126
cenneti Borough Market'in de
South Bank bölgesinde yer
aldığını belirtmeli. Ajandaya not
düşmeyi unutmayın.
Tate Modern’in hemen
karşısında Millenium
Köprüsü’nü göreceksiniz,
köprüden tam karşıya
bakarsanız ise St. Paul
Katedrali’ni. Londra’nın en
büyüğü ve girişi yine ücretli.
15 poundluk giriş ücretinin
karşılığındaki vaat çok büyük:
Katedralin kapısında “cennetin
kapısı” yazıyor. Ortaçağ’dan
kalma yapı 1666 senesindeki
büyük yangından sonra
harabeye dönüşmüş ve 1675'te
ise büyük ölçüde yeniden inşa
edilmiş. 110 metre yüksekliği
ile Roma'daki St. Peter
Kilisesi’nden sonra dünyanın
ikinci büyük kubbesine sahip
olan St. Paul Katedrali,
Churchill ve Thatcher'ın
cenazeleri ile Prens Charles
ve Lady Diana'nın düğün
törenine ev sahipliği yapmasıyla
da hafızalarda yer etmiş bir
mekan. Ziyaretçileri katedralin
güney koridorundan ilerleyip
259 basamak tırmanarak
“Fısıltı Galerisi”nin muhteşem
akustiğini test etmeyi
unutmasınlar. İçine girmeseniz
de kafanızı kaldırıp kubbesine,
ihtişamına bir bakın hiç
olmazsa. Dünyanın neredeyse
bütün mimari dehaları en güzel
eserlerini din adına vermiş.
Dünyanın her yerindeki ortak
payda…
Londra’nın meşhur mavi
köprüsü Tower Bridge yani
Kule Köprüsü'ne doğru nehir
kıyısından devam ediyoruz. Bol
bol fotoğraf çekiyoruz. Köprüye
yaklaştığınızda sizi Tower of
London karşılayacak. Dokuz
yüz yıllık geçmişi ile Thames
Nehri kenarında bulunan
Londra Kulesi, şehrin en eski
ve korku salan yapılarından biri.
Tarihi boyunca kraliyet ailesinin
mücevherlerinin saklandığı bu
kule, hapishane ve cephanelik
olarak da kullanılmış.
Monarşiye karşı gelen kişiler
buraya kapatılır ve tutuklular
burada idam edilirmiş.
Londra'nın 1200'lü yıllarda
kullanılan kalesi ve ilk kralın
sarayı burada. Ayrıca Anna
Boleyn'in hayaletinin dolaştığı
rivayet edilen White Tower da
görülmeye değer.
Londra Kulesi'ni geçince
karşınıza çıkacak olan Tower
Bridge yani Kule Köprüsü ise
gördüğünüzde bilinçaltınızdan
fırlayarak Londra'da
olduğunuzu hatırlatan bir
yapı. 1894’te inşa edilen
Victoria Dönemi’nin süslü bir
örneği. Yapıldığı dönem için
çok önemli bir mühendislik
başarısı olan köprü, tartışmasız
olarak dünyanın en tanınmış
köprülerinden biri. Köprünün
çelik iskeletini gizleyen, granit
ve portland taşından Neo
Gotik üslup ile süslenmiş
mimari estetiği ise dünyada
tek. 1976 senesine kadar
buharla çalışan mekanizma
ile açılıp kapanabilen alt
köprü seviyesinden araçlarla
birlikte yayalar da ücretsiz
geçebiliyor ama yükseltilmiş
üst köprü ücrete tabi. Köprü
Kulesi’nin en üst katında
küçük bir sinema salonunda
kısa bir film ile; köprünün
mimarının ve mühendisinin
ağzından, majesteleri kraliçenin
nezaretinde, yapılış hikayesi
anlatılıyor. Kapalı korunaklı bir
koridor havası veren üst köprü
etkileyici bir Londra manzarası
sunuyor. Ve elbette dışarıdan
da görüntüsü çok güzel.
Gezdim gördüm geldim konulu
profil fotoğrafı için bir başka
biçilmiş kaftanın önündesiniz.
Fırsatı kaçırmayın.
Bu rotayı izlediğinizde Kule
Köprüsü civarında beş çayını
kaçırmış ve günün sonuna
gelmiş olmalısınız. Londra’ya
geldik, onca yol yaptık,
ama hala içine giremedik
dediğinizi duyar gibiyim.
Gece hayatının kalbinin attığı
yere doğru yola koyulmanın
uzaktaki yakın
so far so close