86
kitabi
literary
Bundan ötesi ne
What’s after this
“.....The weather was unbearably
hot. She wanted to go home and
take an ice cold bath. The rear
balcony could even be windy.
There was beer in the fridge as
well, if she was not mistaken. She
raised her hand at the first taxi
with the confidence and sass at
having just received her salary.
Serpil understood her mistake
when the white shadows were
erased and all went back to their
real colors. She should not have
gotten on that taxi. She was in
a windowless white room. Too
white! The walls and floor were
covered in white, square tiles.
The ceiling was low. There was
a long table in the middle of the
room with metal legs.”
How much more violent and
fearsome pain can we stand.
How can we bear to live in a
world where people cut one
another, men hack women into
pieces on the streets and where
bloodthirsty villains roam the
streets which we avoided back
in the past to avoid running into
the neighborhood freak? How
much more will we be able to
stomach to live in a world that is
transforming into a universe of
soulless murderers who chop up
their lovers with axes and where
we watch advertisements among
after each and every murder?
How can we continue ignoring
what we are turning into as all
these are becoming normalized?
These are not questions. These
are actually horrific answers.
Cenk Çalışır is a new voice in
detective literature genre and do
not think that he is actually telling
a story in the Rain of Blood. This
book actually tells about the
truth that draws the reader into
it, makes them be witnesses and
corners them on a dark street
drenched in blood.
One morning you may wake up
as a stranger to yourself, not
remembering anything you lived
the night before, with your legs
cut off despairing at not knowing
who did this to you and why.
This can happen. What is even
more maddening is that everyone
excluding you can watch this on
daily news, view it as a normal
incident or a TV series and you
might feel so weak and alone that
you cannot even break free of the
nightmare encompassing you.
“..... ‘Officer, they are cutting a
new part of the kid every day.
How long will this go on? Please
do something!’ Emrah Polat had
not felt so powerless during his
long career. He felt as if he had
stumbled into a deep, dark well
since the beginning of this case.
–To the darker, colder and more
despairing depths…- He had no
traces of an idea that he could
cling to and run after. Two men
had alerted the whole of Istanbul
Law Enforcement. All eyes were
on himself and Aykut, but they
had not even taken one step
further in the case.”
Rain of Blood is a terrifying
novel. A book that has
succeeded in being terrifying
with bloodcurdling mastery. One
that instills fear in the reader
from the first page drawing them
deeper into a greater fear. This
book that slowly transforms into a
revolting scent of blood drenched
in fear that takes over the city
tells us to, ‘watch television
“.....Sıcak dayanılmazdı. Bir
an önce eve gitmek, buz gibi
suyun altına girmek istiyordu.
Arka balkon biraz olsun esiyor
bile olabilirdi. Yanılmıyorsa
dolapta bir de bira olacaktı.
Maaşını yeni almış olmanın
verdiği güven ve bu güvenin
yarattığı şımarıkla ilk taksiye
el kaldırdı. Beyaz gölgeler
silinip gerçek renklerine
boyandığında, Serpil yaptığı
hatayı anladı. O taksiye hiç
binmemeliydi. Pencereleri
olmayan beyaz bir odadaydı.
Çok beyaz! Duvarlar ve
zemin, beyaz, kare fayanslarla
kaplanmıştı. Alçak tavanlı bir
odadaydı. Odanın ortasında
metal ayaklı, uzun bir masa
vardı.”
Daha ne kadar fazlasına,
şiddetlisine, korkuncuna
dayanabiliriz acının. İnsanların
birbirini kestiği, sokak
ortasında adamların akıl almaz
bir soğukkanlılıkla kadınları
doğradığı, eskiden karşımıza
olsa olsa mahallenin delisi
çıkacak diye tedirgin geçtiğimiz
o karanlık sokaklarda şimdi
kanla beslenen canilerin cirit
attığı bir dünyaya daha ne
kadar dayanabiliriz. Sevgilisini
balta ile kesen ruhsuz
katillerin evrenine dönüşen,
cinayetlerin arasına reklam
alınan bir dünyada yaşamayı
ne kadar sindireceğiz içimize.
Bütün bu olup bitenlerin
normalleşmesinin bizi neye
dönüştürdüğünü daha ne
kadar görmezden geleceğiz.
Bunlar soru değil. Bunlar
korkunç birere yanıt aslında.
Polisiye edebiyatın taze
kanlarından Cenk Çalışır,
dördüncü kitabı olan Kan
Yağmuru’nda sanmayın ki
bir hikaye anlatıyor. Bu kitap
tam olarak okuru olaya dahil
eden, okuru şahit yazan, okuru
kanla ıslanmış zifiri bir sokakta
köşeye sıkıştıran bir gerçeğin
anlatısı.
Bir sabah, bir parkta, kendine
yabancı birisi olarak, dün
gece yaşadıklarının zerresini
hatırlamayan birisi olarak,
bacakların kesilmiş olarak,
bunu sana kimin ve neden
yaptığını bilmemenin ve
anlamamanın çaresizliğiyle
delirmek üzere olarak
uyanabilirsin. Bu olabilir. İşin
daha da çıldırtıcı yanı ise senin
dışında herkes bu olanları
televizyonda sıradan bir haber
gibi, olağan bir durum gibi,
bir dizi film gibi izleyebilir ve
sen içine düştüğün kabusun
zarını yırtıp çıkamayacak kadar
güçsüz, yalnız olabilirsin.
“..... ‘Amirim her gün bir yerini
kesiyorlar çocuğun. Daha
ne kadar sürecek bu? Ne
olur bir şeyler yapın!’ Emrah
Polat bunca yıllık meslek
hayatında, kendisini bu kadar
çaresiz hissetmemişti. Bu
davanın ilk gününden beri