Dergi Bursa Nisan 2011 - page 48

46
gezi - yorum
Siz binbir labirente girip çıktıkça bir
saat önce karşılaştığınız yüzler pek
de yol almamış olacak ve tanıdık
gelmeye başlayacak. Sanki bir tek
siz koşturup duruyormuşsunuz gibi
hissedeceksiniz. Sonra yavaş yavaş
siz de durulacaksınız. Zaman zaman
burnunuza gelen ve hafif de olsa
genzinizi şöyle bir yoklayan baharat
kokuları ile Doğu’nun büyülü kenti
sizi zamanısızlığına doğru çekecek ve
bambaşka bir ruh iklimine taşıyacak.
Dahası herkes size “hocam” diye hitap
ettikçe garipseyeceksiniz, gerçeklik
algınız zayıflayacak ve baharat kokan
belgesel bir filmin içindeymişsiniz hissi
uyanacak zihninizde.
Esnafın tutumu -hele ki bir büyük
şehirden geliyorsanız- her adımda sizi
daha çok şaşırtacak. Kimsenin sizi,
bambaşka bir hayattan kalkıp gelen bir
yabancıyı yadırgamadığını, objektifinize
takılan herkesin size güven ve
samimiyetle baktığını farkedeceksiniz.
Ve sokaklarda kimsenin birbirine
bağırmadığını, büyük şehirlerin
asabiyetinin buralara hiç uğramamış
olduğunu da... Gerçekten nasıl birşey
olduğunu unuttuğunuz misafirperverlik
ne demekmiş konulu dersler alarak
yol alacaksınız eski şehirde. Babadan
oğula, ustadan çırağa el verilerek
günümüze gelen, yüzlerce yıllık
kazancıların yüzlerce yıllık yordamlarıyla
dövdüğü kazanların sesi eşlik edecek
size.  Marangozlar kıraathanesinde bu
defa çok kültürlülük nedir konulu bir
dersin içinde bulacaksınız kendinizi.
Gabriel’in komşusu Mehmet’le,
Mehmet’in çocukluk arkadaşı
Abdullah’la, Abdullah’ın ortağı
Rafael’le olan muhabbetini görünce
anlayacaksınız o meşhur Batılı gezginin
neden “bütün dünyayı Mardinleştirmeli”
dediğini. Dinler, diller ve insanlık halleri
üzerine konuştukça göreceksiniz ki
onlar hayatlarında bu sınırları çoktan
aşmışlar; bir yanları Türk, başka bir
yanları Süryani, öbür yanları Arap ya da
diyelim ki Ermeni, başka yanları Kürt
olsa da, hepsi ayrı dillerde de olsa hep
birlikte Mardinliler. Ve sakın ola içilen
çayların, kahvelerin, hatırı kırk yılı da
aşacak mırraların karşılığını para ile
ödemeye kalkmayın, gücenirler. Şunu
çok sık duymaya hazır olun bu şehirde:
“Sizin paranız geçmez burada hocam!”.
Hiç tanımadığınız bir adam rehberlik
işini devralacak çocuklardan. Ulu
Cami’nin minaresindeki kabartmaların
hikayesini dinleyeceksiniz ondan.
Önünden geçerken hiç dikkatinizi
çekmeyen ve ironik bir tesadüf eseri
bugün de bir marangozun deposu
olan, yaşı bin yılı aşkın eski bir kilise
binasına girdiğiniz an artık ikna
olacaksınız bu şehrin büyülü olduğuna.
Yeni bir şey keşfeden küçük bir
çocuğun heyecanına eş bir enerjiyle,
o daracık sokaklarda saatlerin nasıl
geçtiğini anlayamayacaksınız. Bazen
görüş alanınızın hemen kenarında bir
yerlerde, örneğin geçtiğiniz abbaranın
üstündeki evde yaşananların merakıyla
dalmışken siz, masal bu ya belki
de Mungan’ın çocukken tutulduğu
geyik arz-ı endam edecek ve göz
göze geleceksiniz kısa bir an için. Ve
Mardinlilerin güvercin sevdasına şahit
olacaksınız her adım başı. Evlerin,
dükkanların, iş yerlerinin bir yerinde
mutlaka bir güvercin kafesi olduğunu
öğreneceksiniz. Bütün şehrin en büyük
hobisi olan güvercinlerin gördüğü
bu ilgiyle Mardin sizi bir kez daha
şaşırtmayı başaracak.
Akşamüstü çatılardan gökyüzüne
salınan güvercinler çan kuleleri ve
minarelerle süslü şehrin silüetine
karışacak. Siz merakla olan biteni
izlerken birilerinin fotoğrafını uzaktan
çekmekte olduğunuz terastan size
seslendiğini fark edeceksiniz sonra.
Bir kahve de o terasta içeceksiniz
bir yandan güvercinleri yemlerken.
Mezopotamya’ya karşı kapı önü
eşiğinde sohbete dalan Mardinli
kadınlar önce tereddüt etse de
sonra sizi sohbete dahil edecek ve
yüzlerinde Mezopotamyalı olmanın
nişanesi gibi duran dövmelerin
hikayesini birinci ağızdan öğrenme
şansınız olacak. Sonra siz de sessizce
dalacaksınız önünüzdeki Mezopotamya
manzarasına. Mardin’de deniz yok belki
ama serap görmek için de bir engel
yok önünüzde uçsuz bucaksız uzanan
ovaya baktıkça. Evet, böyle anlatınca
belki tuhaf gelecek ama inanın
bana Piyer Loti’den ya da bir başka
tepesinden seyre daldığınız İstanbul’un
verdiği keyifle yarışacak bir his bu,
hele bir de serde hayalperestlik varsa.
Bir deniz çocuğu, denizsiz şehirlerde
en çok denizi özleyen biriyseniz bile
Mardin’de denizi özlemeyeceksiniz.
Akşam olduğunda ancak fark
edeceksiniz ayaklarınıza inen kara
suları. Eğer bir sokaktan diğerine
koştururken, gelmeden önce
kulağınıza fısıldanmış olan bir
klasiği gerçekleştirip kebapçı Ramo
Dayı’ya uğramayı akıl etmediyseniz
acıkmış olmalısınız. Ama kendinizi
şanslı sayabilirsiniz çünkü Mardin’in
sürprizleri henüz bitmedi sevgili
okur. Sıkı durun, çünkü krallara layık
bir sofra sizi bekliyor doğru adresi
ıskalamazsanız.
Mardin mutfağıyla tanışma vakti.
Evet çok şanslısınız çünkü bu masal
diyarında restore edilmiş, Ermeni taş
işçiliğinin enfes örneklerinden biri
olan taş bir konak var bu mutfağı
yaşatmaya yemin etmiş olan.
Güneydoğu mutfağı zaten malumunuz
olmalı. İşte bu tanıdık lezzetlerin
tarçın, kişniş, mahlep, safran, zencefil,
yenibahar gibi onlarcasıyla baharat
ve kurutulmuş erik benzeri birtakım
fantezi unsurlarıyla taçlandırılmış halini
canlandırın gözünüzde ya da daha
iyisi damağınızda. Sizi bekleyen bu…
Önce mezelerin resmigeçidi olacak:
Tebbuli, tebbel, muammara, sembusek,
kiremfum, megbus ve ismi daha tanıdık
olan diğerleri. Sonra da mecaliniz
kalırsa ana yemekler: Ekşili erik yahnisi
olan Alluciye, pekmezli erik tavası olan
Incasiye, Süryanilerin içli köftesi Kitel
Raha ya da nam-ı diğer İrok, ekşili
nohut yemeği olan Hımmısiye, Kaburga
dolması, kuzu budundan Dobo ve
dahası. Lokantada değil de misafirliğe
gitmişsiniz gibi özenle ağırlanacaksınız.
Ve tabi söylemeye gerek var mı
bilmiyorum ama ufukta Suriye’nin
1...,38,39,40,41,42,43,44,45,46,47 49,50,51,52,53,54,55,56,57,58,...126
Powered by FlippingBook