uzaktaki yakın
46
rüyana ait gizemli kişileri gibi. Bu
kadar sakin, huzurlu, romantik bir
masal şehrinde neden karşıma her
yerde ayı ve aslanpençesi sembolleri
çıkıyor şaşkınlığına düşersen diye
söylüyorum; ayı, Hanedan Döneminin
amblemi; aslanpençesi ise Fransız
egemenliğine karşı olanların…
Kim bilir kimin biricik sevgilisiydi
Peter, kim bilir hangi annenin biricik
oğluydu Yan; onlar Markt Meydanı’nın
orta yerinde Fransa’ya karşı kendi
kentlerini korumak için savaşırken
ölmüşler. Markt Meydanı’nda bir
cafede oturup sanki oralıymış gibi,
otelden değil de birkaç sokak
ötedeki evinden çıkıp gelmiş gibi
etrafa bakınarak kahveni içtiğin
meydanda, 14. yüzyılda Fransızlara
karşı savaşırken ölen bu Flaman
kahramanlar Yan Redil ve Peter De
Canning’in heykellerini de görüyorsun.
Evler o kadar güzel ki, kendine hemen
bir aile kurup bu evlerden birinin
içinde hayal ediyor aklın kendini.
Kanallar boyunca gezerken o evlerin
hikayelerini kendiliğinden yazıyor
zihnin. Evlerin çatılarındaki deliklere
takılıyor gözün. Güvercinle haberleşme
devrinden kalma bu küçük delikler
sanki içine düştüğün o büyünün de
yardımıyla seni içinden geçirip hatta
kendinden geçirip yeni bir hayatın
gerçekliğine düşürecek gibi geliyor.
Bu delikler bazı evlerde diğerlerine
göre daha büyük ve kırmızı; çünkü
o evlerin sahipleri zengin, kuşları da
pelikanmış; sahiden de…
Sahiden, ben buraya neden daha
önce gelmedim. Hayatımı neden kalın
bir iple kaba bir battaniye gibi örmek
yerine neden küçük bir tığla bu kentin
narin dantelleri gibi örmedim. Rahibe
işi dediğimiz danteller Brugge’de her
vitrinde karşına çıkıyor. Etrafta güler
yüzlü rahibeler dolaşıyor. Burada
herkes bisikletle dolaşıyor. Eli ayağına
dolaşmadan yaşıyor burada insanlar.
Daha dün değil, az önce değil, şöyle
bir dolaşmak için değil, sanki çok
önce ve bütün kökleriyle gelmiş
gibi çabuk alışıyor buraya insan.
Öyle çabuk alışıyor ki, butik çikolata
dükkanlarından elinde bir sürü poşetle
çıkan turistler birazdan gidecek de
sanki kendisi burada sonsuza dek
kalacakmış gibi kaynaşıyor hemen.
Baktığın her yere, gördüğün her
şeye sanki dünyaya yeni gelmiş gibi
hayran oluyorsun. İçmeden sarhoş
olmak böyle bir şey ama içmeden
olmaz, Brugge’de beş yüzden
fazla çeşit yerel bira var; bir bahar
günü, akşamüzeri, Minnewater’da
bir restoranın bahçesinde oturup
biranı içerken, zaman denilen şeyin
burada su kıvamında değil, birazdan
çikolatalı bir keke dönüşecek
leziz bir hamur gibi kulak memesi
kıvamında olduğunu fark ediyorsun.
Epeyce kalacaksan belki tarihi bira
fabrikalarını gezebilirsin ama turist gibi