53
Şimdi sen “su” olduğunu düşün. Su
kadar özel, su kadar faydalı ve su
kadar çok, tükenmez… İnanıyorum
ki gerçekten de öylesin. Ama ister
çeşmelerden dökül, ister göklerden
yağ, ister nehirler dolusu ak; dibi
olmayan bir kovayı dolduramazsın.
Yani seni dinlemeyenlere sesini
duyuramazsın…
Unutma; daha çok bağırdığında daha
çok dinlenmezsin… Gürültünün parçası
olursun sadece!
Suyun yanında olanlar suyu en az
içenlerdir. Çünkü; “su nasılsa burada,
lüzum yok ki suyu kana kana içmeye”
diye düşünürler… Aynen, sesini sürekli
duyanların seni dinlemedikleri gibi!
Ormandaki hiçbir hayvan, ırmağın
gürültüler koparan yerinden su içmeye
çalışmadı şimdiye kadar. Hepsi,
sabahın en sakin anını bekledi hep;
suyun durgun yerlerini bulabilmek
için. Gittiler ve sakin sakin ihtiyaçlarını
giderdiler; onlar için en uygun olan,
kendi istedikleri zamanda…
Sen, hep bir su olduğunu düşün.
Su gibi güzel, su gibi yararlı, su
gibi vazgeçilmez… Ve su gibi hayat
kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi
yaşatıcı ol; Su gibi yıkıcı, sürükleyici
ve öldürücü değil! Sen bir su ol… Ama
rahmet ol; afet değil! Su isen tarlalarını
basma insanların, yuvalarını yıkma,
ocaklarını söndürme; sana “felaket”
denmesin!
Su isen bir bardağa sığabil ki;
damarlara giresin! Su; yüce Mevla’nın
insanlar için yarattığı en büyük
nimetlerden biri… Unutma suya
benzediğini. Su gibi özel, su gibi güzel,
su gibi faydalı, su gibi lüzumlu ve su
gibi bitmez-tükenmez olduğunu da
unutma.
Ayrıca su gibi sakin olabileceğin
gibi, su gibi de “kıyametler” koparıcı
olabileceğini unutma… Unutma; senin
işin rahmet olmak, afet değil! Vadiler
varken önünde ve ovalar varken,
yayılabileceğin; küçük ırmaklara
ayırabiliyorsan kendini ve bardaklara
bölebiliyorsan, hayat verirsin çevrene.
Ve yaşayabilirsin dünya dönmesine
devam ettiği müddetçe. Yoksa hep
duyulmayan, dinlenmeyen; korkulan
ve kaçılan olursun seller, afetler gibi.
Tercih elindeydi hep ve hep de “senin”
ellerinde olacak…
Ya tutmayı öğreneceksin dilini; veya
hiç durmadan konuştuğun için, sadece
bomboş ve anlamsız sesler çıkartan
birisi olduğunu zannettireceksin
çevrendeki insanlara! Ama yapman
gereken şu değil mi; düşüneceksin ne
zaman ne söyleyeceğini. Düşüneceksin
kimin dinleyip dinlemediğini, kimin
anlayıp, anlamadığını. Düşüneceksin
anlatmak istediklerinin ne kadarını
anlatabildiğini… Hatta anlayanların
anladıklarının da senin anlattıklarının ne
kadarı olduğunu düşüneceksin…
Ve konuşmak için en uygun zamanı
bekleyecek, en az ama en uygun
kelimeleri seçmeye çalışacaksın…
Ahmak olmayan yolcuların, önceden
aldıkları biletleri ceplerinde olduğu
halde, saatlerini kontrol ederek, vakit
yaklaştığında, vapurun kalkacağı
iskelede hazır olmaları gibi, sen de
fikrini bindireceğin kişinin “kıyıya
yanaşmasını” bekleyeceksin!
Demeyeceksin; “Ben canım isteyince
giderim iskeleye, vapur da o saniyede
gelmek zorunda!”
Demeyeceksin; “Ben aklıma geleni
aklıma geldiği biçimde söylerim.
Karşımdaki de değil duymak, değil
dinlemek, anlattığımdan bile fazlasını
anlamak zorunda!” Keşke öyle olsaydı.
Keşke haklı olsaydın, ama maalesef
değil…
Ağzını açıp “Şelaleden dökülen suyu”
içmeye çalışan bir tavşan gördün
mü hiç? Veya önüne çıkan ağaçları
dahi sürükleyen bir selden susuzluk
gidermeye uğraşan bir ceylan?
Kaplanlar bile içebilmek için suyun
durulmasını bekler; Beyni olan her
yaratık gibi! Hadi… Sen şimdi “su
olduğunu” düşün, ve kendini “su gibi”
hisset…
Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi
berrak, su gibi yararlı… Su gibi
hayat kaynağı ve su gibi bitmez-
tükenmez olduğunu hatırla… Ama yine
su gibi “bir küçük bardağın içine” sığdır
ki kendini; girebilmeyi öğren insanların
damarlarına. Hayat ver… Vazgeçilmez
ol!!..
Mevlana Celaleddin-i Rumi
Su ol!