86
çizgi üstü
Kafenin yüksek pencerelerinin
buğusundan zorlukla görünen
caddede, insanlar birer siyah siluet
halinde yürüyor, sokak lambalarının
ışığında kar taneleri ağır ağır yere
düşüyordu. Tam şu anda, içinin huzurla
ve mutlulukla dolduğunu hissediyordu
genç adam. Sanki, daha önce yaşadığı
ve tadını hala hatırladığı bir akşamı
tekrar yaşıyordu. Yalnızca bir nostaljiydi
belki bu.
Genç adam çocukluğunda, canı
sıkıldığında evdeki çekmeceleri
karıştırırdı. Uzun süredir görmediği,
veya arayıp bulamadığı eşyalarını bulur,
mutlu olurdu. Daha da heyecan verici
olanı şuydu ki, bebeklik fotoğraflarına,
anne-babasının gençlik fotoğraflarına
rastlardı bazen. Bu fotoğraflara
bakmak, herkese olduğu gibi ona da
hüzünle karışık bir keyif verirdi. Anne-
babası değişmiş, kendisi ve kardeşleri
büyümüşlerdi. Artık onlar o eski “onlar”
değillerdi. Yine de seviyordu bu
“zamanda yolculukları.”
Yaşlanabilirse şayet, genç adam
yaşlılık günlerinin birinde gençlik
fotoğraflarına bakacak, karmakarışık
duygularla bugünlerin hızla ve sessizce
geçip gittiğini düşünecekti. Hüzün,
özlem ve belki pişmanlık duyguları
birbirine karışacaktı yüreğinde. Bazıları,
gençliğin büyülü bir şey olduğunu
söylüyorlardı. O ise galiba bu en güzel
yıllarının önünden öylece geçip gidişini
sadece seyrediyordu. Bilemiyordu ki
gençlik nasıl yaşanmalı! Kendine ne
kadar kızarsa kızsın bundan başka
türlü de olamıyordu. Şu anda göze
alamadığı riskler, cesaretle
atılamadığı şeyler için bir gün
kendine kızacaktı belki. Varsın
yaşlı hali, genç haline kızsındı.
O böyleydi, başka türlü de
olamıyordu.
Birden adımları yavaşladı. Sonra
hepten durdu genç adam.
Gördüğü manzara karşısında
şaşkına dönmüştü. Kafenin
bahçesinde ne bir masa ne bir
sandalye vardı. Tabelalar bile
sökülüp götürülmüştü. Bahçede
yalnızca, yapraklarını uzun
zaman önce döken çıplak ve
ıslak ağaçlar vardı. Üşümüşler
gibi gövdelerini eğmişlerdi hepsi.
Belki de bahçenin insanlarla dolacağı
günleri bekliyorlardı. Üzülmüştü genç
adam. Tek kelimeyle “üzüldüğünü”
hissetmişti. Hani bir gece, kar yağıyor,
caddedeki sokak lambalarının ışığında
kar taneleri ağır ağır süzülüyorlardı ya,
işte o geceyi hiç unutmamıştı genç
adam. Kafenin o geceki tenhalığını,
camların buğusunu, hatta beyaz
boğazlı kazak giyen, dalgalı siyah
saçlarıyla ötedeki masada oturan genç
kızı da anımsıyordu. Hafızasını zorlasa
belki kafede oturduğu her geceyi bir
bir anımsayacaktı. Ama yine de burada
geçirdiği saatlerin birer nostaljiye
dönüşmesini istemiyordu henüz. Yıllar
sonra olabilirdi belki ama bugün henüz
çok erkendi...
Geleceğe mektup
Her mektup geleceğe yazılır, geleceğe gönderilir. Her fotoğraf,
gelecekte bir gün bakıp hüzünlenmek için çekilir. “Hey gidi, yıllar
ne çabuk geçmiş!” demek içindir hepsi.
Yazı ve Çizimler:
Gökay Öngör