74
Nazlıhan Ergin Şevik
hemzemin
Dağı’nın kudretli tepelerine, bir tarafı
sakin gölete bakan kilisede bir büyük
güneşi devirip, otele dönüyoruz. Biber,
sarımsak, domates ile saçta kavrulan
kuzu etinden oluşan yöresel Gelveri
Tava yiyip, Nevşehir Uçhisar’da yetişen
kalecik karası üzümlerinden elde edilen
güzel bir şarapla otelimizin terasında
güne veda ediyoruz.
İkinci gün doğal tereyağı, köy peyniri,
bal ve mis gibi pideyle kahvaltı ettikten
sonra düşüyoruz yollara. Güzelyurt’tan
Nevşehir-Avanos’a uzanan 80 km’lik
gezi rotamızı çizip ilk durağımızı
belirliyoruz; Nar Gölü. Kendiliğinden
oluşan ve termal su çıkan bu göl aynı
zamanda “Krater Gölü” olarak da
anılıyor. Gerçekten ünlü bir ressamın
fırçasından çıkmış gibi burası.
Güzelyurt’tan 52 km sonra vardığımız
Derinkuyu, ismini halkın içme suyunu
60-70 metre derinliğindeki kuyulardan
temin etmesinden almış. Önce tavanını
İsa, Meryem Ana ve dört büyük meleğin
baş harflerinin (C,A,M,İ) süslediği Aziz
Theodoros Trion Kilisesi’ne giriyoruz.
Kilisenin kapısında kendi yaptıkları bez
bebekleri satan köylü teyzeler ve birkaç
köylü çocuk karşılıyor bizi. “Cemalım”
türküsünü söylüyoruz hep birlikte.
Çocukların rehberliğinde dinliyoruz
tarihin hikayelerini… 19 metrelik
Türkiye’nin en büyük Atatürk Heykeli’ni
ve ülkemizin tek üçgen minareli camisi
Üçgen Cami’yi anlatıyorlar.
Unesco tarafından kültür mirası
olarak kabul edilen ve Kapadokya’nın
36 yeraltı şehrinin en büyük yeraltı
şehri olan Derinkuyu Yer altı Şehri’ne
gidiyoruz. 8 katlı olan Derinkuyu
Yer altı Şehri ve aslında tüm yer
altı şehirleri iki nedenle kurulmuş.
Birincisi olası tehlikelere ve tehditlere
karşı sığınma ve saklama amaçlı
daha derinlere, diğeri ise normal
yaşam amaçlı yeryüzüne daha yakın
olanlar. Bu yapılar doğal “Tüf”lerin
oyulmasıyla oluşturulmuş. Tüfler ise
yanardağların püskürttüğü kül, kum
ve lavın karışımından oluşuyor. Yer altı
şehirlerinin her bölümünde şehirdeki
diğer evlere gizli geçitler bulunuyor.
Savaş zamanı insanlar içlerine mutfak,
oturma odaları, erzak depoları ve
şaraphaneler yaptıkları bu yer altı
şehirlerine gizlenip orada yaşıyorlarmış.
Ve elbette yer altı şehirlerinin olmazsa
olmazları oksijen akışı için ucu bucağı
görünmeyen derin hava bacaları ve
başlangıcından sonu görünmeyen dar
geçit ve tüneller… Derinkuyu’nun en
ilginç tarafı içinde yatay haç formunda
olması yani zeminde bir “T” harfi
şeklindeki kilise... En derin ve ürkütücü
yeriyse uzun bir tünelin sonunda
bulunan mezar odası...
Derinkuyu’dan Nevşehir’e giderken
Göre kasabasından geçiyoruz. Terk
edilmiş viran taş evlerle dolu bu küçük
kasabada kimse yaşamıyormuş gibi
bir izlenime kapılıyoruz. Sonradan
öğreniyoruz ki 1980’de kasabanın
yerlileri taş evlerin etrafında bulunan
kayalıkların artık tehlike arz ettiğini
düşünerek Göre’nin yeni yerleşim
bölgesindeki apartmanlara göç
etmişler. Eski Göre de hüznüyle öylece
olduğu gibi kalmış. Suları akmasa
da, çöpleri dökülmese de hatırasını
yaşamaya çalışan birkaç aile ile
birlikte…
Göre’den sonra karşımıza çıkan ilk
yer Nevşehir oluyor. Şehir merkezinde
Nevşehir Kent Müzesi’ni ziyaret
ediyoruz. Arkeoloji ve etnografya olarak
ikiye ayrılan müzede Roma, Bizans,
Hitit, Frig, Pers, Urartu uygarlıklarına
ve Anadolu’da yaşamış hemen
her medeniyete ait tarihi eserlere
rastlıyoruz. Steller, lahitler, mutfak
gereçleri, av ve savaş malzemeleri,
takı ve aksesuarlar… Her birinin
bu topraklardan çıktığını görüp,
yurdumuzun zenginliğinin bir kez
daha farkına varıyoruz. Etnografya
müzesinde ise Türklerin Anadolu’ya
yerleşmesinden sonraki izlerine
tanıklık ediyoruz. Kilim dokumaları,
semer süslemeleri, kadın ve erkeklerin
giyimine dair örnekler, aksesuarlar,
işlemeler, hamam kültürümüzü yansıtan
malzemeler, savaş gereçleri, el
yazması Kuran’lar, çini ve porselenler
hepsi öyle güzel ki...