85
Dört sene sonra, takvimler 1819’u
gösterdiğinde 72 yaşındaki Goya tekrar
çok ağır bir hastalığın pençesine düştü.
Çeyrek asırdır kulakları işitmiyordu,
Napoleon savaşlarının zor ve ıstırap
dolu dönemini görmüş, ardından
İspanya’da yaşanan kargaşa ve iç
mücadelelerin tam ortasında yaşamıştı.
Toplumdan ve tüm insanlardan
kaçmak, herkesten ve her şeyden
olabildiğince uzak yaşamak için
yaşamında radikal bir değişikliğe gitti:
Uzun zamandır birlikte olduğu Leocadia
Weiss ile beraber Madrid’in dışındaki
kırsal bir bölgede, sade, dikdörtgen
biçimli iki katlı basit bir eve yerleşti. Ev
başka insanlar tarafından çoktan beridir
"Quinta del sordo", yani “Sağır Adamın
Köy Evi” olarak adlandırılıyordu,
çünkü evin Goya’dan önceki sahibi de
sağırdı. Burada yaşamanı sürdürmeye
başlaması Goya üzerinde asla
iyileştirici bir tesir yapmadı.
Goya "Quinta del sordo"nun alçı
duvarlarını o güne dek yaratılan en
rahatsız edici, en yoğun, en dehşetli
resimlerle süslemeye başladı. “Kara
Tablolar” olarak anılan bu eserler
Goya’nın sanatında eriştiği doruk
noktalarıdır. Siyah, gri ve kahverenginin
ağırlıklı kullanıldığı bu karanlık eserlerin
hiçbirisine isim vermedi, zaten evinin
duvarlarına yaptığı bu resimler
herhangi bir ticari amaç güdemezdi.
Kara Tablolar’ın isimleri, daha sonra
kimi sanat tarihçileri tarafından
belirlendi. Ölümünden çok sonra, 19.
yüzyılın sonlarında “Sağır Adamın Köy
Evi”nin duvarları yetkililerce sökülerek
Madrid’deki del Prado Müzesi’ne
götürüldü ve bu resimler plasterlerle
özel bir teknik uygulanarak tuvallere
geçirildi. 1824 senesinde sağlık
sorunlarını bahane ederek Kral VII.
Charles’dan aldığı izinle Fransa’ya,
Bordeaux’ya yerleşti, iki sene sonra
kısa bir ziyaret için uğradığı Madrid’te
İmparatorun baş ressamı unvanını
bıraktığı bildirdi. 16 Nisan 1828
tarihinde Bordeaux’da hayata veda
eden Francisco de Goya, geride beş
yüze yakın yağlı boya tablo ve fresko,
üç yüz kadar litografi ve yüzlerce çizim
bıraktı. Ürettiği her detay resim sanatı
açısından bir şanstı…