88
fotoğrafa yazı
sırasında bombalamalardan korunmak
için ışıkları karartılmış bir gecenin
korkulu tenhasında, küçük bir odada
ancak “karartma” şiirini yazarak nefes
alan Eluard gibi, hakikatin çoğu zaman
azaplı yakıcılığından kaçılabilecek en
güzel yer bir hayal ülkesidir ki bu çoğu
zaman yalnızca sanatla yaratılır.
Şemsiyemiz sanattır.
Akıl sahipleri yaratmaya mahkûmdur.
Onların bahar ülkesidir yarattığı yerler,
benim gün içinde oturup bunları
yazmam da bir nefes alışı, işimin
terli ve hızlı koşusundan yorulup bir
gölgeli ağacın dibinde ellerimi, kırılmış
dizlerimde buluşturarak kendi bahar
ülkeme kavuşmamdan başka bir şeyle
açıklanamaz.
Peki sanat yormaz mı? Onun
yorgunlukları yok mudur? Elbette onun
da tatlı bir yorgunluğu mevcut; eroine
alışanlar nasıl ki gittikçe daha çok
eroin ararlar; sanata alışmış olanlar da
gittikçe daha saf, daha su katılmamış,
daha yoğun, daha koyu ve daha
kuvvetli, daha çok sanat ararlar.
Edebiyatın benim asıl şemsiyem
olduğu gibi, fotoğraf da üzerime doğru
geldiğini hissettiğim ağır demir damlalı
sağanak yağışın arttığını hissetmemle
birlikte edindiğim ikinci şemsiyedir.
Bu ikisini ne kadar başarabildiğim
konusunda emin olmamakla birlikte, bir
şekilde bir ayağımın sanat dairesinde
gezinmesinden, varlığımı orada
hissetmekten dolayı kendimi daha
güvenlikli bir ortamda duyuyorum.
Hayatın katıksız gerçekliği ve varlığı her
an unutmaya çalıştığım bir şey değil,
ona karşı şemsiye açtıkça lüzumunu
ve anlamını daha iyi duyduğum bir
mefhum halini alıyor. Zira biliyorum
ki “hayat daima sanata üstündür” ve
edebiyat da, fotoğraf da ancak bir
züğürt tesellisidir. Dolayısıyla, bu
alanlarda bir şey üretmek amacında
olmaksızın, üretmeyi hedeflemek
dahi benim güvenliğimi sağlıyor;
yaptıklarımın olmuş ya da ölmüş
şeyler olmasından hiçbir rahatsızlık
duymaksızın, bu oldurmaya çalışmanın
keyfini sürmekle giderek artan bir
açlığımı ben doyuruyorum. Sizlerin
burada izlediğiniz fotoğraflarım da
benim kendi açlığımı doldurduğum
sofralardır, onların eşsiz ya da
çok değerli olması gerektiğine de
inanmıyorum üstelik zira fotoğrafta hiç
kimseye benzememek bir gayedir, lakin
bunun da hiçbir şeye benzememek
gibi bir tehlikesi vardır. Ben yaşadığım
sürece, şimdinin nazarıyla baktığımda
edebiyat veya fotoğrafla alakamı
kesmemeyi, yaşamımın sağlıklı devamı
için zorunlu görüyorum, şemsiyeyi
elden bırakırsam yağmur çökecek
çünkü üstüme. Ve bu yağmur, ıslatan
bir cinsin değil, yakan, kavuran,
öldüren bir cinsin mahsulüdür. Yani
ben de sizler gibi, bir şemsiyeye
mecburum; çünkü hayat saldırır, onun
işi bu.