105
Büyükçe bir gölet de bulunan bu
parkın tarihi 16. yüzyıla dek dayanıyor.
Çocuklu aileler, spor yapan Dublinliler,
güvercinler, ördekler ve martılar ile
capcanlı, hareketli, James Joyce gibi
ünlü simaların heykelleri ve anıtlarla
bezeli bir şehir parkı. 1845’te başlayan,
üç yıl süren ve bir milyon insanın
ölümü ve bir o kadar da insanın göç
etmesiyle sonuçlanan patates kıtlığı
ile açlık dönemini simgeleyen Famine
Anıtı bu parkta yer alıyor. Kemikleri
sayılan insan figürleri Green’in keyifli
havasında hüzün veriyor izleyene.
Dublin küçük, düzayak ve rahat bir
şehir, her yere tabanvay ile ulaşmak
mümkün dedik ama her an yağmura
yakalanmayı da göze almalısınız.
“Bir günde dört mevsim yaşamak”
klişesinin gerçekte hayat bulduğu yer
sanırım tam olarak Dublin. Aynı gün
içinde güneşin, dolunun, yağmurun,
hatta karın tadına bakmanız mümkün.
Yine de Gulf Stream’in etkisiyle hava
oldukça ılıman. Dondurucu bir soğuk
ihtimali neredeyse yok gibi. Kış
aylarında sıcaklık ortalaması 8°C iken
yaz aylarında 20°C civarında. Güneş
yüzünü göstermek konusunda nazlansa
da yemyeşil parkları, parklarda
rengarenk açan çiçekleri, tarihi yapılar
ve şehrin genel mimarisinde kullanılan
canlı renkler şehrin albenisini arttırıyor.
Gökyüzü bulutlu olsa da Dublin
rengarenk. Özellikle kapıların renkli
halleri dikkatinizden kaçmayacak. Soylu
birinin vefatı sonrası Kraliçe’nin bütün
kapıların siyaha boyanması emrine
bir tepki olarak o dönemde başlayan
gelenek bugün de halen sürdürülmekte
ve bu rengarenk kapılar Dublin’in
simgelerinden biri olmuş durumda.
Özellikle üç katlı kırmızı kiremit rengi
tuğla binalardaki kapılar ve tokmakları
görülmeye değer. Bu evlerin en güzel
örnekleri de St. Stephen’s Green
yakınlarındaki Merrion Meydanı’nda ve
çevresinde yer almakta.
Şehrin merkezinde iki büyük katedral
var. En eskisi Christ Chuch Cathedral
ve en meşhuru da St. Patrick’s
Cathedral. İkisi de Liffey’in güneyinde.
Dublin’in bir de kalesi var elbette.
“Dublin Castle” Anglo - Normanlar
tarafından 1204 yılında yapılmış.
Şu anda birkaç döneme ait farklı
mimari özellikte parçalarıyla eklektik
görünümdeki kale, Avrupa Birliği
toplantılarının yapıldığı büyük salonları
barındırıyor; bir de savunma ve kalenin
ihtiyaçlarının ikmali için yapılan yeraltı
mağaralarını. Kalenin bulunduğu bu
kompleks içindeki Chester Beatty
Kütüphanesi ise görülmeye değer.
İsmi kütüphane olsa da Alfred Chester
Beatty adında New Yorklu bir maden
mühendisi tarafından kurulmuş olan
modern bir müzeden bahsediyorum.
Çocukluğundan başlayarak bütün
yaşamını tarihi değer olan el yazmaları,
minyatürler ve buna benzer dini
materyal toplayarak geçirmiş olan zat-ı