Dergi Bursa Haz-Tem 2013 - page 80

78
film şeridi
Piposu, iki yandan gölgelikli şapkası ile
bir örnek kumaştan pelerinli pardösüsü
ve büyüteci ona has eşyalar olmaktan
çıkıp dedektifliğin simgesi haline
geldi. Şimdiki teknolojinin hayal bile
edilemediği yıllarda, bir ayak izinden
katili tarif eder, bulduğu mürekkep
izinin hangi model daktilodan
çıktığını söylerdi. İşinin başkalarının
bilmediğini bilmek olduğunu savunur,
ilgilenebileceği bir dava olmadığı
zaman bunalıma girerdi.
Bugüne kadar Watson’a ait
tanımlamalar ve yaratıcısı Arthur Conan
Doyle tarafından kaleme alınan 4
kitabı, 56 kısa öyküsü ile onu o kadar
iyi tanıyoruz ki çoğu zaman aslında
var olmayan bir hayal ürünü olduğunu
unutuyoruz. Ya da unutmak istiyoruz.
Çünkü “böyle bir zekâ yazılabiliyorsa
birileri bu zekâya sahip demektir” diye
düşünmeden duramıyoruz. Bu yüzden
onu kanlı canlı bir insan olarak kabul
ettik ve yazarının 20.yüzyılın başlarında
onu emekliye ayırmasını, 1.Dünya
Savaşı döneminde de eceliyle ölmesini
hazmettik. Ama bu asla bir son olmadı.
Olamazdı çünkü Doyle istemeden
de olsa bir dedektif tiplemesi değil
ölümsüz bir kahraman yaratmıştı.
"Renksiz hayat çilesinin içinden kızıl
bir cinayet ipliği geçer..."
Holmes ve Watson’un hikâyesi
Türkçeye “Kızıl Soruşturma” olarak
çevrilen orijinal adı “A study in scarlet”
olan öyküde başladı. Aslında bir doktor
olan Arthur Conan Doyle o yıllarda
mesleğine yeni başlamıştı ve çok
başarılı olduğu söylenemezdi. Hasta
beklerken kaleme aldığı bu hikâye
1887 yılında “Beeton's Christmas
Annual" dergisinde yayınlandı. Doyle’un
Holmes’u yazarken üniversitedeki
profesörlerinden Joseph Bell’in
gözlem yeteneği ve Amerikan gotik
edebiyat öncülerinden olan Edgar
Allan Poe’nun polisiye öykülerindeki
ana karakteri C.Auguste Dupin
karakterinden etkilendiği söylenir.
Doyle, sadece beyinden oluştuğunu
düşündürecek bir karakteri yaratırken
yanına onun hikâyelerini okuyacak
insanları temsil edecek “normal” bir
insan da düşünmüş ve Watson’u
aynı zamanda anlatıcı yapmıştı.
Böylece yazar tamamen aradan
çekildi, okurları her hikâyede farklı bir
olayın içinde kendilerini Watson ve
Holmes’un yanında buldu. Okurlarının
içinde yaşamak istedikleri, gerçek
kabul etmeyi tercih ettikleri hayal
dünyasının kapılarını açan bu ilk
hikâyede Holmes’un kendi hakkında
yaptığı gözlem sonucu korku ve
hayranlığı bir arada yaşayan Watson,
dostundan öğrendiklerini uygulayarak
ya da yanlışlıkla da olsa olayların
çözülmesinde rol oynadı.
“Kanunun diğer tarafında yer alsaydım,
en başarılı suçlu ben olurdum”
Holmes kendine yapılan kahraman
yakıştırmasını asla kabul etmez sadece
dünyada tek olduğuna inanırdı. Aslında
bohem bir züppe, bağımlı bir egoist
olduğunu söyleyenler de vardı ama
o delilik sınırında bile olsa, dehası
kabul edilmiş bir efsaneydi. Teklif
edilen davaları, getireceği şöhrete ya
da paraya göre değil kendi zevkine
göre seçerdi. Scotland Yard Müfettişi
Lestrade’in Holmes’un çözdüğü
davalardaki başarıları kendine aitmiş
gibi göstermesine de bu sebeple
aldırmazdı. Ondan yardım isteyen
müşterilerine evet demeden önce
gözlem yapar, yöntemlerini müşteri
adaylarının üzerinde uygulayarak
vardığı sonuçlardan memnun ve tatmin
olmazsa davayı çözmeyi kabul etmezdi.
Ömrü iz peşinde geçen Sherlock Holmes kendini
“danışman dedektif” olarak tanımlamıştı ve ele aldığı tüm
davaları çözmesiyle ün kazanmıştı. Hayat hikâyesi, ev
adresi, kişisel özellikleri vardı ama gerçek biri değil sadece
“hayali” bir karakterdi.
Hayali efsanenin gerçek izleri
Sherlock
Holmes
Hazırlayan:
Ferhan Petek
1...,70,71,72,73,74,75,76,77,78,79 81,82,83,84,85,86,87,88,89,90,...156
Powered by FlippingBook