Zirveye doğru

 

Tertemiz bir hava eşliğinde adım adım ya da zorlu mevsim şartlarına rağmen inatla zirveye ulaşır; zafer sarhoşluğunun karıştığı tatlı bir yorgunlukla bırakıverirsiniz kendinizi Uludağ’ın koynuna… Zirve defterinde sizin de imzanız vardır artık ve unutulmaz bir anınız…

İnsanoğlunun hep daha fazlasını istemesi hep daha yükseğe çıkma tutkusu yüzyıllardır türlü türlü icatları beraberinde getirmiş. Doğaya yönelik sporların ortaya çıkışı da bu sebebe ve insanın içindeki bitmek tükenmek bilmeyen maceracı ruhuna bağlı olsa gerek. Dağ sporlarına gönül vermiş bir maceracıyı ise zirveye çıkmaktan hiçbir şey alıkoyamaz. Mevsimlerin zorlu şartlarına karşı her türlü önlemi alır ve en tepeye ulaşmak için yola koyulur. Elbette bir hafta sonu tatilini Oteller Bölgesi’nde bir otelde kalarak geçirmek, şömine başında sıcak çikolatanızı yudumlamak da mümkün. Ama sürprizlerle dolu bir yolculuğun ardından Küçük Zirve’ye varıp kamp ateşinizi yakmanın, burada keşişlerin ruhları arasında bir mola verdikten sonra yola devam edip “Büyük Zirve”ye ulaşmanın tadı bir başka… Yalnızca, en tepeye çıkıp zirve defterine adınızı yazma fikri, buradan ayaklarınızın altına serilen şehri bir Yunan tanrısı edasıyla izleme düşüncesi bile yeterince cazip gibi… Keşişlerin dağı, Yunan tanrılarının yüce Olimpos’u Uludağ, sunduğu eşsiz manzaralarla dört mevsim kucak açar size…

Bugün birçok maceracının gönül verdiği dağcılık sporunun temelleri, 1800’lü yıllarda başka ülkelerden gelen dağcıların bizim dağlarımıza tırmanmalarıyla atıldı. Spordan çok bilimsel araştırma amaçlı bu tırmanışların ilki 1829 yılında oldu. Ağrı Dağı zirvesine çıkan Alman fizik profesörü Parrot ve onun ölümünün ardından aynı bölgede görevlendirilen Herman Abich’i, Kaçkar Dağları’na tırmanan Karl Koch, W. Rickmer gibi dünyanın birçok yerinden gelip ülkemizde tırmanışlar yapan profesörler takip etti. Alman Dağcılık Kulübü’nün dikkatini çeken bu tırmanışlar, 1927 yazında ülkemize bir ekip gönderilmesine neden oldu. Demirkazık zirvesine çıkacak olan bu ekibe eşlik etmek için onlarla birlikte yola çıkan Veli Çavuş, bir yandan onlara rehberlik ederken diğer yandan bu zirveye gerçekleştirilen ilk Türk tırmanışı olarak kabul edildi. “İlk Türk Dağcısı” olarak bilinen Ali Vehbi Üstün, 1906 yılında, 4 Fransız dağcı arkadaşıyla birlikte Alp Dağları’nın en yüksek noktasına tırmandı. Türklerde, Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri olarak, Avusturyalı bir dağcının Türk askerlerine verdiği temel dağcılık eğitimi ile başlayan dağcılık sporu zamanla gereklilikten öte bir tercihe, hobiye hatta bir tutkuya dönüştü. İlk dağcılık etkinliği olarak kabul edilen tırmanış, 1924 yılında Albay Camil Cahit Toydemir önderliğinde 6 subay ve 1 erle birlikte Erciyes zirvesine çıkışıydı. Bu sporun öncüsü olarak da kabul edilen Toydemir, ulaştığı zirvede çıkan ekibin isimlerinin yazılı olduğu kâğıdı metal sigara tabakasının içine koyarak buraya bıraktı. Böylece Türkiye’nin ilk zirve defteri yazılmış oldu.

İlk dağ gezilerinin düzenlendiği Uludağ’a 1925 yılında buraya tırmanan Bursalı doktor Osman Şevki Bey, o zamana dek Keşiş Dağı olarak anılan bu 2500 metreyi aşan “ulu” dağa, adını veren kişiydi. Tırmanışın ardından dağın adının değiştirilmesini öneren Osman Şevki Bey’in bu önerisi Atatürk tarafından kabul edildi ve kendisine de Uludağ soy adı verildi. 1928 yılında “Türk Dağcılık Cemiyeti” ile başlayan dağcılık örgütlenmelerini askeri tırmanışlar takip etti. 1939 yılında resmiyet kazanan Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu önderliğinde tırmanışlar, askeri amaçlı tırmanışların ardından 1940’lı yıllarda başladı. Her yıl anısına tırmanış etkinlikleri düzenlenen Latif Osman Çıkıgil, Dağcılık Federasyonu’nun kurucusu ve 1936 – 1941 yılları arasındaki ilk başkanı oldu. 1950’li yıllarda aslen bir Türk vatandaşı olan İngiliz dağcı Sidney Nowill, Uludağ’a tırmanmak için kendinden yıllar sonra bile kullanılacak bir rota çizerek ilk tırmanışlardan birini gerçekleştirdi. Doğanın içinde olmak, zorlu hava şartlarına rağmen zirveye giden yola doğru kararlı bir tırmanış yapmak zaman içinde tam anlamıyla bir tutkuya dönüştü. Dağcılık, insanı fiziksel ve psikolojik açıdan geliştiren, her şeyden önce “iyi” hissettiren bir spordan öte, hobi haline geldi. Bu sporun, sayıları her geçen gün biraz daha artan tutkunları yaz kış demeden düştüler Uludağ’ın yollarına… Keşişin evini saklayan Küçük Zirve’si Keşiştepe’ye ulaşmak, Evliya Çelebi’nin Bursa ziyareti sırasında en tepesine çıkıp “Kulle-i Cihan” olarak adlandırdığı “Büyük Zirve”si Karatepe’ye adını yazmak için…

Tüm dağcıların gözdesi olan Uludağ’ın heybeti, gizemli geçmişi, mistik havası, efsanelere konu olan tarihi bile yeterlidir ona teslim olmak için… Belki yalnızca spor yapmak belki de şehirlerin kalabalığından, günlük telaşından sıyrılıp keşişlere selam götürmek niyetiyle vurursunuz kendinizi yollara… Siz yola çıkacak gücü bulamayacağınızı düşünseniz bile onun davetkârlığına kapılmamak pek mümkün olmaz. Dağcılığın olmazsa olmazlarını öğrenmiş, gerekli eğitimleri almış belki de önceden birkaç deneyim yaşamışsanız yola hazırsınız demektir. Tabi bir de Jandarma Arama – Kurtarma Birimi’ne haber vermiş olmanız gerekiyor. İzinsiz tırmanışlar güvenliğinizi de riske atacağı için böyle bir zorunluluk getirilmiş. Günün ilk saatlerinin verdiği dinçlikle doğanın içinde kahvaltınızı eder, ilk çıkışınızsa deneyimli bir rehber eşliğinde, yol arkadaşlarınızla birlikte kararlaştırdığınız rotayı hayata geçirmek üzere başlarsınız yürümeye… Saatler sonra başlangıç noktası çok gerilerde bırakır; etrafında toplanıp şarkılar söyleyeceğiniz kamp ateşini yakmış ve tatlı sohbetler ederek, mola vereceğiniz Küçük Zirve’ye ulaşmış olursunuz. Bu maceraya yaz aylarında atıldıysanız vardığınız bu bölgede Apollon kelebeklerini görme ihtimaliniz de var. 1936 yılında inşa edildiği bilinen ve asıl zirveden yaklaşık 50 metre daha aşağıda olan keşişin evinin bulunduğu ve “Keşiştepe” olarak da anılan bu zirve asıl zirveye ulaşmadan bir önceki adım. Burada gördüklerinizden sonra keşişin saklanmak için neden burayı seçtiğini daha iyi anlayabilirsiniz. Hatta aklınızdan, böyle bir manzara karşısında geçen bir ömrün kolay kolay bitmeyeceği düşüncesi bile geçebilir. Yüksekliği ve ulaşılana kadar aşılan yolların verdiği yorgunluk asıl hedefin bu olduğunu düşündürüyor. Bu yüzden “Büyük Zirve” yolundaki maceracı ruhları kandıran Küçük Zirve’nin bir adı da “Yalancı Zirve.” Kimine buraya kadar geldiği yollarda gördüğü güzellikler, biriktirdiği anılar ve ulaştığı yükseklik yetiyor. Kimi de başladığı hiçbir işi yarım bırakmamanın kararlılığıyla, yeterince dinlendiğine inanınca Keşiştepe’den ayrılıyor ve devam ediyor yoluna.

Uludağ’ın sizden esirgemediği manzaraların tadına vara vara devam edersiniz tırmanmaya. Bir tarafınızda Marmara bir tarafınızda Ege’ye selam verip tırmana tırmana göllerin olduğu bölgeye gelirsiniz. Burada yazın bile sizi zorlayacak soğuklarla karşılaşabileceğinizi düşünürsek bir de bu macerayı kış aylarında yaşamaya karar verdiyseniz fazlasıyla temkinli olmanız gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Yaz kış erimeyen karların sizi beklediği büyük zirveye ulaşana kadar her mevsimi yaşayıp, her iklim türünü hissedebilirsiniz. Karatepe’nin kuzeyinde sizi Aynalıgöl, Karagöl, Kilimligöl bekliyor olacak. Bu göller aynı zamanda Uludağ’ın en yüksek noktalarında rastlayabileceğiniz eski buzullara ait izler olma özelliği taşıyor. Karşılaşacağınız manzaraları uzun uzun izlemek, tadına doymak için mecburi molalar vermek zorunda kalabilirsiniz. Biraz oturup izlemek biraz fotoğraf çekip bu anları unutulmaz kılmak için… Tabi görüp kayda alacağınız manzaraların içeriği, göllerin tamamen buz tuttuğu dönemde mi yoksa endemik bitkilerin rengârenk bir halı gibi önünüze serildiği mevsimde mi gittiğinize bağlı… Uludağ, ziyaretinizden duyduğu memnuniyeti, dört mevsimin tüm renklerini size sunarak belli eder. Tadını çıkarıp keyfine varmak size kalmış. Göller Bölgesi’nden güneye doğru baktığınızda hedefinizi görürsünüz. Uludağ’ın 2543 metrelik zirvesi tam karşınızdadır artık. Aranızdaki mesafe size kilometreler gibi gelse de, en tepeye ulaşmanın şevkine sarılıp devam edersiniz yola. Zirveye vardığınızda artık yalnızca burada taşın altına gizlenmiş kutunun içindeki defteri alıp, “ben de buradaydım” imzası atmanın haklı gururunu yaşamak kalır size. Yine de zafer sarhoşluğuna kapılıp çok oyalanmamakta da fayda var. Ne de olsa bu gelişin bir de dönüşü olacak.

Belki en kısa zamanda bir daha görüşmek üzere ayrılırsınız buradan. Belki ölmeden önce yapılacaklar listenizden bir madde daha tamamlanmıştır artık. Belki de yola çıktığınız ilk andan itibaren sizi şefkatle kucaklayan Uludağ, hayatınız boyunca hedeflerinize ulaşmak için ihtiyacınız olan ilhamı verdi size. Bundan sonra hayat sizin için çok daha güzel olacak. Siz en tepeye ulaşana dek kulaklarınıza fısıldadığı gizem dolu geçmişi, anıları, sırları ise yalnızca ikinizin arasında kalacak…

Yazı: Ferhan Petek Fotoğraflar: Demet Argun Güngör

Bu da ilginizi çekebilir
Kapalı
Başa dön tuşu