84
UYKUSUZ gecelerde tavanda asılı
yüzü, en hoş melodiler... Onun sesi
lazım sadece. Ne anlattığının önemi
yok, susmasın konuşsun saatlerce.
Olmadık anda burnunda olsun kokusu.
Coşkulu kalbin okyanus dalgaları gibi.
Ve aynada hafif pembe şaşkın bir
yüz. İki ruhun birleşmesi, birleştikçe
özgürleşmesi denebilir aşk için.
Bir yanda ona gölge düşüren korkular
ve endişeler dururken, aslında çoğu
zaman içine düşülen hüzünlerle
beslenir o. Bu yüzden severiz onu.
Bazen kavuşamaz, karşılık görmeyiz
ondan. Ya da imkansızlaşmıştır
yaşanması. Acı çekmek ve yenik
düşmek efsaneleştirmiş birçok aşk
hikayesini... Tüketilmeyen, beslenen,
acelesi olmayan, fedakarlıklarla
süslenmiş, hesapsız öylesine yaşanan
aşklar. “Sensiz nefes alamıyorum”
derken sevgiliyi soluksuz bırakıp
öldürmeyen aşklar.
Büyük usta Mimar Sinan’ın derin bir
tutkuyla bağlandığı Mihrimah Sultan’a
olan duygularını sanatına yansıtması
aşktaki hüznün en güzel örneklerinden
bence. Görmeden, dokunmadan,
vazgeçmeden yaşamış. Sevmenin
tadını çıkartmış uzaktan uzağa. Onun
için sevdiği kadını yansıtan eserlerinde
bulmuş teselliyi. Aşkını ayın ve
güneşin aynı paralelde parıldamasını
hesaplayacak kadar yüce tutmuş.
İletişimin bu kadar kolay ve yoğun
olduğu bir dönemde yine en büyük
sorun yalnızlık hissi değil mi? Aşk ve
huzur arayışı ile güvenmek ihtiyacı...
Yakınındakine uzak
hissetmek, uzağındakini
yakın... Dengeyi bir
türlü bulamamak. Belki
de eskilerde olan bizde
olmayan şey cesarettir,
hüzünden kaçmamaktır.
Yaşansın ya da yarım
kalsın hüzün hep
bir yerlerde gizlidir.
Sözlere dökülenlere inat
bakışlardan taşar tüm
gerçekler. Pişmanlığını,
kıskançlığını, umutlarını
anlatır tek tek. Büyüyen gözbebeklerin
ele verir seni. Walter Benjamin’in dediği
gibi mi acaba? İnsanı büyüleyen aşktır
ama ilk bakışta değil, son bakışta aşk.
O ilk andaki etkiye ve pırıltıya karşı;
son defa baktığında, boğazından
aşağıya süzülen bir düğüm ve gözlerde
beliriveren ışık vardır. Hangisi daha
gerçektir? İlk anda; heyecan, tutukluk,
olmadığın biçimlere girme halleri, tatlı
bir telaş ve panik vardır. Kısa zamanda
aklından milyonlarca plan ve arkası
gelmeyen sorular geçer. Son bakıştaki
cesaret ise gerçeği anlatır. Ya vardır
aşk ya da yoktur. Duyguların bir
hamlede toparlandığı andır o.
Aslında daha en başından sonu
hazırlar gibiyiz. Başlangıçta bir nefes
ya da bir bakış bile yeter gibi gelirken;
sözüm ona mutlu olmak için, sonra iç
hesaplaşmalar ve değiştirme çabaları
gelir. Belirlediğimiz kalıba uydurmaya
çalışmak da yetmez. Birlikte geçirilen
zamanın kalitesini yükseltmek yerine,
geçiremediğimiz zamanların hesabını
sorgulamakla, tartışmalarla kaosa
sürükleriz ilişkimizi. Sonra yitip gitmeler
gelir ardından ve başladığımız yerde
buluruz kendimizi. Pişmanlıkla; bir
nefesini hissetsem, var olduğunu
bilsem yeter diye düşünürüz.
Aşkta mantık olmaz, hesaplamalar,
entrikalar, güç savaşları olmaz. Can
çekiştirmekten başka bir işe yaramaz.
Mutlak özgürlük sana kendiliğinden
gelen, sana doğru akan bir ırmağın
coşkusu olur. Ayrılıklarda olur,
kavuşamamak da... Bu aşk olmadığı
anlamına gelmez, hüzün orada
gelir usulca senin yanına. Kendinle
olmanın, aşık olmanın tadını çıkarmayı
öğrenirsin. Son bakıştaki ışık gibi, ay
ve güneşin parıldaması gibi, hüzün her
yerde, her an, içinde ve seninle olur.
Tam olarak hiç hissedemezsin.
“Aşkın ilk soluğu, mantığın son
soluğudur” Antonie Bret
“O” bizim için hikayeyi yazar,
rolleri belirler, sadece oynamak
kalır geriye. Bu nereden geldiği
belli olmayan vazgeçilmez
oyunda; yer, zaman, mekan
kavramı yok olur, kurallar çoktan
rafa kalkmıştır bile...
Son bakışta aşk
Nazan Aşkalli
havadan sudan