59
Özbal, Yadigar Ejder, İbrahim
Kurt, Aliye Rona, Lale Belkıs,
Sevdağ Ferdağ, Diclehan
Baban, Suzan Avcı… Az mı
çekti esas kızlar, esas oğlanlar
onlardan? Bir kısmının adı
hatırlanmasa bile attıkları
gaddar bakışlar, fettan
kahkahalar ve yaptıkları hain
planlarla beyazperdede “kötü”
izler bırakanlar onlar…
Acı-tatlı hatıralarıyla
rengârenk bir geçmişe
sahip, uçsuz bucaksız bir
rüya Türk sineması… Sihirli
perdede biriken sayısız
anısı, kazançları, kayıpları,
unutulmayan sözleri, müzikleri,
güzelleri, yakışıklıları, çocuk
yıldızları, aşçı-uşak-dadı-
hizmetçi ve şoförleri, kötü
adamları, fettan kadınları
ile ardında bıraktığı 100 yıla
meydan okuyan büyük bir
değer… Zaman geçiyor,
teknoloji ilerliyor. Eski
imkânsızlıklar yerlerini modern
imkânlara, teknik gelişmelere
bırakıyor ama Yeşilçam’ın biraz
güldüren, biraz hüzünlendiren
buruk tadının yerini hiçbir şey
tutamıyor. Sevgililerin, şimdi
izlerken anlam veremediğimiz
fedakârlıkları, çoğu mutlu
sonla biten filmlerde sevdiği
adama kavuşamadan önce
kötü adamların kurduğu
tuzaklara düşen esas kızlar;
sevdiği kız için ölümü göze
almaktan çekinmeyecek
kadar gözü kara, mert,
yakışıklı delikanlılar… Bir
araba kazasıyla hayatı
değişen, bir anda kör olan
ya da gözleri açılanlar… Türk
sineması, zaman içinde birçok
değişim geçirmiş, en modern
teknolojilerle gelişmeye devam
ediyor olsa da Yeşilçam’ın
masum yıllarından hatıra bu
detayların yeri doldurulamıyor.
Sinemanın büyülü dünyası
bu sanata hayatlarını adamış,
yıllarını vermiş emekçilere
olduğu kadar, seyircileri de
içine almaya yetecek kadar
büyük. Herkesin yerinde
beautiful women, handsome
men, child stars, cooks-butlers-
servants and drivers, evil men
and coquette women… Time
passes, technology is advancing.
Old impossibilities give way to
new possibilities, but nothing
can take the place of the wry
taste of Yeşilçam that makes
us smile while feeling sad. The
sacrifices that lovers make
which we cannot understand as
we are watching today, leading
actresses falling to the traps of
bad guys before rejoining with
their lovers in happy endings;
brave, reckless, handsome
young men who face death
for their beloved… Those
whose lives change in a car
accident, suddenly going blind
or beginning to see again…
Turkish cinema has continued to
evolve and develop with modern
technologies over time, but the
details of such memories from
the innocent years of Yeşilçam
are irreplaceable.
The magical world of cinema is
grand enough to encompass
the laborers who have devoted
their lives to this art form as
well as the viewers. Most of
the actors and actresses who
took part in leading roles are no
more. But what remains from
them makes up the rich past
and history of Turkish cinema
that will be passed down to
future generations. First we
have to go back to the coming
of cinema to Turkey in order
to reach the centennial history
of Yeşilçam. The history of
cinema in our country dating
back to the Ottoman period
started with movie screenings
held at the palace during the
reign of Abdulhamid the 2nd.
The process of passing from
short films to feature length
movies was followed by several
movies shot during the War of
Independence and other movies
directed by Muhsin Ertuğrul.
Ertuğrul, who is also accepted
as the founder of Turkish theater,
made many firsts in Turkish
cinema with these movies and
thus was the only person in
the history of cinema to shoot
films during 1922 – 1939. Of
course this was not a record
for our country which is home
to directors that have shot the
highest number of films in the
world. Whereas Türkan Şoray