120
koşuluyla toprak verilmiş. Böylece
denizden birkaç kilometre içerideki
köy daha da gelişmiş. Balanbaka’daki
taş ocağından çıkan beyaz ve kolay
işlenebilen taşlar kullanılarak bugünkü
Alaçatı’yı oluşturan taş evlerin büyük
kısmı vücuda getirilmiş. Alaca At
demeye dilleri dönmeyen Rumlar
köye “Alatzata” demişler. Zaman
içinde devşirilen bu kelime “Alaçatı”
oluvermiş... 1812 Balkan Savaşı’nda
Balkanlardan kaçan göçmenlerin
Alaçatı’ya gelmesiyle Rumlar beldeden
ayrılmaya başlamış. 30 Ocak 1923’te
Türkiye ile Yunanistan arasında
imzalanan mübadele anlaşması ile
Türkiye’de yerleşik Ortodoks Rumlar
Yunanistan’a gönderilmiş. Nüfus
değişimi ile birlikte tütün dikimi, kavun
yetiştiriciliği ve hayvancılık yapılır
olmuş. Rumlar gitmeden önce; şarap
için üzüm bağları, incir, zeytin, badem
vs yetiştirmişler ve Alaçatı’yı İtalya
ve Fransa’ya kadar ihracat yapan
bir beldeye dönüştürmüşler. Gelen
mübadiller ise Müslüman ve farklı bir
iklimden gelmiş. Tarımla hayvancılıkla
uğraşsalar da ancak geçinebilmişler.
Ta ki 90’lı yıllar ile birlikte dünya
sörfçüleri Alaçatı’yı keşfedene kadar.
Şu anda en önemli geçim kaynağı
turizm.
Alaçatı’da korumacı turizm hareketinin
öncüsü ve yörenin ilk oteli Taş Otel’in
sahibesi Zeynep Öziş, “Alaçatı’nın
huzuru ve kendi kimliğiyle yaşamasını
sağlamak için tanıtım ve gelişimi için
sağladığımızdan çok daha fazla enerji
harcıyoruz” diyor. Alaçatı’daki ev ve
otel sayıları yılda ortalama % 13 artıyor.
2001’de 1 otel varken, 2012’de 200
otel, bu yıl ise ortalama 40 otel daha
açılıyor... Alaçatı’nın gelişimini varın siz
hesap edin!
Yaz aylarında trafiğe kapanan
Alaçatı’nın en eski eserleri; 1952
yılında cami olan Pazaryeri Cami
(Ayios Konstantinos Kilisesi – 1874),
Hacı Memiş Cami (ibadete açılış
tarihi tam olarak belli değil) ve dört
taş değirmen... Buğday öğütülen bu
değirmenler 60’lı yıllarda inşaa edilmiş
ve çoğu yıkılmış... Alaçatılıların ve
misafirlerinin denizle buluştuğu başlıca
bölgeler ise şöyle; sörf merkezi olan
liman mevki, denizin içinde kaynayan
sıcak termal suları ile Ilıca, dünyanın
en güzel plajlarından biri olan ve
Alaçatı’ya 3 kilometre mesafedeki
Ilıca Plajı, Boyalık Koyu, Paşa Limanı
Plajı, 38 derece sıcaklığında 50’den
fazla mineral içeren termal şifne,
mavi bayrak ödüllü tertemiz Çark
Plajı, beachclub’ları ile ünlü Ayayorgi
Koyu, Çiftlikköy’de bulunan kumları ile
meşhur Pırlanta Plajı ve Altınkum Plajı,
Sakızlıkoy, W Koyu olarak da bilinen
Tekke Koyu Plajı, Çeşme’nin Boğazı
olarak anılan ve Kocakarı Plajı’nın
sahibi Dalyanköy ile turkuvaz mavisi
denizi ile Piyade Koyu. Kesin olan şu
ki Yarımada boyunca herkes kendi
zevkine uygun bir plaj bulabilir. Bu
kadar geniş bir yelpazeyi başka bir
yerde bulmak hayli zor.
Etrafını zeytinliklerin, bağların,
sakız ağaçlarının, dutlukların ve
badem ağaçlarının süslediği Alaçatı;
Begonvillerle sarılı dar sokakların,
Arnavut kaldırımı taşların, kalın taş
duvarların, zarafet kokan süslerin,
cumbaların, kırmızı alaturka kiremitlerin,
kırma çatıların, küçük avluların,
tenekelere gömülü fesleğenlerin,
sardunyaların, karanfillerin, kayısı
çiçeklerinin, bahçelerdeki limon
ağaçlarının, Ege’nin, iğde ağaçlarının
ve lavanta kokularının arasında renkli
bir davetiye gibi. Davete icap etmek ise
size kalmış...
gezi-yorum