90
şöyle fısıldıyorum: Kavganın kazananı
yokmuş, kalp kırmamak gerekmiş.
Ringe çıkan kaybedermiş; velev ki
dövüşmeseymiş, hiç yenmeseymiş de
kaybedermiş.
Dilini yalnızca senin bildiğin bir mektup
yazmaya çalışıyorum şimdi. Bir gün
içinde defalarca aynı suda boğulup
kurtuluşu seni suçlamakta bulsam da,
kendime gelip o kayaya her çıktığımda,
uzağa doğru bakıp anlayışla
gülümseyerek, kendi kendime "burada
da bir kiraz düştü" diye cevaplıyorum
seni. Ve biliyor musun, tüm bunlardan
sonra gülüyorum bu halime. Kirazlar
düşmez, yıldızlar da el ele tutuşmaz
doğrusu ya, trenler o kadar hızlı da
gitmez zaten.
Bakma sen bana, ben içime doğru
çaresizim, içime doğru kızgın. O trene
bindiğim için kızıyorum kendime, ikimiz
de farklı şarkılar mırıldanırken, ne diye
sana aynı şarkıyı mırıldanalım dediğim
için ve dahi işte ben bir yolculuğa
seninle çıktığım için.
Her şeyin ve hiçbir şeyin başında
"biz" hiç olamadık. Şimdi ben tüm
bu garip yolculuktan sonra, kendimi
akordeon çalan bir çingenenin elinde
plastik bardak, dinleyenlerden para
toplayan çocuğu kadar her şeyden
habersiz hissettiğimde, ikimiz için de
bir gün kirazların yeniden düşeceğine
inanıyorum. Bu yalnızca bir daha
birbirimiz için olmayacak; bir başka
yüzle, o korku tüneline hiç girmeden
güvenle yolculuk edeceğiz, ve o
gün, bizim bu kısa ve zorlu süren
yolculuğumuzun sonundaki acı
manzaraya inat, kirazların gerçekten de
düşebileceğine tekrar inanacağız.
Karışığım ben. Adın bir kirazla birlikte
geliyor aklıma. Sen bana o mutfak
tezgahının önünde kahvaltı hazırlarken
birden yüzünü dönüyorsun ve ben
elinde bir kase kirazla buluyorum
seni. Bölüşüyoruz onu, iki farklı
kase yapıyoruz; ve yolumuza, taa en
başta bizim olan kendi şarkılarımızla
devam ediyoruz. Elimizde kirazlar,
dudağımızda şarkılarımız, bizi trene
davet edenleri, ama bu sefer daha
dikkatle bakarak, bekliyoruz.
Dilini yalnızca senin bildiğin bir mektup
yazmaya çalışıyorum şimdi.
Ve daha fazla yazamayacağım.
Helaldir benden yana ne varsa.
fotoğrafa yazı