71
Gözde Tezer
İLK HAFTANIN SONUNDA bir de baktım
yanımda 10 kişi. Davetiyesiz girilmeyen
The Box diye bir kulübe sokmuşlar
beni. Anlat diyorlar, nasıl geçiyor ilk
New York seferi? Central Park’ın orada
bir hostelde kalıyorum diyorum, kaşları
havaya dikiliyor, “Hostel mi? Korkmuyor
musun?” “Bana bir şey olmaz” diyorum.
“Benim gezi meleklerim var.” “Allah
allah” diyorlar, “o nasıl oluyor?
Cevaplıyorum: İnsan kendini bir
gece Harlem’de bir barda tanımadığı
insanlarla takılıp da eve tek parça
dönmüş bulabiliyor. Bu bulma halini
de meleklere bağlıyor. Hostel 5.5’likse,
Harlem 7.9’luk bir deprem yaratıyor
suratlarında.
Anlatıyorum: Harlem beni değil
gözümü korkuttu. Lensle uyumuştum
da bir önceki gece. Kıpkırmızı gözlerle
uyandım sabah. Akıyor da akıyor.
Metrodayım, kadının biri “Why do
you cry sweetheart?” diye soruyor.
Olmayacak bu böyle diyorum ve
geceyi kurtarmak adına bir New
York gündüzümü hostelde uyuyarak
geçiriyorum.
Uyanıyorum gece. Sağ gözüm hala
Natalie Portman’ın Black Swan
filmindeki deli gözleri gibi. Sol gözüm
kendine gelmiş. 5 numara miyobum bu
arada. İyileşen sol gözüme takıyorum
lensi sağım hala görme engelli…
Couchsurfing’ten mesajlaştığım bir çift
var, zenci. Bu gece için sözleşmiştik,
Harlem gecelerini de katacaktık benim
dolaba. Son geceleriymiş bu, uzun bir
seyahate gidiyorlarmış yarın. İsterse
gözüm çıksın, bu gece Harlem’deyim,
aksini kendime yediremem. Günlüğe bir
Harlem başlığı atmadan dönmem New
York’tan. Gece 11. Çıkıyorum hostelden
tek gözü kalmış canavar.
New York o gece buz kovası. Akan
gözüm ve havanın soğukluğu, el
birliğiyle elektrik süpürgesi gibi
çekiyorlar aşağı burnumdaki sümükleri.
Mendil artık yüzümün bir uzantısı.
Bir yandan sümkürüp bir yandan
metrodaki yazıları okumak için tek
gözümü kapıyorum. Metrodaki kızın
bakışlarından okuduğum kadarıyla,
pek kendimde görünmüyorum. 15
dk sonra Harlem’deyim. Hani nerede
çeteler, hey beyaz piliç diye etrafımı
sarıp bana bıçak sallayacak zenciler?
Sokaklar gayet sakin. Adresi arıyorum.
Ben çift gözle yol bulamam, tek
gözle ne halt ediyorum? Arıyorum
zenci arkadaşlarımı, anlamıyorum ne
diyorlar, kulağım aksanlarıyla bir türlü
barışamıyor. Durduruyorum sokaktan
geçen bir beyaz saçlı zenci amcayı,
telefonu veriyorum. Arkadaşım ne diyor,
anlayıp bana anlatır mısınız? Tane
tane anlatıyor. Kocaman açıyorum
tek gözümü, buluyorum adresi. Niye
ağlıyorsun diyorlar? Çok korkuyorum
diyorum zencilerden. Ciddiye alsak mı
bakışıyla birbirlerine döndükleri anda
ama sizi sevdim diyorum. Lensime
küfretmeye ikinci cümlede başlıyorum.
WuuTange yapmışlar bana, bir tür
zenci kokteyli… Bunu iç, bir şeyin
kalmaz diyorlar. Adam Kate Winslet’ın
şöförüymüş, kadınsa tutunamamış bir
model. Hoparlörler Sade’le titriyor,
smooth operator. Gerçek bir Harlem
gecesine hazırsan çıkalım diyorlar.
Son bir kez siliyorum gözümü (ve
burnumu), hazırım diyorum doğuştan
hazırım. Giriyoruz bir bara. Herkes
zenci, bir ben beyaz. Büyüyor masa,
arkadaşları geliyor çiftin. Amerikalılara
pek bayılmam ama zenciler başka…
Sıcaklar, kafalar, doğallar… Zenci
poposu, beyaz Amerikalı poposundan
ne kadar iyiyse, esprileri de o kadar iyi
beyazlardan. Benim ruhum zenciymiş,
öyle dediler birkaç saat sonra. Ruhum
pek mutluydu ama bedenim yamuk
yaptı ruhuma ve geceye. Dayanamadı
o soğuğa bünye. Ateşim çıktı barda.
Eve gitmek ister misin, çay yapalım
sana dediler. Hayır dedim New York’ta
her şey olabilirim hasta asla! Gittim
barmenden buz istedim bir de poşet.
Koydum buzu alnıma, bileklerime.
Hasta olmayayım diye de rüşvet
olarak bir WuuTange daha verdim
bedenime, birkaç da tekila shot. 15
dakika sonra sandelyelerin tepesinde
dans etmekteydim. Startını hostelde
alıp Harlem’e uğrayan tatilim, Lindsay
Lohan’e komşu bir gökdelenin 32’nci
katında noktalandı. Dolabımı o katta
dolduranlar da başka yazıya kaldı.