128
vaktidir. Tower Hill’den bir hat
aktarma ile Piccadily Circus
metro istasyonuna gidiyoruz.
Burada istasyon çıkışındaki
merdivenlerde önünüzde
yürüyenlerin yeryüzüne
çıktıkları yerde yoğun bir ışığa
büyülenmiş gibi baktıklarını
fark edeceksiniz. Kısa süreli
bir ışık görmüş tavşan etkisinin
sebebi meydandaki devasa
büyüklükteki ışıklı reklam
panosu. Bin bir milletten
bin bir turistle birliktesiniz
(Londra’nın her sene ortalama
15 milyon turist ağırladığından
bahsetmiştim değil mi?).
Bir başka ritüeli yerine
getirip reklam panosunun
ışığı altında meydandaki
tepesinde Eros heykeli olan
çeşmenin önünde bir hatıra
fotoğrafı da siz çektirin. Ne
kaybedersiniz? Haritanızı elinize
alın. Kaybettiyseniz hemen
yanınızdaki Japon turistin
elindekinden kopya çekin.
Hedefimiz Piccadily Circus,
Leicester Square, Oxford Circus
ve Tottenham Court Road metro
istasyonları arasında kalan
bölge, Londra’nın Beyoğlu’su
yani Soho. 24 saat canlılığını
yitirmeyen bu aşırı renkli
bölge ve yakın çeveresindeki
Leicester Square ve Piccadily
Circus Londra sosyal hayatının
merkezi. Kafeler, barlar,
restoranlar, mağazalar,
butikler, sinemalar, dünyaca
ünlü müzikallerin sergilendiği
tiyatrolar, trafiğe kapalı alışveriş
caddesi Carnaby ve başlı
başına apayrı bir fenomen olan
China Town yani Çin Mahallesi
de bu bölgede yer alıyor.
Akşam yemeği için de doğru
yerdesiniz. İngiliz mutfağına
has bir şey önermek mümkün
olmadığına göre artık damak
tadınıza göre takılacaksınız.
İtalyan, Fransız, Türk, Lübnan,
Pakistan, Hindistan, Yunan,
Uzakdoğu, Ortadoğu ya
da fast food restoranları,
ne isterseniz bulmanız
mümkün. Ne demiştik? Dünya
başkentindeyiz.
Londra’ya kadar gelmişken
ünü Broadway ile yarışan
tiyatrolarındaki müzikallerden
en az birine de vakit ayırmalı.
Onlarca farklı tiyatroda
gösterimde olan çok
kalabalık bir listeden ve hiç
eksilmeyen bir ilgi ve seyirciden
bahsediyorum. The Book of
Mormon, The Bodyguard, Billy
Elliot, Dirty Dancing, Singin’in
The Rain, Les Miserables, Let
it Be, The Lion King, Mamma
Mia, Phantom of The Opera,
We Will Rock you ve onlarcası...
O kadar yoğun bir ilgi var ki
bazılarında bilet bulabilmek için
aylarca önceden rezervasyon
yaptırmak gerekiyor: www.
londontheatre.co.uk Pişman
olmayacaksınız. Kesin bilgi,
yayalım.
Şimdi siz seçtiğiniz müzikali
gözünüzde canlandırmaya
başlamışken kaç sayfadır
yazmakta olduğumu kontrol
edince bu sayıda bana ayrılan
kısmı çoktan doldurduğumu
ve devam etmeye kalkarsam
anlatacaklarımın kalanına
haksızlık edeceğimi fark etmiş
bulunuyorum sevgili okur.
Söze başlarken belirttiğim
gibi Londra hakkında yazmak
kolay değil. Mevzu bahis olan
benim gibi klavyesi düşük bir
yazar olunca tek parçada dile
gelmesi kolay olmadı. Kısa
kesmeye çalıştım ama pek de
başarılı olamadım anlaşılan.
Affınıza sığınıyor ve söze bir
sonraki sayıda kaldığım yerden
devam etmek üzere derginin
kalan kısmını sıradaki yazarlara
bırakıyorum. See you soon!
To be continued...
uzaktaki yakın
so far so close