21
EVVEL ZAMAN İÇİNDE, kalbur
saman içinde, cinler top oynarken
eski hamam içinde... Günlerden
bir gün Toprak Ana, evinde yalnız
yaşıyormuş. Yalnız yaşamak zormuş,
bu yüzden canı çok sıkılıyormuş. Bir
gün kalkmış, Gök Kral’a misafirliğe
gitmiş. Sarayın kapısına varınca,
gürültüler, patırtılar duymuş. Kapıdaki
nöbetçiye, ne olduğunu sormuş.
Nöbetçi, “Ne olacak… Mevsim
kardeşlerin gürültüsü… İkisi kız, ikisi
oğlan dört yaramaz çocuk var. Kavga
edip duruyorlar” deyince, “Onları
bana gönderin. Ben yalnızım, biraz da
benimle kalsınlar” demiş. Toprak Ana
bunun üzerine evine dönmüş, mevsim
kardeşleri beklemeye başlamış. Önce
en küçük kardeş gelmiş. Pembe, beyaz
saçlı, güzel bir çocukmuş. Toprak
Ana’ya, “Benim adım İlkbahar, size
ufak bir armağan getirdim” demiş ve
çantasından tomurcuklanmış dallar,
renk renk çiçek demetleri, cıvıl cıvıl
ötüşen kuşlar çıkarmış. Çok geçmeden
tombul, kırmızı yanaklı bir kız olan
‘Yaz’ gelmiş… Kardeşine, “Haydi çekil
bakalım, bak ben geldim” demiş. Sonra
o da çantasından çilek, kiraz, şeftali,
erik gibi meyveler çıkarmış ve Toprak
Ana’ya vermiş. Derken üçüncü kardeş
gelmiş. Sarı, sapsarı bir çocukmuş.
Toprak Ana’ya, “Benim adım Sonbahar.
Yalnızlığı, sessizliği çok severim”
demiş, sonra da kuşları kovmuş, her
yeri sarıya boyamış. Ortalığa sessizlik
çökmüş. Tam bu sırada dördüncü
kardeş gelmiş. Çiçekleri, meyveleri
dağıtmış, cebinden beyaz bir su
çıkarmış, bu suyla her yeri beyaza
boyamış. Bir yandan da, “Benim adım
Kış” diye bağırıyormuş. Dört kardeş
de Toprak Ana’nın evinden gitmek
istememiş. Kavgaya tutuşmuşlar.
Ortalık alt üst olmuş. Toprak Ana
kızmış, “Beni dinleyin. Ya sırayla gelin,
evimde üçer ay misafir kalın ya da
gidin. Hepinizi birlikte istemiyorum.”
Bunun üzerine mevsim kardeşler
düşünmüşler. Aralarında anlaşıp “peki”
demişler, sırayla Toprak Ana’ya misafir
olmuşlar...
Sıra ‘Sonbahar’ın artık... Dört mevsim
masalının sarı çocuğu Sonbahar;
hüznü, yalnızlığı ve sessizliği
paylaşmak için aramızda. Doğanın
sarıya boyanma zamanı geldi artık.
Ağaçlar, çayırlar, çimenler, patikalar,
her yer yavaş yavaş önce kızıla sonra
sarıya dönecek. Doğa, siyah beyaz
günlere hazırlanacak ve çıplak bir kadın
gibi kalacak. Makyajı silinmiş, saçları
dağılmış ve yıpranmış, belki dalları
kırılmış bir kadın gibi… Gökyüzünün
yakıcı sıcaklığı yerini yağmurlara
bırakacak ve göz önünde sadece
doğanın iskeleti kalacak. Bundan sonra
her şey dünyanın iskeletine ve değişen
yüzündeki hüzne kapılmakla devam
edecek.