71
olarak çok ucuz olan içkilerden,
özellikle dünyaca ünlü Gürcü
şaraplarından satın alabilirsiniz. Aman
dikkat, çarşı ve dükkanlarda, Türk
Lirası kabul edilmiyor. Bir de kredi kartı
kullanıcıları için küçük bir not: yanınızda
visa kart götürün, master kartı kabul
etmiyorlar. Bu arada komşular da
bizim gibi pazarlığa açıklar, alışveriş
yaparken pazarlık yapmayı unutmayın.
Uygun iklim şartları nedeniyle bölgede,
başta turunçgiller olmak üzere bol
miktarda meyve ve çay yetiştiriliyor.
Petrol rafinericiliği ve gemi yapımcılığı
da eskilerde daha fazla olsa da hala
etkin durumda. Sovyet döneminden
kalma demir çelik fabrikası, kömür
madenleri ve kağıt fabrikaları gibi
belki de otuza yakın büyük işletme
mevcutmuş. Ancak bugünlerde sadece
kalıntılarını görmek mümkün. Zira
Gürcistan bağımsızlığını kazandığında
fabrikalar sahipsiz kalmış ve ekonomik
zorluklarla boğuşan Batum sakinleri de
çivilerine kadar söküp her şeyi hurda
olarak satmışlar.
Şehirde lokantacılık sektörü genel
olarak Türklerin elinde. Sahil
kenarındaki görece lüks sayılabilecek
bölgedeki kafeteryaları saymazsak
sanırım yerel halkın genelinin ekonomik
gücü olmadığı için kafeterya ya da
pastane yok. Ve tabi hala ve belki de
çok şükür ki hazır yemek zincirleri
de... Bunun yerine sıklıkla göreceğiniz
küçük dükkanlarda çiğ börek satan
ve genelde kadınların işlettikleri yerler
var. Şehrin en meşhur restoranı Lazuri.
Avlusu ve bahçesiyle her bir katında
enfes sofraların kurulduğu eski bir
Batum evi. Bahçede bir de votka
damıtma aleti var. Yiyeceklerden en
meşhur ve öne çıkanı ise Kaçapuri
denilen bir tür peynirli pide. Domuz eti
bulunmaması nedeniyle, Türkiye’den
giden turistlerin baş tercihi. Bir de tabi
Khinkhali’den bahsetmek lazım. Bizim
mantının çok iri bir versiyonu dersem
anlaşılacağını tahmin ediyorum.
Bu kadar irileşmiş olan mantı yani
Khinkhali, Gürcülerin çok çalışkan
olmadıklarına dair efsaneyi doğrular
nitelikte. Yani biraz tembel işi olan bu
mantı sos olmadan karabiber ekilerek
tüketiliyor. Gürcüler içkiye özellikle
şaraba çok düşkünler. Artık rehberiniz
de olan şöförünüz içki mevzu açılınca
size durumu şöyle açıklayacak nitekim:
“Türkler hastalanır, ‘ne kadar yaşarım
doktor?’ diye sorar; Gürcüler hastalanır
‘ne zaman içeceğim doktor?’ diye
sorar...” Bütün öğünlerde içki tüketildiği
gibi neredeyse her köşebaşında
da küçük birahaneler ve sokakta iri
fıçılardan bira satılan seyyar tezgahlar
görmek mümkün. Tabi bu kadar içince
adabıyla içmeyi de öğrenmişler ve
“Gürcistan’da içki sarhoş olmak için
içilmez” diyorlar. Ayrıca tek başına
içki içmek de büyük bir ayıp sayılıyor.
Doğruluğunu test etmiş ya da tanık
olmuş değilim ama söylenen o ki
Batum’daki müslümanlar domuz eti
ve şarap’a karşı olan dinsel yasakları
kabullenmemişler ve domuz eti tüketip
bolca şarap içiyorlarmış. Sosyolojiye
meraklı arkadaşlar önden buyursun.
Ve şehirde bolca kahvehane var. Kahve
kültürüyle de ünlü Batum. Hemen
her köşe başında bir kahvehane,
kahve ve aksesuar satan dükkan ya
da atölye bulmak mümkün. Batum
halkı için kış ayları dışında yılın üç
mevsimi, kapı önlerinde, sokaklarda
ve kahvehanelerde, Karadeniz rüzgarı
eşliğinde uzun kahve sohbetleri
yapmakla geçiyor ve kahve yaşamın
önemli bir parçası olmuş. Aromatik
olanlardan en koyusuna tat, koku
ve sertlik derecelerine göre onlarca
çeşide ayrılan Batum kahvelerinin
sihirli bir zindelik verdiğine inanılıyor.
Bunların yanında bir de tabi “limonad”
denen alkolsüz bir içecekleri var
ve görünen o ki oldukça popüler.
İsmine bakıp aldanmayın çünkü bu
bir limonata değil. Armut, üzüm ve
elma meyvelerinin aromalarından
yapılan bir tür gazlı içecek. Üstelik
bir de felsefik yanı var şimdilerde
nostaljik kalan. Sosyalist dönemde
iken kolaya seçenek olarak ve
kolanın yaygınlaşmasına muhalefet
için üretilmiş. Tadı biraz şekerli ve
öksürük şurubunu andırsa da beğenme
ihtimalinizi hesaba katarak 1 lariyi
gözden çıkarmak fena fikir değil.
Batum’da mutlaka görülmesi gereken
en önemli duraklardan biri de dünyaca
ünlü olan “Batumski Botaniciski
Sad” yani Botanik Bahçesi. Şehir
merkezinden 8-10 km. kadar uzaklıkta
konumlanan bu küçük orman dünyanın
ikinci büyük ve zengin botanik parkı.
Girişte yer alan bambu ağaçlarıyla
kaplı alandaki telesiyej ise bu gezimizin
adrenalin parkuru. Biraz bakımsız olan
ve sanki Dharma Girişimin elinden
çıkmış izlenimi veren bu telesiyeji
gittiğinizde çalışır durumda bulur
musunuz bilmiyorum. Eğer öyleyse
denemekte fayda var. Bunca yıldır
çalışabildiğine göre pekala sizi de
taşıyabilir değil mi? Yaklaşık 70
yıllık bir geçmişe sahip ve 114 bin
metrekarelik bir alan üzerine kurulu
olan bu ormancıkta binlerce bitki ve
ağaç türü bulunuyor. Parkın büyüklüğü
gözünüzü korkutmasın çünkü
yönlendirmeler gerçekten başarılı.
Umuyorum ki çiseleyen yağmur altında,
bütün parkı gezmek için en az 2 saat
yürümeniz gerekiyor ve inanın bana
her dakikasına değiyor. Binlerce ladin,
okaliptüs, köknar ve çamın yanında
nadir türler olan pavlonya, sakura gibi
bitkileri de görmek mümkün. Dünyanın
dört bir yanından getirilen ağaç ve
fidanlarla, burada 9 bölge oluşturulmuş
ve yaklaşık 120 botanikçiye emanet
edilmiş. Müthiş bir emek ve göz
yaşartıcı bir tarih taşıyor bu ormanda.
Özellikle manolya ağaçlarına
bayılacaksınız. Batum’un sokaklarını,
yamaçlarını, kırlarını bir cennet
bahçesine çeviren ve kentin sembolü
olan manolya bu parkta da her yerde.
Ve tabi “küstüm çiçeği”, utangaç
mimoza ağaçları. İsmini dokununca
kapanıp solmasından alan mimozaların
kokusu gezinin keyfine keyif katıyor. Ve
insan düşünmeden edemiyor Batum’a
ne kadar çok dokunan var bugünlerde.
Küsmeden yetişip görmekte, nostaljisini
yitirmeden ve bozulup küçük Las
Vegas olmadan dünya gözüyle Sovyet
Rusya’yı anlayabilecek bu durağa
uğramakta fayda var.