26
gezi - yorum
Bir denizden bahsediyorsak bu
denizin adalarından da söz etmeli. Van
Gölü’nde irili ufaklı dört ada bulunuyor.
Bunlardan en meşhuru Ahtamar, nam-ı
diğer Akdamar adası. Bu güzel adanın
isminin hikayesini çok duymuşuzdur:
“Adada kralın ya da bir başka hikayeye
göre kilise papazının Tamar isimli
güzel kızı yaşar. Tamar, aşığı olan
genç çobana her gece kandili ile yol
göstererek sahile yüzmesine rehberlik
eder. Bir süre sonra durumu fark
eden papaz kızını kuleye hapseder
ve kandili kayalıkların olduğu yerde
yaktırır. Kayalıklardan ve dalgalardan
dolayı sahile çıkamayan genç aşık ‘Ah
Tamara, Ah Tamara’ feryatları içinde
can verir.” Adanın Ahtamar ismi de
buradan gelir.
Van-Tatvan Karayolu üzerinde ve
merkeze yaklaşık yarım saatlik
mesafedeki iskeleden kalkan
motorlarla yapacağınız keyifli bir
yolculukla Ahtamar Adası’na kolaylıkla
ulaşmak mümkün. Motorda alt katta
konuşlanmanızı ve turkuaz renkli gölün
sodalı suyunun yüzünüze çarpmasına
izin vermenizi öneririm naçizane.
Badem ağaçlarıyla bezeli bu adada,
son dönemlerde restorasyonu ve
Ermenistan’dan gelen ziyaretçilerle
gerçekleşen ayinle gündeme gelen
Akdamar, nam-ı diğer Surp Haç Kilisesi
bulunuyor. 915-921 yılları arasında,
o dönemde Van’da hüküm süren
Vaspurakan Ermeni Hanedanından
Kral I.Gagik tarafından mimar keşiş
Manuel’e inşaa ettirilen kilise 18.
yüzyıla dek süren çeşitli eklemelerle
günümüzdeki halini almış. Bir rivayete
göre de ilk mimarı Manuel, çıkardığı
kusursuz iş sonrası kral tarafından
bir benzerini yapamaması için kolları
kesilerek cezalandırılmış. Tarihi ve
politik önemi yanında ana planı tek
kubbeli yonca biçimli olan kilise, o
dönemde krallığın bağlı olduğu Abbasi
İmparatorluğu’nun halifesi, İncil ve
Tevrat’tan bazı sahneler ve –iddia o
ki Van Gölü canavarı dahil- çok çeşitli
hayvan figürleri içeren dış duvar
kabartmalarıyla nevi şahsına münhasır
bir mimari yapı. Bir başka rivayete göre
de dış cephede muntazaman dizili
olan küçük nişler süsleme amacıyla
kullanılan ve kıyıdan bakıldığında
sürekli ışıldamasını sağlayan değerli
taşlara ait.
Adanın her yanı ayrı bir manzara.
Tepenizde uçuşan martıları da hesaba
katarsak, hele bir de uygun mevsimde
giderseniz yüksek bir tepeden çiçek
açmış badem ağaçları arasında kilise,
göl ve karlı tepesiyle görkemli Artos
Dağı belki de ahir ömrünüzün en güzel
manzaralarından birini sunacaktır
size. Adanın çevre düzenlemesi ve
parklar da gayet başarılı diyerek
belediyenin de hakkını vermek lazım.
Kısa ada turunuzda karşınıza çıkacak
olan ve büyük ihtimalle adlandırmakta
zorlanacağınız, üzerinde bazı Ermenice
yazılar ve haç işaretleri bulunan kayalar
ise tarih boyunca adada yaşamış olan
keşiş ve papazların mezar taşları...
Adadan ayrıldıktan sonraki durağımız
için yine yollara düşeceğiz.
İstikametimiz ‘kaleler şehri’ olarak
anılan Van’ın belki de en heybetli
ve mistik yapısı olan Hoşap Kalesi.
Yolculuğumuz biraz daha güneye
doğru. Gürpınar ilçesinde, Van-
Hakkari Karayolu üzerinde 60. km’deki
bu muhteşem yapının tarihi Urartu
Devleti’ne kadar uzanıyor. Toplamda
120 km’lik yolu göze almanız gerekiyor
ama her dakikasına değecek bir
deneyim de sizi bekliyor Hoşap’ta.
Daha aracın içindeyken uzaktan
ilk gördüğünüz anda hemen orada
olmayı isteyeceğiniz bir büyüsü
var kalenin. Hele bir de komşu
tepelerde kıştan kalan kar ve biraz
da hayalperest bir yapınız varsa
kendinizi Orta Dünya’da Miğfer Dibi
Kalesi’ne bakıyor gibi hissetmeniz
an meselesi. Yaklaştığınızda sizi
önce küçük çay ocakları ve mola
yeri atmosferi karşılayacak. Biraz
soluklanmakta fayda var çünkü
yukarıdaki manzara birazdan nefesinizi
kesecek. Tavşankanı çay ve kıtlama
şeker birlikteliği sonrasında köyün
kızları eşlik edecek yolculuğunuza, sizi
şaşırtmayı başaracak kadar düzgün
diksiyonlarıyla. Sonra uzaklarda bir
dinozor sırtı gördüğünüzü sanacaksınız
telaşlanmayın, kalenin dış surları
onlar. Sonra kaleyle buluşacaksınız.
Bazı kısımları büyük hasar görse de
ihtişamıyla sizi etkilemeyi başaracak
kadar güzel bir kapı karşılayacak
sizi önce. Sonra ilk adımızla tarihinin
gizemiyle sizi de içine çekecek
mekan. Çıkabileceğiniz en üst noktaya
geldiğinizdeki sonsuzluk hissi ve Urartu
rüzgarı bütün yorgunluğunuzu alacak
cinsten.
Dönüş yolunda Van’a varmadan
uğramanız gereken bir başka durak
Yukarı Bakraçlı Köyü. Burada sizi yine
büyük bir sürpriz bekliyor. Ama önce
kapı kapı dolaşıp Özlem’i bulmanız
gerekiyor. Özlem kim mi? Varagavank
Ermeni Manastırı’nın nam-ı diğer Yedi
Kilise’nin anahtar taşıyıcısı. Tolkien’in
yüzük taşıyıcısı olur da bizim neden
anahtar taşıyıcımız olmasın değil mi?
Özlem uzun yıllar boyunca samanlık
olarak kullanılan manastırı temizleyerek
turizme açan vatandaşın küçük kızı
ve görevi de mekanı ziyaret edenlere
yardımcı olmak. Bu esnada okul
harçlığına katkıda bulunmak üzere
sattığı el işleri, oyalar, kilim vs.den
alırsanız onun için kısa günün karı.
Yapının bazı kısımları yıkılmış ve zarar
görmüş olsa da ayakta kalan kısmın
ihtişamı ve yaşattığı ironi görülmeye
değer.
Fazla oyalanmadan Van’da gün
batımının en güzel izlendiği yere, yani
Van Kalesi’ne yetişmeli. Van şehir
merkezine 5 km mesafedeki kale,
gölün kıyısında ve bütün ovaya hakim
bir kayalık üzerinde kurulmuş. Doğu
batı yönünde uzunluğu 1800 m olan
devasa bir yapıdan bahsediyoruz. Çok
sayıda burç, iç kale, cephanelik, cami,
mezarlık, açıkhava tapınağı, Analıkız
tabir edilen tapınak nişleri, sarnıçlar,
eski Van şehrinin yani Tuşba’nın
kalıntıları ve Binbir merdiveni barındıran
büyük bir kompleks aslında Van Kalesi.
Günbatımının keyfini çıkarmadan önce
görülmeden dönülmemesi gereken
ise Urartular’dan günümüze ulaşan en