90
kitabi
literary
Bir parsla göz göze gelince değiştim
I was transformed when I made eye contact with a leopard.
“An eye wanders about in the
forest,” I thought to myself. This
was one of the sayings of my
grandmother. Do not go deep
into the forest, she warned me
continuously, an eye wanders
about there. What kind of an
eye is this, I would ask my
grandmother. How should I know,
she would respond; a simple
eye. Colorless, simple. Only an
eye. One that belongs to no one,
ominous. And she would tell me
that she saw it, that she really did.
And many times indeed.”
Children of today will never know;
they never saw the streets, never
ran away from home and passed
through a graveyard on their way
to the playground, never gathered
at the scary dump full of secrets,
faceless eyes, handless fingers,
tongueless lips where bodyless
beings lived to discuss topics
important for the future of their
neighborhoods and they never
had grandfathers who carried
an American cloth to dust off the
radio with black leather cover
hidden away at the most secret
location in the house. They will
never even know what they do
not know, what they never lived or
what they will never understand.
Children of today will make up
their own fantasies. Maybe not
very far, but they will even have a
forest they can walk through quite
soon. How did people change
this much, time flows so rapidly
and what we call life is so barren
that all that we have lived through
cannot find a place to hang onto
in our minds. Faruk Duman said
last night, “Come, let us walk
around in the forest for a while. I
have things to say to you. Things
to show. There is a girl in the
forest. There is a leopard. Maybe
you did not listen closely to the
sounds of the forest, come, these
are very strange sounds indeed.
Come with me to smell the
forest.” I thought, why not?
“Low branches scratched my
face, thorny bushes cut my feet. I
felt that the leopard was coming
after me. It was passing through
the branches, through the brush
like a shadow, motionless, almost
melting them with its scary growl.
I wanted to turn around and look
at it. But I couldn’t. The leopard
was licking my nape with its large
tongue, it was getting ready to
eat my neck. Just then I heard
the sound of the river. There was
no time to get to the bridge. I was
going to save my life by passing
over the river. Did not happen. I
fell into the water like a stumbling
gazelle.”
I passed through the forest
before. But this time it is different.
I never saw a forest like this
because I had never looked at
the forest like this. Faruk Duman
was with me, I did not get scared.
I wasn’t afraid of the leopard. I
wasn’t scared of that dirty faced
man who pushed his own son
into his own daughter. I wasn’t
scared of the howling branches.
He told me of Ceren, may God
never allow anyone to live the
same things. Faruk Duman
told me of Resim, funny boy
that Resim. It is clear that he
has lived his fate, but they call
such people unfortunate where
I come from. He told me of Kara
Halil. We talked about the spells
“Ormanda göz dolanır, diye
geçirdim içimden. Bu, ninemin
laflarından biriydi. Ormana
fazla gitme, diye tuttururdu
ninem, ormanda göz dolanır.
Peki bu göz, olursa, nasıl bir
gözdür nine, diye sorardım.
Ne bileyim, diye anlatırdı; sade
bir göz. Renksiz, avuçsuz
bir göz. Mesela yalnızca bir
göz. Kimseye ait olmayan
bir uğursuz. Bunu gerçekten
de gördüğünü, gerçekten de
görüldüğünü söylerdi. Hem de
kaç defa.”
Bugünün çocukları hiç
bilmeyecek; onlar ne sokak
gördüler, ne evden kaçıp
top sahasına giderken
mezarlıktan geçtiler, ne evin
arkasındaki ürkütücü, sırlarla
dolu, suratsız gözlerin, elsiz
parmakların, dilsiz dudakların,
bedensiz uğuldakların yaşadığı
mezbelelikte mahallenin
kaderini belirleyecek çok
önemli meseleler için
toplandılar, ne de evde en
muhafazalı yerde duran siyah
deri kılıflı radyonun tozunu
almak için cebinde mis gibi
bir Amerikan bezi taşıyan
bir dedeleri oldu onların.
Neyi bilmediklerinden, neyi
hiç yaşamadıklarından, neyi
hiç anlayamayacaklarından
haberleri bile olmayacak.
Bugünün çocukları, kendi
farazilerini kendileri uyduracak.
Belki çok uzak değil, içinden
geçecekleri ormanları bile
olmayacak bir zaman sonra.
Nereden nereye değişti insan,
zaman öyle azgın akıyor ki ve
artık ömür denilen yüzeyde
yer öyle çorak ki aklımıza
tutunacak yer bulamıyor bunca
yaşanan. Faruk Duman dedi ki
dün sabah, “Gel ormanda biraz
dolaşalım. Sana diyeceklerim
var. Göstereceklerim var.
Ormanda bir kız var. Bir Pars
var. Şimdiye kadar sen can
kulağıyla dinlememişsindir
ormanda otun böceğin sesini,
gel bak ormanda çok acayip
sesler var. Gel de sana bir
orman kokusu sindireyim.” Olur
gibi geldi.
“Alçak dallar yüzümü yırtıyor,
dikenli çalılar ayaklarımı
dağlıyordu. Parsın peşimden
geldiğini hissediyordum.
Dalların, çalıların içinden bir
gölge gibi sessiz, kıpırtısız
geçiyor, korkunç homurtusuyla
onları adeta eritiyordu. Bir ara
dönüp ona bakmak istedim.
Ama yapamadım. Pars, o koca
diliyle ensemi yalıyor, boynumu
yemeye hazırlanıyordu.
Tam o sırada derenin sesini
duydum. Köprüye gidecek
zaman yoktu. Dereyi geçmekle
canımı kurtaracaktım. Olmadı.
Tökezleyen bir ceylan gibi,
dizlerim kırılarak yuvarlandım,
sulara karıştım.”
Daha önce de ormandan
geçtiğim oldu. Bu başka. Böyle
bir orman görmedim ben daha