62
fotoğrafa yazı
ESKİ SEVGİLİLERİM BİRER BİRER
EVLENİYOR.
Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye.
İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece
bir gülümsemeyle akla gelen sevimli
hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle
çok uzun geliyor şimdi bana, ne de
gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran
gölgesine inanıyorum.
Bir sabah uyandığımda artık “genç” bile
olamayacağımı biliyorum; bunu bana
sızlayan kemiklerim, harekette zorlanan
eklemlerim ya da aynada gördüğüm
buruşuk yüz değil üstelik, bir Eylül
söyleyecek.
Size Eylül’ü anlatayım.
Eylül, geçmiştir; geçip gitmişlik, yarım
kalmışlıktır.
İçinde aslında sizin de olabileceğiniz
bir hayata, şimdi çok uzaktan
bakmaktır. Kimi zaman sızı, kimi
zaman duyulan acı, ya da işte Eylül,
siz’sinizdir; içinde sizin olmadığınız
bir hayatta. Dokunamadığınız ama
gördüğünüz, elinizi uzatamadığınız ama
orada olduğunu bildiğiniz; işte Eylül
bir filmdir sahnede oynayan ve sizin
sadece izlediğiniz; hani başrolü size
teklif edilmişken bir vakit.
Dün erken vakitte gelmiş.
Benim “facebook” hesabıma. Önce
görmemişim, sonra bugün akşamüstü
tekrar girdim siteye, bir mesaj gelmiş.
Adı Eylül. Beş tane fotoğrafı var, özenle
giydirilmiş, cicili bicili, her birinde daha
tatlı, tombul yanakları ısırmalık kırmızı,
çenesinden akan salyalarda bir başka
çocuk gülümsüyor sanki. Gözleri pek
tanıdık; ismi dilimin ucunda bir kadının
bebekliğini görüyorum gibi.
Daha sonraki yazışmalarımızda henüz
yedi aylık olduğunu, dişleri çıkmak
üzere olduğundan damağının çok
kaşındığını ve bu ismi ona annesinin
verdiğini öğrendiğim bu küçük
arkadaşım, bebekliğine hiç aldırmadan,
beni yerlere seren şu soruyu sormuş:
“ben doğdum, sen hala ıssız mısın?”
Eski sevgililerim birer birer evleniyor.
Ve ben işte yaşlanıyorum iyiden iyiye.
İlk gençliğin renkli rüyaları, bilgece
bir gülümsemeyle akla gelen sevimli
hatırlara dönüştü; artık ne hayat öyle
çok uzun geliyor şimdi bana, ne de
gençliğin sonsuza uzarmış gibi duran
gölgesine inanıyorum.
Ve işte Eylül, siz’sizinizdir, içinde sizin
olmadığınız ve asla olamayacağınız bir
hayatta.
Terk ettiğiniz kadın çıkagelmiştir
yıllar sonra. Bir vicdan gibi karşınızda
durur; üstelik artık tek kişi de değildir.
Sizden hesap sormaz, kızmaz size,
sorgulamaz, bir yaranız var mı ona
bakmaya da gelmemiştir üstelik ama
işte sadece öyle uzaktan, hesapsız,
gövdesini kapıya yaslayıp içeri meraklı
gözlerle bakan çocuklar gibi bir göz
atıp gidecektir hayatınıza. Belki bir
gece rüyasına girmişsinizdir, apansız
yakalamışsınızdır onu bir rüya arasında,
belki yolda size benzeyen birine
rastlamıştır, belki ismi sizinle aynı olan
bir başka adamla karşılaşmıştır, birden,
aniden, hiç haberi bile yokken ve sizi
aslında hiç unutmamışken, tutuşmuştur
alevi yeniden, sizi görmenin, size ses
vermenin ve sizden ses duymanın
yakıcı arzusu. Evli barklı o kadın, o
incecik çizginin ötesine geçince birden
özlem dolu bir “eski sevgili” oluverir.
Belki sizinle Heybeliada’ya giden
vapurun kuytu bir köşesinde öpüşürken
kendinden geçen bir genç kız, belki siz
onu terk ettiğinizde, size nefretle bakan
ve o an, onun size hayatı boyunca artık
öyle bakacağına inandığınız acı dolu
kadın oluverir.
Bulur sizi.
Nerede olursanız olun, ister evli, ister
bekar, ister ıssız, ister çocuklu..
Bulur.
Eliyle koymuş gibi hem de. Kadınların
“bulmak”la ilgili, erkeklere verilmemiş
bir yeteneği olduğuna inandığımdan
değil, onların arzularının hiçbir engel
taşımadığını bildiğimden, biliyorum
bulacaklarını.
Onların asla unutmadıklarını bildiğim
gibi.
Size söylesem, biliyorum inanmazsınız,
benim öyle olmasını umduğumu bile
düşünebilirsiniz ama işte öyle değil;
unutmuyor kadınlar.
Ve ilk çocuklarını sizinle büyütüyorlar.
Bir kadının ilk aşkıyla ilk çocuğu
arasında derin bir bağ vardır. O çocuk
bir gün o “amca”yla karşılaşsa bir
yerde, denk gelip sohbet etseler, o
çocuk o amcanın hikayesini bir yerden
biliyor olacak muhakkak. Amcaların
hikayeleri, ilk çocuklara tanıdık gelir.
Benim hikayemin, Eylül’e tanıdık
gelmesi gibi.
Bacakta sallanırken, annesinin
omzunda uyurken veya bir gece
yarısı aniden uyanıp meme ararken
ve bulurken sütü, yüzünü annesinin
göğsüne dayamışken, fısıldanmıştır ona
benden hikayeler.
Genç anneler, genç babalara
anlatamayacaklarını ilk çocuklarına
anlatır ve ilk çocuklarını ilk aşklarıyla
büyütürler. Çiçekleri sular gibi, onların
topraklarına ilk sevgililerinin anılarını
akıtırlar. Çiçek büyür; çiçek işte, elde
değil, büyüyecek.
Eylül, kızım.
Sen de büyüyeceksin.
Bir gün bir yerde karşılaşırsak eğer,
bu “amca”nın hikayesini daha duyar
duymaz, sana bir şeyler tanıdık gelirse,
o kokuları duymuşsan önceden, bu
sesler tanıdıksa, bil ki sen ilk çocuk ben
ilk aşk’ımdır.
Ben senin suyunum, sen çiçeksindir.
Eylül’sün sen çünkü.
Sahnede oynayıp duran; başrolü bir
vakit bana teklif edilmiş hani.