99
koşaaraaak kırlara uzandın mı hiiiç...”
diye şarkımı söylemeye koyuluyorum.
6
yaşımda “kapıcı karısı” olmamak
için okula gitmem gerektiğini bilmeme
rağmen, hemen her sabah anaokuluna
gitmeden önce mide bulantısı çekiyor
ve öğrüyorum. (Sonuç: okul hayatıma
1. sınıfa kadar bir mola veriliyor)
7
yaşımda iki yandan toplanmış
saçlarım ve siyah önlüğümle, okulun
ilk günü tören sonrasında sınıfımı ve
öğretmenimi kaybetmiş hüngür hüngür
ağlıyorum.
8
yaşımda Galatasaray’ın Monaco
karşısında kazandığı 5-0’lık galibiyetin
ertesi sabahı “Monaco’ya 5! Monaco’ya
5!” nidalarıyla sınıf arkadaşlarımla
birlikte Bursasporluluktan
Galatasaraylılığa geçiş yapıyoruz.
9
yaşımda içini yıkamam için verdiği
vazosunu yanlışlıkla kırdığım için
çok sevdiğim sınıf öğretmenim artık
bana ne dediyse; o gün beni okuldan
alan anneme eve gidene kadar “ben
öğretmen olmaktan vazgeçtim...
Olmayacağım işte öğretmen…
Öğretmen olmayacağım ben!” deyip
duruyorum.
10
yaşımda okulumuz kız basketbol
takımının yerel gazetede çıkan
fotoğraflarının altında adımı ve adımın
yanındaki yıldızları görünce sevinçten
ne yapacağımı şaşırıyorum.
11
yaşımda Anadolu Liseleri
Sınavı’ndan çıkıp evime giderken
mahallede pencereden bir arkadaşım
bağrıyor, “Gözdeee, sınav iptal
edilmiş!” Bunun şaka olduğunu
biliyorum, “Hıı, tabi tabi” diyorum
yandan yandan sırıtarak. İçimden de
“cık cık cık” diyorum, “olur mu hiç öyle
şey...” Oluyor. 2 hafta sonra tekrar
sınava giriyoruz.
12
yaşımda hazırlığın ilk gününde “ya
öğretmen isterse!” diye tüm kitaplarımı
okula götürme inadımı kıran anneme
beni rezil olmaktan kurtardığı için
günün sonunda -içimden de olsa-
teşekkür ediyorum.
13
yaşımda deliler gibi günlük
yazıyorum, çılgınlar gibi kitap
okuyorum.
14
yaşımda platonik aşk acısıyla
kıvranıyorum. Tek tesellim, okul tatile
girdiğinde yazlıkta da onu görebiliyor
olmak.
15
yaşımda hoşlandığım çocuğun (tabi
ki 14 yaşımdaki platonik aşkım değil,
ne sandınız beni, bebek mi?) doğum
gününe gitmek için gece evden (üstelik
aile apartmanından) kaçmamdan
iki gün sonra annem beni ofisine
çağrıyor ve bana olan güvenini yıktığımı
söylüyor. Yer yarılsın ve ben çok
derinlere gireyim istiyorum. Bir daha
anneme yalan söylemeyeceğime dair
kendime söz veriyorum.
16
yaşımda 4 kafadar New Jersey’den
New York’a gidip, gezip, son treni
kaçırmak üzere olduğumuzu fark
ettiğimizde taksiye atlıyoruz ve şükürler
olsun ki treni yakalıyoruz.
18
yaşımda ÖSS öncesi m
oral pikniğinden dönmüş akşam
haberlerini izlerken duyduklarıma
inanamıyorum! Sorular çalındığı için
sınav ertelenmiş diye o andan itibaren
takriben 6 saat kadar ağlıyorum.
19
yaşımda üniversite 1. sınıfta ilk
zamanlar her yere 15-20 kişilik bir
arkadaş grubuyla gidiyoruz. En
misafirperver halimle (daha okulun ilk
ayında) arkadaşlarımı öğrenci evimize
ilk çağrışımda, fotoğraf çektirirken
ev arkadaşımın ailesinin 20 senedir
kullanmış olduğu oymalı kakmalı
kanepenin ayağını kırıyoruz. 4 yıl derme
çatma tutturduğumuz o kırık ayaklı
kanepeyle hayatımıza devam ediyoruz.
20
yaşımda son haftaya bırakılan
okumaların ancak 5 kişilik bir
çalışma grubuyla paylaşılarak ve
tabi ki sabahlayarak bitirilebileceğini
fark ediyorum. Okul bitene kadar
hiçbir derse bir daha tek başıma
çalışmıyorum.
21
yaşımda klan hayatının tadını
çıkarıp, üniversitelere bile kar tatili
yapıldığı zamanlarda sabahtan
akşama, akşamdan sabaha 5-6 kişi
birlikte yiyip-içip-eğleniyoruz.
22
yaşımda o dizilerde gördüğüm
düğüm olmuş ilişkilerin, aşk
üçgenlerinin az bile kaldığının farkına
varıyorum. Hayat zaten bu kadar
zorken, bir de vizelerle finallerle
uğraşıyorum ve benden 3-5 yaş
büyük olup, “üniversite yılları en rahat
zamanlardır, tadını çıkar” diyenlere sinir
oluyorum.
23
yaşımda tüm o eğlenceyi ardımda
bırakıp Bursa’ya dönmek, Bursa’daki
arkadaşlarımın da bambaşka yerlere
dağıldığını görmek kahır üstüne kahır
gibi geliyor, bile bile lades diyorum.
24
yaşımda “sonunda gerçekten
istediğim işi yapıyorum, bir de üstüne
bana para veriyorlar!” diye sevinçten
deliye dönüyorum.
27
yaşımda liseyi bitiren herkese,
“üniversite yılları en rahat zamanlardır,
tadını çıkar” diyorum.
28
yaşımda kalbim kulaklarımda
atarken, birinci olduğumuz anons
ediliyor, bir koca yılın yükü o an toz
olup omuzlarımdan aşağı kayıyor.
29
yaşımda “aaa siz de mi karaokeye
geldiniz?” dedikten 7 saniye sonra
anlıyorum ki bir tabur insan meğer
benim doğum günüm için toplanmış.
Çocukluğumdan beri hiç almadığım
kadar çok hediye alıyor, şaşırıyor ve
mutlu oluyorum.
30
yaşımda tüm planlarımı altüst eden,
belki de hayatımın seyrini değiştiren
o haberi aldığımda, üzüleyim mi,
kızayım mı, yıkılayım mı, direneyim mi
bilemiyorum. Ve o sırada bilemediğim
bir şey daha var ki, bazen altı üstünden
daha hayırlı olabiliyormuş.