30
gezi - yorum
Ertesi gün asıl hedefimiz Doğubayazıt
ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı
olacak. Sabah erkenden yola
düşmelisiniz çünkü son güne
sığdırılacak çok şey var sırasını
bekleyen. İlk durağımız ismini
4. Murad’dan alan, Van’a 80 km
uzaklıktaki Muradiye Şelalesi. 50
metre yükseklikten dökülen ve
benzeri diğer meşhur şelalelerden
eksiği değil fazlası olan bu şelale ve
çevresi bölge halkının önemli sayfiye
yerlerinden. Yakınına gitmek için
geçmeniz gereken uzunca bir asma
köprü var ve bu köprü gezimizin doğa
sporları eksikliğini giderecek nitelikte.
Şelalede serinledikten ve kahveleri
höpürtdettikten sonra yine yollara
düşeceğiz. Yol boyunca bölgenin
volkanik yapısından kaynaklı değişik
kaya kütleleri ve coğrafi şekiller
görmeye hazırlayın kendinizi.
Doğubayazıt’a vardığınızda büyük
ihtimalle acıkmış olacaksınız. İsmi
de kendi de biraz tuhaf olan köftesi
meşhur bu ilçenin: Abdigor köftesi.
Yağsız sığır eti, soğan ve baharatların
büyükçe bir tokmak vasıtasıyla taş
üzerinde dövülmesiyle hazırlanan
köfte, önünüze pilav üzerinde
yuvarlak şekilli ve neredeyse bir
tenis topu büyüklüğünde gelecek;
şaşırmayın. Yemekten sonra görüp
de şaşırmamanız gereken bir başka
şey de 1913 yılında düşen büyük bir
meteorun açtığı çukur. Doğubayazıt’ın
35 km doğusunda İran sınırına 2 km
mesafedeki, 60 m derinliğinde 35
m çapında olan bu meteor çukuru
Alaska’dakinin ardından dünyanın
bilinen en büyük ikinci meteor
çukuru. Bu bölgeye gitmek için önce
Doğubayazıt’tan doğuya doğru yol
almak gerekiyor. Hazır bu kadar yol
almışken size bir de sınırkapısı ziyareti
yapmak düşüyor. Ve tabii Gürbulak’taki
İran sınır kapısında bir hatıra fotoğrafı
çektirip, KDV’den muaf alışveriş
yapmak.
Doğubayazıt ile Gürbulak arasında
seyir halinde iken sürekli devasa bir
çift gözün üzerinizde olduğu gibi
his olacak içinizde. Bunun sebebi
elbette ki tepenizde bütün ihtişamıyla
dikilen Ağrı Dağı olacak. Yol boyunca
fonda Ağrı Dağı manzaralı hatıra
fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmeyin.
Onca yol, onca manzara, onca keyif,
onca şaşırtıcı güzellik… Şimdi artık
dünyanın en meşhur, en bilinen ve
belki de gerçeğe en yakın efsanesine
çok yakınsınız; Nuh’un Gemisi. Sınır
kapısına gidiş dönüşte kullandığınız
karayoluna 3,5 km mesafedeki Meşar
(Mahşer) Köyü’nün karşısındaki vadide
büyükçe bir gemiye çok benzeyen
bir izden, değişik bir yer şekilinden
bahsediyorum. Beklentinizi yüksek
tutmadan, yani bir gemi göreceğinizi
ummadan giderseniz onlarca yıldır,
çoğu ABD’li olmak üzere onlarca
bilimadamını oyalayan ve birçoğunu
da bazı kanıtlara dayandırarak gerçek
Nuh’un Gemisi olduğuna inandıran bu
yarık şeklindeki yerkabuğu şekli sizi
de etkileyebilir. Eski ahid şöyle diyor:
“Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci
gününde Ararat dağları üzerine
oturdu”.
Assolistler sahneye en son çıkarmış
ya bu yüzden doğu turumuzun en
son durağı İshakpaşa Sarayı. Yapımı
1685’te Çıldır Valisi Çolak Abdi
Paşa tarafından başlatılan ve 1784
yılında, yani 99 yıl sonra oğlu İshak
Paşa tarafından bitirilen bu saray,
döneminin en muhteşem yapılarından
biri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
Lale Devri’nde yapılan son saray. Bir
rivayete göre burada da ağırlanan
İran elçisinin İstanbul’da huzuruna
çıktığı padişaha “Valinizin, sizinkinden
görkemli bir sarayı var” demesi üzerine
1790’da İshak Paşa’nın görevinden
alınıp Hasankale’ye sürülmesine
sebep olmuş ve çok kısa bir süre aktif
olarak kullanılmış. Sarayın sadece
muhteşem mimarisi ve konumu ile
değil kalorifer ve kanalizasyon sistemi,
süt akan çeşmeleri, duvarları kıymetli
kilimler ve aynalarla süslü ziyafet
salonları ve som altından kapısı ile
gerçekten de zamanında Topkapı
Sarayı’nı ve dolayısıyla sarayın sakini
Osmanlı hanedanını kıskandıracak
bir yapı olduğu kesin. I. Dünya
Savaşı sırasındaki Rus işgalinde
bahsi geçen kapının sökülerek
Moskova’ya götürüldüğünün altını da
çizelim. Dünyanın bu boyutlardaki
ilk kalorifer sistemli binası olan
sarayın, yaklaşık 360 odası var. Kazan
dairesinde kaynayan su sütunlar ve
kesme taşların arasındaki oluklardan
akıtılarak saray ısıtılırmış. Bunun gibi
dinledikçe ve öğrendikçe şaşırtan bir
dolu mimari ve mühendislik becerisi
de mevcut bu binada. Örneğin
zindan kısmındaki odalar suçun
büyüklüğü ile ters orantılı ısıtılacak
ve ışık alacak şekilde düzenlenmiş.
Bütün odalar manzaradan payını
alacak şekilde konumlanmış ve bazı
çeşmelerden gerçekten de yukarıda
sağılan keçilerin sütü akarmış. Hele
bir ziyafet ve merasim salonu var ki
sırf bunun için bile yollara düşmeye
değer. Bu mekanda serde biraz da
hayalperestlik varsa kendinizi Binbir
Gece Masalları’ndan birinde bulmanız
kaçınılmaz.
Ziyafet salonuna barok bir havası da
olan kemerli kapıdan girdiğinizi hayal
edin. İsminiz anons ediliyor girişte.
Duvarlar karşılıklı onlarca simli ayna
ile kaplı, yer gök kıymetli İran halıları
ile süslü, köşelerde Uzak Doğu
kokuları yayan kandiller, her yer ipek
minderlerle bezeli, hizmetliler ikramda,
elbette kuş sütünün eksik olmadığı
muazzam bir sofra, kulağınızda doğu
ezgileri ve hatta aralarda raks eden
peçeli dansözler... Yorgunluğunuzdan
eser kalmayacak, hayallere
dalacaksınız ve anı unutacaksınız.
Sonra ensenizde hissettiğiniz rüzgarla
irkileceksiniz, pencereden ovaya
baktığınızda muazzam bir günbatımı
olacak arkanızda ve size doğru gelen
bir uçan halı. Bu satırları okurken
benim abarttığımı düşüneceksiniz
ama aylar sonra bu gezinin ardından
arkadaşlarınıza uçan halıyla geri
döndüğünüzü anlatan siz olacaksınız.