90
çizgi üstü
Kimi zaman bir kitapçı dükkanına
girer ve önceden belirlediğimiz bir
kitabı ararız. Fakat kitaplar, aranıp
bulunduklarında, onları sahiplenme
biçimimizden rahatsız olmuşlar gibi
nazlanırlar. Onları anlayamadan,
kendimizi veremeden okuruz.
Çoğu zaman yarım bırakırız. Çünkü
beklediğimiz gibi çıkmamışlardır.
En iyisi kitabın sizi bulmasıdır. Sizi
bulan kitap iyi kitaptır. Önce o size
sokulmuştur. Bu yüzden yüzünde
bir tatlılık vardır. Beklediğiniz gibi
çıkmayabilir; rafa kaldırırsınız. Fakat
içten içe sevmeye devam edersiniz.
İnsanlar gibidir, denebilir. Genç adam,
gittiği bir resim atölyesindeki kitaplıkta,
işte böyle bir kitaba rastlamıştı. Kitabın
adı, Özgürlük Korkusu idi. Yazarı, daha
önceden kitaplarını gördüğü Erich
Fromm’du.
Bazen kitapları, bize yepyeni
şeyler söyledikleri için değil,
bizim düşündüğümüz fakat
dillendiremediğimiz şeyleri
söyledikleri için okuruz. Okudukça
heyecana kapılırız. İşte! Nasıl da
kendi durumumuzu özetlemektedir
bu yazılmış olanlar! Hemen gidip
okuduklarımızı birilerine aktarmalıdır!
Bu büyük uyanıştan sonra, diğer
uyuyanları da tatlılıkla uyandırmalıdır!
Genç adam, kitabı okudukça bu
duygulara kapıldığını hissediyordu.
Yazar, özgürlüğün korktuğumuz bir
şey olduğunu söylüyordu. Bu yüzden
ipleri hep başkalarına veriyorduk.
Çünkü güven duygusundan yoksunduk.
Kendimizi tehlike altında hissediyorduk.
Bu, Protestanlığın doğuşuyla başlamıştı
yazara göre. Martin Luther, kilisenin
baskısından insanları kurtarırken,
onları özgür bırakmıştı. Şimdi insan tek
başınaydı. İnanç yoluyla bu defa “kendi
kendine” yolunu bulmak zorundaydı.
Acaba, genç adamın zaman zaman
düştüğü çaresizlikleri, kendi hayatında
böyle kaderci bir tutum gösterdiği için
mi ortaya çıkıyordu? Her şeyin ayağına
mı gelmesini beklemişti bunca yıl? O
da, yazarın bahsettiği gibi hür iradesini
yok saymış, olayları hep akışına mı
bırakmıştı?
Düşünüyordu da, belki bazı şeyleri
zamana bırakabilmemiz, hayatla,
kaderle işbirliği yapmamız daha
doğruydu. Genç adam, bunu
düşünürken Setbaşı köprüsünde
yürüyor ve sanki yalnızca aşağıda
akan küçük dereyi değil, iki düşünce
arasındaki derin boşluğu da geçiyordu.
Bu düşüncelerle Heykel’e doğru
yürümeye devam etti.
“Şehrin üzerine güneşi batırıp,
özgür olduğunu hissedecekti...”
Yazı ve Çizimler:
Gökay Öngör