Dergi Bursa Ağustos/Eylül 2014 - page 92

90
kitabi
literary
Şurada bir yol var gördün mü?
Did you see the road over there?
Emine Civanoğlu
“Arif enjoyed living at the center
of a mind-boggling chaos feeding
on crowds. But still he didn’t like
the crowds. He preferred to see
different people and faces of
strangers whenever he went out
to the same street. Being among
people who did not know him,
did not recognize him, did not
know what his job was made him
feel refreshed. He felt as if he
suffocated when he thought of
living on a street where everyone
knew his name, looked at him
in smiles; where he greeted the
butcher, the grocer or the fruit
seller one by one. The ‘cozy’ little
neighborhood environment where
everyone knew each other was
for him the set of a horror movie.”
What if you started your day
as an unemployed advertiser,
trying to approach the new
period of your life as a fast train
approaches a secluded, quiet
town, slowing down to a trot;
when only yesterday morning
you were the one who was trying
to sync your breathing to that
of life after being fired from the
world of dreams with the sound
of an alarm clock? And what if
the house was very cold. And the
gum like restlessness welling up
inside you made you feel as if
you were living the fate of Gregor
Samsa?
“I was speeding up as I moved
away from the sound, I was
moving away from the sound as
I sped up. The top parts of my
legs were burning like logs. … I
landed like a huge plane throwing
off sparks all over. At last I started
walking after running for a while
involuntarily. … My legs were
shaking. The logs were out of the
fire just as they were about to turn
to ash.”
You will dream with Arif, slowly
place the eggs from the 12
piece viol to the refrigerator, you
will check out if there is a new
movie while passing in front
of the DVD seller, you will flour
the anchovies together on a
newspaper and try to read the
articles on the newspaper every
once in a while, you will get used
to the cold atmosphere of the
house within a few pages, you
will try to compose a music with
him or write lyrics thinking what
if it becomes a success, you will
make an untimely joke to the dark
faced street vendor selling fake
watches in a back alley and try to
lighten up the night, sometimes
you will turn on the heater before
Arif when you get home and lay
on the opposite couch with the
brown blanket wrapped around
you. Hakan Bıçakçı takes those
who say “I should have another
life, do something, change the
environment and have new
friends” but fail to turn on the
machine to make things happen
and places them on an empty
chair with a reality that forces
them to say, “where did you come
from?”
After this it’s easy. If Arif asks,
“hey man get a hold of this will
you,” you can start cleaning the
new house he rented, carry all the
boxes and start opening them up.
Did you know that uneasiness is
contagious? Arif is uneasy, very
uneasy. He has deep holes in
his mind, life and heart and he
doesn’t know what to fill them
with and if he can even do it.
The emptiness inside people is
contagious as well. The fact that
uneasy and hollow people are as
“Kalabalıkla beslenen baş
döndürücü bir kaosun
merkezinde yaşamayı
seviyordu Arif. Kalabalığı
sevmiyordu yine de. Aynı
sokağa her çıktığında etrafta
farklı insanlar, yabancı yüzler
olmasını tercih ediyordu.
Kendisini tanımayan, bir yerden
gözü ısırmayan, ne iş yaptığını
bilmeyen insanların arasında
olmak onu ferahlatıyordu.
Bütün sakinlerinin adını bildiği,
gülümseyerek kendisini
süzdüğü, yardımına koştuğu;
bakkalıyla, kasabıyla,
manavıyla ayrı ayrı selamlaştığı
bir sokakta olduğunu
düşündüğü zaman boğulacak
gibi oluyordu. Herkesin birbirini
avucunun içi gibi bildiği,
‘sıcacık’ bir mahalle ortamı,
müthiş bir korku filmi setiydi
onun için.”
Dün sabah çalar saatle rüya
âleminden lanetli biçimde
kovulup hayatın telaşını kendi
soluğu ile eşitlemeye çalışan
bir reklâmcıyken, bu sabah
ıssız ve sessiz bir kasabadaki
gara yanaşmak üzere hızını
insan adımına eşitlemiş bir
hızlı tren gibi hayatının yeni
dönemine yanaşmaya çalışan
bir işsiz reklâmcı olarak
başlasaydın güne? Ev de
çok soğuk olsaydı. İçindeki
saçaklı, kıpırtılı, macun
kıvamındaki tedirginlik sana
kendini Gregor Samsa’nın
kaderini yaşıyormuşsun gibi
hissettirseydi.
“Sesten uzaklaştıkça
hızlanıyordum, hızlandıkça
sesten uzaklaşıyordum.
Bacaklarımın üst kısımları
ateşe atılmış odunlar gibi
yanıyordu. …Dev bir uçak, iki
yana kıvılcımlar püskürterek
piste indim. Bir süre daha
istemsizce koştuktan sonra
nihayet yürümeye başladım. …
Bacaklarım titriyordu. Odunlar
kül olmak üzereyken ateşten
çıkmıştı.”
Arif’le birlikte rüya görecek,
marketten aldığınız 12’li
yumurta viyolündeki
yumurtaları birlikte ağır ağır
buzdolabına yerleştirecek,
DVD’cinin önden geçerken
yeni film var mı diye birlikte
bakacak, hamsileri gazete
kâğıdında birlikte unlayıp arada
unlu gazetenin ünlü haberlerine
doğru birlikte göz kaydıracak,
evin buz gibi havasına daha
bir iki sayfada alışacak,
arada birlikte beste yapmaya
çalışacak ve ya tutarsa diye
şarkı sözleri yazmaya meyil
edecesin, arka sokakta çakma
saatleri tezgaha dizmiş karanlık
suratlı satıcıya olmayacak bir
şaka yapıp geceyi ince bir
yerden azıcık aydınlatmaya
çalışacaksın, bazen eve girer
girmez ısıtıcıyı Arif’ten önce
yakacak ve hatta akşamları
kahverengi battaniyeyi üstüne
alıp sen de salondaki öbür
kanepeye uzanacaksın.
Hakan Bıçakçı, “başka bir
hayatım olmalı, bir şeyler
yapmalı, çevreyi değiştirip yeni
bir kanka ağı örmeli” diyen
ve fakat bunun olabilmesi
için makinenin düğmesine
basmaya bir türlü yeltenmeyen
o çok tanıdık insanı, “sen
nerden çıktın yaaa” dedirtecek
1...,82,83,84,85,86,87,88,89,90,91 93,94,95,96,97,98,99,100,101,102,...132
Powered by FlippingBook