77
Nevşehir’den Göreme’ye doğru yola
çıktığımızda ilk durağımız Uçhisar
oluyor. Uçhisar’da görülecek iki
önemli nokta var. Bir tanesi peri
bacalarının hemen üzerindeki 1330
metre yüksekliğindeki Uçhisar Kalesi.
Kale, yüksekliği nedeniyle güzel
bir izlek alanı ve konumu itibariyle
yoğun ziyaretçi alıyor. Diğeri ise
Kapadokya’nın en güzel izleme
noktası olan Güvercinlik Vadisi. Hem
peri bacalarını, kaleyi, hem vadinin
derinliğini hem de etrafındaki doğal tüf
oyuntularını izleyebileceğiniz inanılmaz
bir manzaraya hâkim…
Ve Kapadokya’nın 3 önemli
merkezinden biri olan Göreme
Açıkhava Müzesi’ne geliyoruz. Müze
Kart’ınız yoksa gitmeden önce edinin
veya Kapadokya’daki ilk Müze Kart
satışı olan durağınızdan satın alın. Zira
giriş ücreti vermek size Müze Kart’ın en
az üç katına mal olabilir.
Çok büyük bir alana yayılmış olan
bu ören yeri manastırlar, kiliseler,
şapeller, mutfak ve yaşam alanlarından
oluşuyor. Hıristiyanlığın en önemli
azizlerinden Aziz Basil bu bölgeyi dini
eğitim ve düşünce merkezi olarak
kurdurmuş. 1000 yıldan uzun bir süre
manastır hayatı devam eden bölgenin
içinde bulunan din merkezlerindeki
tüm freskler 11.yy’dan kalma olduğu
için Hıristiyanlık için çok büyük bir
önem taşıyor. Müzenin içinde en çok
beğendiğim kilise, içindeki tasvirler ve
fresklerle anlatılan tarihten sahneler
nedeniyle Elmalı Kilisesi’ydi.
Zelve Açıkhava Müzesi’ni de
görmek istiyoruz ama vardığımızda
müze kapandığı için onu da ziyaret
edemiyoruz. Sabah saat 10 gibi
çıktığımız turumuzun saat 18’de
yüzde seksenini bitirmiş olsak da
gezemediğimiz yerlerin hüznüyle
yolumuza devam ediyoruz. Devrent
Vadisi’ndeki hayvan figürlü kayaları
görünce hüznümüz yeniden heyecana
dönüşüyor. Özellikle deve şeklindeki
kayanın onlarca fotoğrafını çekip, son
durağımız Avanos’a gidiyoruz.
Avanos altından geçen Kızılırmak
akarsuyu, otantik evleri, testi kebabı,
seramikleri, kilimleriyle bizi hemen
etkisi altına alıyor. Eski evlerin, eski
sokakların arasından ülkemizin en
büyük akarsuyunun üzerine kurulmuş
asma köprüden geçiyoruz. Asiliğiyle
ünlü nehir altımızdan gürül gürül
akarken biraz fazla sallanan köprüde
hafif sarhoşlaşıyorum. Geri dönüp
seramikçilerin bulunduğu çarşıda
turluyoruz. Bir tanesine gözümüzü
kestirip, biz de çanak çömlek yapmayı
denemek istediğimizi söylüyoruz.
Usta ellerimi çamurlu suya bandırıp,
kilden bir parça koparmamı istiyor,
tezgâhı ayağıyla döndürüp bana
sadece şekil verme işini bırakıyor ve bir
vazo yapmamı istiyor. Bir süre elimdeki
malzemeye vazo formu vermeye
uğraştıktan sonra beceremeyip başka
bir şeye benzetiyorum. “Yok, ben
kupa yapacağım” diye çeviriyorum
hemen. Bu işin bana göre olmadığını
anlıyorum, usta da; “siz boyama yapın,
zaten bu erkek işi” diyor. Sözlerini
“Buralarda çanak-çömlek yapmayı
bilmeyen oğlana kız vermezler, kilim
dokumayı bilmeyen kızı da almazlar”
diye tamamlıyor. Gülüşüyoruz.
Çarşısını gezerken usta da bize çanak
çömleklerin tarihini ve hikâyelerini
anlatıyor. Kadınların kocaları savaşa
gidince edindikleri, ağlayıp içini
gözyaşlarıyla doldurdukları gözyaşı
testileri, hiçbiri birbirine benzemeyen
Osmanlı minyatürleriyle süslü tabak-
çanaklar, Hitit dönemine ait çömlekler
ve şarap testileri… En çok ilgimi
çeken halkalı Hitit şarap testisi oluyor.
Üzerinde Hitit figürlerinin bulunduğu
ve hizmetkârların hükümdarlarına
saygı amaçlı kollarına geçirip eğilerek
şarap servisi yaptığı ortası delik olan
bu testilerden, kadehiyle takım bir tane
edinip, testi kebabı yemeğe gidiyoruz.
Üçüncü ve son günümüzde otelin bize
hazırladığı tura katılıyoruz. İlk olarak
Gaziemir Yer altı Şehri’ni geziyoruz.
Bu, gezmiş olduğumuz diğer yer altı
şehirlerinden çok farklı. Bölgenin
normal yaşama amaçlı oluşturulan en
büyük şehri. Diğer bir özelliği ise şarap
yapım yerleri olan şırahanelerin içindeki
en güzel şırahane örneği Gaziemir’de