesiz bir büyü, derin bir tarih ve bolca hikâye saklar o şehirlerin duvarları, sokakları. Bu şehirlerin belleği güçlüdür. Herhangi bir şehir değildir onlar. Ayak basan her yabancının da bir izi kalır, karşılığında kendi hikâyesini yazar o şehirle kendisi arasında geçen. O yabancı artık yabancı değildir ona. Aynen Granada’da olduğu gibi. Gidin ve tanışın Gırnata’yla. Sizin iziniz eksik kalmasın belleğinde, tarihi sizsiz yazılmasın düşen son Endülüs kalesinin.