118
çizgi üstü
Yazı ve Çizimler:
Gökay Öngör
Su ile bağımız ne kadar değişkendi;
durumdan duruma, yaştan yaşa
değişiyordu. Örneğin hiçbir yetişkin, şu
havuzun “pis suyuna” elini daldırmazdı.
Fakat çocuklar! Onlar, durmaksızın
fışkıran, sonra köpük halinde dağılıp
havuza düşen sudan heyecana
kapılıyorlardı. Kesintisiz bir döngüydü
bu! Ellerini suya değdirmekten,
kendilerini ve yanlarındakini ıslatmaktan
keyif alıyorlardı.
Aslında yalnız onlar değil, burada
oturan herkes, şu anda bu fıskiyeden
çıkan suyla bir ilişki içindeydi.
Onun rahatlatıcı, ferahlatıcı etkisi
altındaydılar. Yalnızca bunun farkında
değildiler.
Çocuklar da başka bir
şeyden habersizdiler.
Bir gün büyüyecekler ve
yetişkin olmanın tabiatı,
onları suyla oynamaktan
alıkoyacaktı. Onlar da
su gibi, girdikleri bu yeni
kabın şeklini alacaklardı.
Suyla oynayıp ıslanmak
bir yana yağmurda ıslanmaktan bile
ölesiye korkacaklardı.
Suyun başını tutma çabasındaki
yetişkinlerin dünyasına girecekler ve
artık onlar gibi ciddi işlerle (!) uğraşıyor
olacaklardı. Bugünü yaşamadan, hep
gelecekteki bir mutluluğun hayaliyle
oyalanacaklardı. Genç adam, böyle
kötümser düşüncelere kapıldığı için
kendine kızdı bir an. Bu kadar da
abartmamalıydı belki. Onların arasından
da gücünü, potansiyelini güzellik ve
sevgi üretme yönünde kullanabilen
yetişkinler çıkabilirdi.
Düşünmeye ara verdi ve çocukları, o
küçük elleri, küçük gövdeleri, küçük
kolları, tertemiz saçları seyretmeye
başladı. Bilim insanları haksız
değillerdi; bir yerde su varsa hayat da
var demekti! Peki ya suyun bol olduğu,
fakat çocukların olmadığı bir yer
olsaydı… Orada hayattan söz edilebilir
miydi? Çocuklar yeryüzünde yaşam
ümidini ayakta tutan canlılardı. Belki su
gibi, belki ondan da çok…
“Su gibilerdi”
Genç adam, İç Koza Han’da bir yandan çay içiyor diğer
yandan da fıskiyeli havuzun etrafında toplanmış, suyla
oynayan çocukları seyrediyordu. Hepsi ne kadar güzeldiler...
Suyla olan görünmez ilişkimizi düşündü birden.