32
evrensel sanat
ve kasvetli renklerle çalışıyordu.
Paris'te izlenimcilik ile tanıştı ve canlı
renklere geçti. Güney Fransa'yı kendine
özgü resim tarzı ile yaşıyordu. Ömrü
boyunca bu tarzı korudu. Yaklaşık 900
suluboya/yağlıboya resim ve 1100
karakalem çalışma üretti. En meşhur
eserlerini ise ömrünün son iki yılında
yaptı. Hayatı kendi içerisinde yaşadığı
buhranlarla geçirdi ve en nihayetinde
1888'de ressam Paul Gauguin ile
arkadaşlığının bozulması üzerine sol
kulağının bir kısmını kesti, yetmedi
giderek kötüleşen ruhsal hastalığı
sonucunda kendini göğsünden vurarak
intihar etti. Ama resme kazandırdıkları
20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkiledi.
Fovistlerin ilham kaynaklarından biri
oldu ve etkilendiği ekspresyonizm
akımının öncülerinden kabul edildi.
Ev sahibinin kızı Eugénie Loyer'den
hoşlandı fakat ona açıldığında
reddedildi. İngiltere'de kaldığı süre
boyunca giderek içine kapandı ve
dindarlaştı. Misyonerlik amacıyla
Belçika'da fakir bir madenci bölgesi
olan Borinage'a yerleştiğinde
madencilerin kötü yaşam koşullarından
etkilenen Van Gogh, onlarla daha
iyi iletişim kurabilmek için özellikle
kötü koşullarda yaşadı, yemek
ve kıyafetlerinin çoğunu işçilere
verdi, yatak yerine saman üzerinde
uyumaya başladı. "Rahiplik mesleğinin
saygınlığını zedelediği" için kilise
tarafından işine son verildi. Kısaca ne
yaptıysa işler yolunda gitmedi. Resimde
kariyer yapmaya karar vermesi de bu
sebeptendi. Brüksel'e gitti. Brüksel
Güzel Sanatlar Okulu'na başvurduysa
da sonradan fikrini değiştirerek Etten'e,
ailesinin yanına döndü.
Etten'de resim sanatı üzerine kitaplar
okuyan ve sık sık resim yapan Van
Gogh, bir taraftan da kendisinden
yedi yaş büyük olan dul kuzeni
Kee Vos-Stricker'den hoşlanmaya
başladı. Kee'ye evlenme teklif etti
fakat teklifi "hayır, asla, asla" (niet,
nooit, nimmer) sözleriyle reddedildi.
Bunun üzerine aşkını saplantıya
dönüştüren Van Gogh, Kee kendisini
görmeyi reddedince Kee'nin babası
(ve kendi eniştesi) Johannes Stricker'le
defalarca kez görüşüp Kee'yi istedi
ama başaramadı. Kee’den de umudunu
kesen Van Gogh, bir kez daha aile
evinden ayrılıp Lahey'e yerleşti. Burada
alkolik bir fahişe ve beş çocuğu ile
birlikte yaşamaya başladı. Van Gogh'un
bu kadın ile ilişkisi ailesini rahatsız
ediyordu ve aile Van Gogh'a kadını
bırakması yönünde baskı yapmaya
başladı. Van Gogh önceleri bu baskıya
direndiyse de, Sien ismindeki bu
kadın ve çocuklarından ve Lahey'den
ayrıldı. Van Gogh, Sien ile beraber
yaşadığı on dokuz ay boyunca, kadının
ve çocuklarının düzinelerce resmini
çizmişti.
Van Gogh Nuenen'e ailesinin
yanına geçti ve kendini resme verdi.
Komşularını, tarlada çalışan işçileri,
kulübelerinde kıyafet dokuyan
dokumacıları çiziyordu. Margot
Begemann adlı bir komşu kızıyla ilişki
yaşamaya başladı fakat evlenmelerine
iki tarafın da ailesi karşı çıktı. Buhranlar
Van Gogh’un peşini bırakmıyordu.
Babası bir inme sonucu hayatını
kaybedince Van Gogh derin bir yasa
daha girdi. Aynı sıralarda Paris'te
Van Gogh'un resimleri ilgi çekmeye
başlıyordu. Van Gogh, bugün ilk
önemli eseri kabul edilen Patates
Yiyenler'i (De Aardappeleters) bitirdi.
Resimleri Lahey'deki bir galeride ilk
kez sergilendi. Model olarak kullandığı
kızlardan birini hamile bırakmakla
suçlanınca, kasabanın Katolik rahibi,
kasabalıların Van Gogh'a modellik
yapmalarını yasakladı. Nuenen'de
geçirdiği iki sene boyunca Van Gogh,
pek çok karakalem ve suluboya
çalışmanın yanı sıra, 200 kadar
yağlıboya resim üretti.
Anvers'e taşınıp bir resim galerisinin
üst katında yaşamaya başladı. Tüm
parasını resim malzemelerine ve
modellere harcayıp kendi sağlığını
ihmal etmeye başladı. Günlerinin
çoğunu ekmek, kahve ve sigarayla
geçiriyor, bir taraftan da çok fazla
absent içiyordu. Van Gogh, Anvers'de
geçirdiği dönemde pek çok müze gezip
Peter Paul Rubens gibi eski ustaların
resimlerini incelemiş, bu resimlerden
etkilenerek paletini genişletmişti. Aynı
dönemde, ukiyo-e adıyla bilinen Japon
gravürlerine ilgi duymaya başlamış
ve bu tarzı kendi resimlerinde de
kullanmıştı.
Van Gogh daha sonra Paris'e geçti ve
bir süre ressam Fernand Cormon'un
atölyesinde çalıştı. Paris'te hâkim
sanat akımları, izlenimcilik ve henüz
yeni filizlenmekte olan yeni izlenimcilik
idi. Puantilist (noktacı) stilin ustaları
Georges Seurat ve Paul Signac,
şehrin en ünlü ressamlarıydı. Signac
ile bizzat tanışan Van Gogh, noktacı
stili denemeye başladı. Ressam Paul
Gauguin ile tanıştı ve iki ressam
bazı eserlerini değiş tokuş ettiler.
Şehir hayatından ve Paris'in soğuk
kışlarından bunalan Van Gogh,
güneşli Güney Fransa kıyılarına
doğru yola koyuldu. Paris'te geçirdiği
iki yıl boyunca, yaklaşık 200 resim
çizmişti. Manzara resimleri çizdi, bu
resimlerinden üçü Paris Bağımsız
Ressamlar Topluluğu'nun o yılki
sergisinde sergilendi. Daha sonra
ise Ayçiçekleri ismiyle bilinen bir dizi
vazolu ayçiçeği ve meşhur Teras Kafe
isimli eserlerini bitirdi.
Gauguin ile beraber resim gezilerine
çıktı ve aynı evi paylaştı. Değişik resim
teknikleri ve anlayışları üzerine uzun
tartışmalar yaptılar. İki ressamın da
dengesiz duygusal yapısı sayesinde,
resim tartışmaları giderek kızışmaya
başladı, bozulan havalar ve dar
alanda beraber yaşamak ise durumu
daha kötü hale getirdi. Ruhsal sağlığı
bozulmaya başlayan Van Gogh,
Gauguin'in kendisini terk edeceğinden
korkmaya başladı ve bir gün kendi
sol kulağının alt kısmını kesip
kopardı. Kopardığı parçayı bir bez
parçasına sarıp yerel bir genelevde
çalışan Rachel adlı bir fahişeye verdi.
Geneleve çağrılan polisler, baygın
halde buldukları Van Gogh'u hastaneye
kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen
Gauguin, bir daha Van Gogh'la
görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı